Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinde yeni dönem

Suudi Arabistan Veliaht Prensi, Savunma Bakanı ve krallığın fiili (de facto) yöneticisi Muhammed bin Selman 22 Haziran’da Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Amman ve Kahire ziyaretlerinden sonra Ortadoğu turunun son durağında Ankara’ya gelen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Ankara ziyaretinin Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri açısından kritik önemi haiz olduğu ifade edilebilir. Nitekim ziyaret 2018’den bu yana bir ilki ifade ediyor. Suudi tarafı geniş bir heyetle Ankara’ya gelerek iki ülke arasındaki ilişkilerin onarılması adına önemli adımlar attı.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Türkiye- Suudi Arabistan

Mehmet Rakipoğlu

Araştırma Görevlisi – Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü

Bununla birlikte Suudi Arabistan planladığı Yunanistan ve Güney Kıbrıs ziyaretlerini bilinmeyen bir tarihe erteleyerek Türkiye’ye jest yapmış oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Nisan ayının sonlarında Riyad’a gerçekleştirdiği ziyaretten 1,5 ay gibi kısa bir sürede Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın bu iade-i ziyareti iki ülke arasındaki gerginliğin sona erdiğini, rekabetin yerine iş birliği döneminin başladığına doğrudan işaret ediyor.

EKONOMİK İŞ BİRLİĞİ

Türkiye’de muhalefet ve ülke dışında hükümet karşıtları bu ziyareti Türkiye’nin ekonomik problemlerinin aşılması için bir taviz olarak lanse ediyor. Fakat bu söylem gerek Türkiye’nin yeni ekonomik modellemesinin yanlış anlaşıldığını gerekse Körfez siyasetinin eksik anlaşıldığını ortaya koyuyor. İlk olarak Türkiye’nin benimsediği yeni ekonomik modellemenin sıcak para üzerine inşa edilmediğinin altı çizilmesi gerekiyor. Buna göre Türkiye’nin sıcak para için ilkelerinden vazgeçtiği iddiası havada kalıyor.

Nitekim mevcut ekonomik modelleme uzun dönem yatırım, ticaret, alt yapı, sanayi, ihracata dayalıdır. Dolayısıyla dış politikanın kısa vadeli ekonomik kazanımlara alet edildiği iddiası gerçekçi değil. İkinci olarak Körfez ülkeleri arasında -uzmanların yakından bildiği- çok boyutlu bir rekabet var. Suudi Arabistan’ın Körfez içerisinde kurmaya çalıştığı hegemonya akademik literatürde oldukça tartışılan bir konu olarak bilinir. Bu anlamda Körfez İş Birliği Konseyi’ni Körfez Birliği’ne dönüştürüp, ortak para birimi tedavüle sokulmasından Ürdün-Yemen’i örgüte dahil ederek Körfez’de gücünü artırıp hegemon olmaya çalışan Suudi Arabistan’a tarihsel olarak Umman ve güncel olarak da Katar karşı çıkıyordu. Bu rekabete bir de Birleşik Arap Emirlikleri boyutu eklendi.

Siyasi anlamda Suriye’de Esed rejimi ile normalleşen BAE, Yemen’de Suudi Arabistan’ın aksine toprak bütünlüğünü zedeleyerek Güney Geçiş Konseyi’ni desteklemişti. Ayrıca 2020’nin sonlarından beri iki ülke arasında Ortadoğu’nun lojistik ve ticari merkezi olma noktasında rekabet kızıştı. Bu anlamda birçok proje ortaya atıldı. Dolayısıyla Körfez’de siyasi ve ekonomik anlamda Suudi Arabistan, BAE ve Katar arasında yoğun bir rekabet var. Türkiye ile ilişkiler nazarından bakıldığında da bu rekabetin Ankara ile ilişkileri doğrudan etkilediği ifade edilebilir. Ortadoğu’nun ve Orta Asya’nın Batı ile ticaretinde stratejik açıdan önemli bir lokasyona sahip Türkiye ile iş birliği, bahsedilen Körfez ülkeleri için elzem görülüyor. Bu anlamda Katar uzun yıllardır Türkiye ile stratejik iş birliğini benimsemişti. BAE ideolojik farklılıkları bir kenara koyup Türkiye ile normalleşirken Suudi Arabistan da kişiselleştirdiği problemlerin ortadan kalkmasıyla iş birliğini tercih etti. Muhammed bin Selman’ın ziyareti sonrası yayımlanan ortak bildiriden anlaşılacağı üzere ekonomik iş birliğinin artırılması, ticaret hacminin en az 15 milyar dolara çıkarılması hedeflenmiştir. Bu noktada Suudi Arabistan’ın Türk hacılarına ayırdığı kotayı artırması, Türk ürünlerine uygulanan üstü örtülü ticari ambargonun kaldırılması Suudi Arabistan-Türkiye arasındaki ticareti olumlu yönde etkilemeye başlamıştır. Örneğin Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye giden uçaklarda yer kalmadığı ve bilet fiyatlarının 3-4 katına çıktığı Arap medyasında konuşuluyor. Dolayısıyla siyasi iradenin koyduğu engellerin ortadan kalması ile ekonomik ilişkilerin gelişmesi beklenebilir. Ayrıca Ukrayna savaşından ötürü artan petrol fiyatları Suudi Arabistan bütçesinde 400 milyar dolar civarında bir fazla ortaya çıkarmıştır. Suudi Arabistan bu bütçe açığını, Batı dışı yatırımlara aktarmak istemektedir. Bu anlamda da Türkiye’de medyadan sağlığa, eğitimden turizm ve kültüre kadar birçok alanda kapsamlı bir planlama ve iş birliğinin hayata geçirilmesi beklenebilir.

SUUDİLERİN GÜVENLİK ZAFİYETİ

İki ülke arasındaki iş birliğinin ikinci önemli boyutu da güvenlik. Körfez monarşilerinin statükoya meydan okuma olarak gördükleri Müslüman Kardeşler ve demokratikleşme dalgası şimdilik önemini yitirdi. Bu durum Türkiye-Suudi Arabistan arasındaki güvenlik politikalarına da olumlu yansıyabilir. Nitekim mezkûr meselelerden ötürü iki ülke özellikle 2016-2020 dönemlerinde bölgedeki zıt kutuplarda yer almışlardı. Fakat mevcut uluslararası ve bölgesel şartlar iki ülkenin çıkarlarının örtüştüğünü ortaya koyuyor. Bu anlamda İran’ın dengelenmesinin Türkiye ile Suudi Arabistan’ı yakınlaştırdığı iddia edilebilir. Yemen’deki Husilerden Irak’taki Haşdi Şabi’ye kadar geniş bir yelpazede Türkiye ve Suudi Arabistan’a tehdit olan İran destekli milislerin bertaraf edilmesi noktasında iki ülke güvenlik iş birliğini artırabilir. Suudi Arabistan açısından güvenlik zafiyetleri artarak devam ediyor. Yemen ve Irak’tan gelen saldırılar, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve Körfez’e güvenlik temin etmemesi Riyad’ın güvenlik noktasında aktör çeşitlendirmesini elzem kılıyor. Rusya ve Çin gibi aktörlerle sınırlı bir iş birliği olan Suudi Arabistan için Ukrayna savaşı ve NATO’daki pozisyonundan ötürü özgül ağırlığı artan Türkiye gibi bölgesel bir güçle güvenlik iş birliği yapması oldukça rasyonel. Sonuç olarak Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Ankara ziyareti iki ülke arasındaki gerilimli rekabetçi ilişkilere son verdi. İlişkilerin stratejik iş birliğine döndüğünü ifade etmek için henüz erken. Güvenin tekrar inşa edilmesi için Libya, Suriye, Doğu Akdeniz gibi meseleler test noktaları olabilir.