Acıyı bal eylemek

Zor günlerden geçiyoruz. Böylesi günlerin sınavı da ağır oluyor. İnsanlık imtihan içinde. Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman’ı kapsayan 10 ili etkileyen deprem sonrası farklı manzaralar çıkıyor ortaya. Bedava ekmek ve su dağıtan, dükkanında ne var ne yok hepsini yardım olarak veren de var, yağmalamaya çıkan, ne çalarım diye leş kargaları gibi insan kılığında üşüşen de.

Muhammed Gümüş Yeni Şafak
Arşiv

Zor günlerden geçiyoruz. Böylesi günlerin sınavı da ağır oluyor. İnsanlık imtihan içinde. Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman’ı kapsayan 10 ili etkileyen deprem sonrası farklı manzaralar çıkıyor ortaya. Bedava ekmek ve su dağıtan, dükkanında ne var ne yok hepsini yardım olarak veren de var, yağmalamaya çıkan, ne çalarım diye leş kargaları gibi insan kılığında üşüşen de. Deprem bölgelerinde arama kurtarma çalışmaları 10 şehre yayılan geniş bir coğrafya olması sebebiyle güçlükle yürütülürken ne acıdır ki insanlığından nasibini almamışlara karşı asker ve polis sevk etmek mecburiyeti oluyor. Memleketin bir köşesinden kopup gelen ve elinden geldiğince bizzat yardım etmek isteyenleri bile şüpheli duruma düşürecek kepazelik karşısında insan söyleyecek söz bulamıyor.

Bu zor zamanda konuşabilmek, daha doğrusu doğru olanı konuşabilmek çok ama çok önemli. Fay hatlarında olduğu gibi insanlık çizgisinde de aynı şekilde kırılmalar, çatlamalar hatta çökmeler oluyor. Bu yüzden binaların oluşturduğu gibi insanlık da geride bir enkaz bırakıyor.

Afetin hem Türkiye ve hem de Suriye topraklarında olmasında da ilahi bir mesaj olduğunu düşünenlerdenim. Kaderleri ortak ülkelerin acıları da aynı. Acının bize anlattığı şey ise bölen, nifak tohumu ekenlere karşı yapılacak mücadelenin şart olduğu. Suret-i haktan gözüküp eline fırsat geçse nefret ve kin kusanlara asla müsamaha gösterilmemeli.

Büyük bir felaket yaşandığı zaman insanların bir araya gelmesi, dayanışma göstermesi elbette ki bir insanlık icabı. Ancak bu bir arada olma durumu bazı hainleri oldukça rahatsız etmiş olacak ki, böylesi acı günlerde bile boş durmuyor, zehirlerini akıtıyorlar. Kan kokusuyla kuduran leş kurtlarından farksızlar. Hümanist gözüküp insanların arasına her fırsatta fitne sokmaya çalışan güruhlara karşı hoşgörü olmamalı.

Afetlerin bir araya getiremediği insanlar ancak insanıktan nasibini olmamış olanlardır. Acının rengi, ırkı, dili, dini olmamalı. Eğer varsa o zaman insanlıkta bir problem de var demektir.

Gıda malzemeleri, sıcak yemek hizmeti, ısıtıcı, battaniye ve kıyafet gibi birçok ihtiyaç maddesi yanısıra nakdi olarak da yardım için seferber olan insanlarımız iyi ki var. Yapılacak her yardım iyilik değil bir insanlık görevidir. Gönlümüzü depremzedeler için köprü yapabilmeliyiz, gönülden köprüler kurmalıyız. Yardım seferberliğinde kan ihtiyacı için oluşan uzun kuyrukları, yardım ve kurtarma için havaalanlarına akın eden insanları görünce bütün bu güzel marzaralar ne kadar da sağlam, güçlü ve yürekli olduğumuzu gösteriyor. Elimizden gelen şey dua etmek ve gücümüz ölçüsünde yardımları ulaştırabilmek. Felaketin karşısında karınca misalı birşeyler yaparak hiç olmazsa safımızı belli edebiliriz.

Acıyı bal eylemek diye bir söz var dilimizde. Yıkımları, acıları el ve dil ile onarmanın önemine vurgu yapıyor. Bu ifade acılı günlerde daha da anlam kazanıyor. Bu acıyı elimizle, dilimizle hafifletmek, bal eylemek olmalı bütün çabamız. Birbirimize sarılmalı, kenetlenmeliyiz. Yaralarımızı sarmamız gereken bu günlerde her türlü art niyetli, hain amaçlara itibar etmemeliyiz. Konuyu arıya getirip şu güzel sözle noktalayalım bölümü. Müslümanın özelliklerini hadis-i şerif ne kadar da güzel tarif etmiş: “Mü’min bal arısına benzer, güzel şeyler yer, güzel şeyler üretir, (güzel yerlere) konar, (konduğu yeri de) kırmaz ve bozmaz.”

Tarifi mümkün olmayan

6 Şubat gecesinden bu yana bu satırların yazıldığı ana kadar nice canlar gitti. Maalesef kahreden bilanço artıyor. Kurtarmayı bekleyen bedenler üşüyor ve kurtarmaya çalışan yürekler titriyor.

Acımız büyük ama çok büyük. Tarifi mümkün olmayan bir acı bu. Bir yakınımızın vefatı, hele hele bu kayıp aileden olunca üzüntümüz kat kat büyüyor, sözlerimiz düğümleniyor. Giden canlar bir sayıdan ibaret değil. Her biri duran bir kalp, susan bir dil, anne, baba, aile, akraba, arkadaş.

Büyük felakette ailesini, akrabalarını ve arkadaşlarını kaybedenlerin, milletimizin, Türkiye’nin başı sağolsun, yaralılara acil şifalar diliyorum.

Ateşin düştüğü yerde olmayan bu acıyı ne bilsin. Bu ateşi yüreğinde hissedenlere, yakınlarını kaybedenlere sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Allah bir daha böyle bir acı yaşatmasın. Her türlü afet, bela ve musibetten milletimizi korusun. Amin.

Sebzelerin bilinmeyen hikayeleri


Sen tut, sebzelerin biyografisini yaz. Olacak şey değil. Mevzu bahis olan sebzeler. Lahana, havuç, bezelye, domates, fasulye, balkabağı, biber, yerelması ve diğerleri. Her bir sebzenin ayrı bir tarihi olduğunu düşünsenize. Evelyne Bloch-Dano tarafından kaleme alınan “Sebzelerin Efsanevi Tarihi” kitabı dilimize Nihan Özyıldırım kazandırdı ve İletişim Yayınevi'nden çıktı. Fransa'da 2008 yılında ünlü aşçı Eugenie Brazier hatırasına verilen ödülü alan kitapta sebzelerin macerası dile getiriliyor. Bu macerayı anlatmak ise bir sebze bahçesinin kapısından dünya tarihine girmek demektir.


Sebzelerin bu macerasını anlatma görevini üstlenen yazar her seferinde benzersiz ama hep farklı olan sebzenin serüvenini, kaderini anlatıyor kitabında. Yazdığı biyografilerle dikkat çeken yazar sebzelerin pek bilinmeyen veya önemsenmeyen hikayelerini, kıtalararası yolculuklarını, zaman içindeki değişimlerini aktarması dikkat çekiyor. La Fontaine'nin hayvanları konuşturması gibi sözü bir sebzeye veriyor, havucun veya domatesin sesi oluyor.


Soylulara ait mutfak sanatına burjuva sınıfını eriştirme faaliyeti olarak tanımladığı gastronomiyi eleştiren Bloch-Dano'ya göre sebze hayatın ölüme karşı rövanşını, tazeliğin çürümeye karşı zaferini, kırsalın kentsel üzerindeki galibiyetini temsil ediyor. Sebzeler aynı zamanda beslenmenin toplumsal tarihinde fakirlerin payını işaret ediyor. Ağırın yanında hafifin sembolüdür. Hep anne ihtarlarında ve tıp literatüründedir. Zevkin tarafında değil yararın, gastronominin değil diyetin tarafındadır. Zannedildiği gibi bitkisel hayatta değiller. Doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Hem de en mütevazi bir şekilde.