Hürrem Sultan’ın Kudüs İmareti: Bir somun ekmek bir tas çorba

Haseki Sultan İmareti’nin dört asır boyunca hizmetlerini sürdürmesi, Hürrem Sultan’ın buraya vakfettiği akarların ve vakıf yönetiminin güçlü olmasına bağlıdır. Öyle ki o, her daim kendisine temlik edilen arazilerin gelirlerinden bir kısmını Kudüs’teki vakfına tahsis etmiştir. Vakıfta görev alacak idari ve hizmet personeli akıllı, güvenilir, dini bütün, harama el uzatmaktan kaçınan, gelir ve gider hususunda üzerine aldığı vazifeyi layıkıyla yürüten kişilerden seçilirdi…

Haber Merkezi Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Dr. Abdullah Çakmak

Afyon Kocatepe Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi

İslâm şehirlerinin en karakteristik özelliği cami merkezli bir yapıya sahip olmalarıdır. Bu anlayışla hareket eden Osmanlılar, cami merkezli imaretler ya da günümüzdeki yaygın kullanımıyla külliyeler vücuda getirmişlerdir. Bir cami etrafında medrese, aşevi, darüşşifa, han, hamam, kervansaray ve çeşme gibi yapılardan oluşan bu imaretler, şehir halkının ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan’ın Kudüs’te 1552 senesinde cami, aşevi, elli beş hücreli tekke, han ve hamamdan oluşan külliyesi de bu imaret sitesi mantığını taşımaktadır.

TUNŞUK HATUN’DAN HÜRREM SULTAN’A

Bugün, surlarla çevrili eski şehrin merkezinde Akabetü’s-Sitt (Hatun Yokuşu) Caddesi’nde yer alan bu yapılar, aslında daha eski bir döneme ait olup 1388 senesinde Memluklerin Kudüs valisinin hanımı Tunşuk Hatun tarafından inşa edilen yapıların onarılması ve genişletmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu yönüyle Haseki Sultan İmareti’nin yer aldığı Akabetü’s-Sitt Caddesi, ismini Hürrem Sultan’dan değil Tunşuk Hatun’dan almaktadır. İmaretin Memlukler döneminden kalma Tunşuk Hatun Sarayı üzerinde yapılan genişletme faaliyetleriyle meydana getirilmesi, Osmanlı Devleti’nin kadim vakıfları ihya ettiğine ve böylelikle bölge halkına sunulan hizmetlerde devamlılık sağlandığına işaret etmektedir.

İMARETİ YAŞATAN VAKIF

Haseki Hürrem Sultan, Kudüs’te ihya ettiği imaret için kurduğu vakfa birçok gelir getiren mülkler tahsis etmiştir. Onun Kudüs hayratı için vakfettiği mülkleri Trablus, Kuds-i Şerîf, Gazze ve Nablus sancaklarında bulunmakla birlikte bunların büyük bir kısmı daha çok Gazze sancağına bağlı Remle nahiyesinde yoğunlaşmaktadır. Vakfa ait köy, han, dükkân, değirmen ve hamam gibi çeşitli akarlar bulunsa da köylerin diğerlerine nispeten sayıca üstünlüğü, vakıf gelirlerinin tamamına yakınının kırsal gelirlerden elde edildiğini göstermektedir.

Haseki Sultan İmareti’nin dört asır boyunca hizmetlerini sürdürmesi, Hürrem Sultan’ın buraya vakfettiği akarların ve vakıf yönetiminin güçlü olmasına bağlıdır. Öyle ki o, vakfın ilk kurulmasından sonra bile kendisine temlik edilen arazilerin gelirlerinden bir kısmını Kudüs’teki vakfına tahsis etmiştir. Vakıfta görev alacak idari ve hizmet personelinde bulunması gereken özellikleri ve bunların görev tanımlarını vakfiyesinde açıkça belirtmiştir. Buna göre vakfın mütevellisi; akıllı, güvenilir, olgun, doğru düşünceli, iyi fikirli, akran ve emsaline üstün özellikleri bulunan, dini bütün, harama el uzatmaktan kaçınan, hizmetini yerine getirmede asla kusur işlemeyen, gelir ve gider hususunda üzerine aldığı vazifeyi layıkıyla yürüten biri olmalıdır. Vakfın idari kadrosunda yer alan ve vakfın gelirlerini toplamakla görevli cabiler ise güvenilir, hıyanet etmeyen ve sabah akşam vakfın yararına çalışan kimselerden seçilmelidir. Cabiler, az veya çok demeden tahsil ettikleri paraları vaktinde mütevelliye teslim etmelidirler. İdari kadroda yer alan diğer bir görevli kâtibin yine güvenilir olmakla birlikte hesap ve yazı işlerinde mahir bir kimse olması vakfiyede açıkça belirtilmiştir.

SABAHLARI PİRİNÇ AKŞAMLARI BULGUR ÇORBASI

Haseki Sultan İmareti yapılarından olan caminin kalabalık bir cemaatinin olduğu söylenemez. Nitekim Kudüs’ün eski yerleşim yerinde Cuma namazlarının kılındığı mekânlar Mescid-i Aksa’da bulunan Sahretullah ve Kıble Mescidi idi. Bu yönüyle Haseki Sultan İmareti’nde yer alan caminin, tekke ve handa kalanlar ile imaret çalışanlarına hizmet ettiğini söylemek mümkündür. Hatta aşevinin her gün aralıksız faaliyet göstermesi külliye içerisinde bir caminin bulunmasının asıl nedenidir, denilebilir. Nitekim aşevinde çalışanların gün içerisindeki çalışma saatleri hesaba katıldığında vakit namazları için uzaktaki bir camiye gitmeleri, imaretin rutin işlerini aksatabileceğinden bu camiye ihtiyaç duyulmuştur.

İmaretin en faal kurumu aşevidir. Aşevinde sabahları pirinç çorbası akşamları bulgur çorbası olmak üzere iki çeşit çorba pişirilmekteydi. Pirinç çorbasının malzemeleri; pirinç, tereyağı, nohut, soğan, tuz, yoğurt ve maydanozdu. Bulgur çorbasının malzemeleri ise; buğday, tereyağı, tuz, soğan, kimyon ve nohuttu. Müslümanlar için Cuma günü, Ramazan ayı ve Aşure Günü’nün ayrı bir önemi olduğundan Osmanlı aşevlerinin genelinde olduğu gibi Kudüs’teki aşevinde de bu günlerin menüsünde birtakım farklılıklar bulunmaktaydı. Cuma sabahları, diğer günler akşam yemeği olarak verilen bulgur çorbası verilirken, Cuma akşamları ve Ramazan iftarlarında ise taneli pirinç ve zerde yemeği verilmekteydi. Akşam yemeğinin malzemeleri; pirinç, koyun eti, tereyağı, nohut, soğan, biber, tuz, bal ve safrandı. Aşure günü ise dört kazan dolusu aşure pişirilip dağıtılmaktaydı. Yemeklerin yanında verilen ve fodula olarak bilinen ekmeğin gramajı 90 dirhem olup bu ekmekten her gün 2000 adet yapılmaktaydı.

İMARETTE NASİBİ OLANLAR

Aşevinde pişirilecek yemek ve ekmekten kimlerin faydalanacağı da vakfiyede belirtilmiştir. Buna göre, hücrelerde sakin mücavirlerden her birine her gün sabah ve akşam birer kepçe yemek ve bir adet ekmek verilmekteydi. Cuma geceleri ise birer ekmek fazladan verilmekteydi. Mütevelli haricinde bütün vakıf personeli de aşevinden faydalanmaktaydı. Yemek olarak mücavirlerle aynı haklara sahiptiler, ancak her biri birer somun fazla alma hakkına sahipti. Bunların dışında imaretten faydalanan en önemli gurup ise Kudüs fukarası idi. Kudüs’te fakir, çaresiz, zayıf ve muhtaçlardan imaret yemekhanesine gelen 400 kişiye toplamda 200 tas yemek verilirdi. Bu, iki kişiye bir tas yemek düştüğü anlamına gelmektedir. Yemeklerin miktarı ve kalitesi mücavirlere verilen yemekle aynı olup ayrıca her bir kişinin bir somun alma hakkı vardı.