İbn Haldun dört dörtlük bir panorama çiziyor

İbn Haldun’un Mukaddime eserini yeniden dilimize çeviren Cemal Aydın, farklı zaman dilimlerinde farklı coğrafyalarda okunan ve pek çok düşünce adamının fikirlerini etkileyen bu kıymetli eserin önemine dikkat çekiyor ve ekliyor: ”İbn Haldun, kendi yüzyılının dört dörtlük bir panoramasını çizmiştir.”

Haber Merkezi Yeni Şafak
İbn Haldun

HATİCE HALE YURTTABİR

Farklı dünya görüşüne sahip pek çok siyasetçi ve bilim insanının başucu kitabı olarak gördüğü bu değerli eserin önemini sizden dinleyebilir miyiz?

Sizin bu sorunuza en güzel cevabı bence, Mukaddime üzerinde tez yapmış ve tezini kitaplaştırarak yayınlamış Prof. Dr. Ahmet Arslan veriyor. Söz konusu tezinde Arslan, “İslâm’la, İslâm kültürü veya uygarlığıyla ilgili hangi konuda araştırma yapacaksanız yapın, İbn Haldun’a başvurmadan, onun bu konuyla ilgili düşüncelerini bilmeden, görmeden doğru bir yerden başlayamazsınız ve doğru bir yere varamazsınız. İslâm’da ister siyaset, ister hukuk, ister felsefe, kurumlar veya halifelik çalışın, önce İbn Haldun’a bakmak zorundasınız. İbn Haldun’u bilmeden, onun bakış açısını esas almadan, İslâm’la ilgili hiçbir konuyu iyi çalışamazsınız” diyor.Aslında Mukaddime’yi İslâmî araştırmalarla sınırlamak haksızlık olur. Çünkü bu eser evrensel bir eser. Arslan Hoca, sözü uzatmamak için öyle demekle yetinmiş. Bilindiği gibi, ABD başkanlarından Ronald Reagan İbn Haldun’un günümüz ekonomist ve maliyecilerinden çok daha aklı başında ve toplumu sarsmayacak, nefesini kesmeyecek çözümler ürettiğini söylemiştir.

  • İngiltere başbakanlarından Margaret Thatcher da Mukkadime’yi yanından hiç eksik etmediğini belirtmiştir. Ünlü tarih felsefecisi Arnold Toynbee ise “kendi türünde bugüne kadar hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiçbir zihnin ortaya koyamadığı en büyük eser” olarak nitelendirmiştir Mukkadime’yi. Kısaca ifade etmek gerekirse bu eser ile İbn Haldun kendi yüzyılının dört dörtlük bir panoramasını çiziyor. Her ilim dalından ve her meslekten söz ediyor. Mukaddime’yi okuyan bir okur; İbn Haldun dönemindeki insanlığın genel görünümü gözünün önünde rahatça canlandırabilir.

- Mukaddime tercümeniz, bir lise öğrencisi tarafından bile rahatça anlaşılacak çok sade bir dille yapılmış. Bunu nasıl başardınız?

Tercümemin çok geniş kesimler tarafından rahat ve kolay anlaşılır olmasına gerçekten çok özen gösterdim. İstedim ki böyle önemli bir eser, böyle bir dünya klasiği herkes tarafından kolayca, rahatça ve anlaşılarak okunabilsin. Şayet bunu başarabildiysem, bunda şu üç tecrübemin payı var: Yarım asrı aşan bir tercüme hayatım, uzun yıllar öğretmen olarak çalışmam ve belli bir süre de gazetecilik mesleğinde ter dökmem.

YENİDEN TERCÜME EDİLMELİYDİ

- Yazdığınız takdimde sizi bu kıymetli eseri yeniden çevirmeye yönlendiren sebeplerden bahsediyorsunuz. Nedir bu sebepler?

  • Mukaddime’nin tercümesinin iyi bir şekilde ortaya çıkması için hayli emek verdim. Daha önce özenle okuduğum Türkçe tercümelerden sonra ilk olarak yıllar önce Vincent Mansour Monteil’in Fransızca tercümesini okuyunca ve onun düştüğü dipnotları görünce bu önemli eserin yeniden tercüme edilmesi gerektiği kanaati oluştu bende. Üç ayrı Arapça baskısı, Fransızca tercümeleri ve Rosenthal’in İngilizce tercümesini de masamda bulundurarak tamamladım tercümeyi. Ama size bir itirafta bulunayım: Mukaddime’yi çok büyük emek vererek dilimize, hayli notlar düşerek, 1980’li yıllarda aktaran Süleyman Uludağ, şayet tercümesini bir kere daha gözden geçirseydi, Hayri Kırbaşoğlu’nun 50 sayfayı aşkın tenkidini dikkate alarak gerekli düzeltmeleri yapsaydı, anlaşılması hayli zor olan dilini de sadeleştirip geniş kesimlerin rahatça okuyabilecekleri hâle getirseydi, ben iki buçuk yıldan fazla zamanımı bu tercümeye ayırmaz, bu süre zarfında başka kitaplar çevirirdim.

- Yararlandığınız Fransızca ve İngilizce tercümeler Osmanlıca tercümesinden hiç etkilenmiş miydi, yoksa sadece Arapça orijinalini mi temel almıştı?

Osmanlıca tercümesine bakmamışlar, fakat Osmanlı döneminde yapılan Arapça baskılarını da göz önünde bulundurmuş ve Arapça orijinalini temel almışlar. Fransızcaya çevirenlerden Monteil ve Cheddadi’nin ise Rosenthal’in İngilizce tercümesine sürekli baktıklarını ve bazı yerleri hatalı tercüme ettiğini belirttiklerini gördüm.

- Tercümenizde son derece çarpıcı ve hayli dikkat çekici dipnotlar koymuşsunuz. Meselâ 66. sayfada “hurâfe” kelimesi için düştüğünüz dipnot gibi. Meğer Hurâfe adında bir adam varmış

  • Evet, o kelimeyle ilgili bilgiye doğrusu ben de çok şaşırdım. “Hurâfe” adında bir adam varmış ve bu adam kendisinin cinler tarafından kaçırıldığını, uzun süre onların yanında kalıp pek çok şey gördüğünü anlatırmış. Kendisini dinleyen insanlar adamın dört dörtlük bir palavracı olduğunu anlamışlar. O yüzden de daha sonra akla mantığa sığmaz şeyler söylendiğinde “Hurâfe’nin masalı bu!” demeye başlamışlar. Hurâfe kelimesi sonunda “akla aykırı, uydurma ve garip şeyler, boş inanç, dine sonradan sokulmuş olan yanlış bilgi” anlamında kullanılır olmuş. Buna benzer düştüğüm bütün dipnotları, Fransızca tercümelere, Arapça dipnotlu baskılara borçluyum.

- İbn Haldun eserinde “Dil, teknik bir melekedir” diyor ve dil öğrenme yöntemlerinden bahsediyor. Sizin yabancı dilleri öğrenme süreciniz İbn Haldun’un önerileri ile örtüşüyor mu?

İbn Haldun, dil öğrenmekten sadece Arapça öğrenmeyi kastediyor genellikle. İlk Müslümanların metinleri, büyük Arap yazarların kafiyeli nesir ve şiirleri gibi metinlerin ezberlenerek dilin modellenmesinden bahseder. Böylelikle dili edinmek isteyenlerin Arapların ifade ve kompozisyon şekillerine uyarak ve özümsedikleri haliyle kelimeleri düzenleme kalıplarını dikkate alarak kendi düşüncelerini bu dilde ifade edebildiklerini belirtir. Filolojinin ise melekenin kurallarının ve kriterlerinin bilgisinden ibaret olduğunu, ama onu bizzat yapmanın bilgisi olmadığını, dolayısıyla uygulamanın yerini tutmadığını belirtir. Onun teklifleriyle tam olarak örtüşmese de ben birkaç yabancı dili her gün belli bir vakti dil öğrenmeye ayırarak öğrenebildim. Dil öğreneceklere tavsiyem şudur: Her gün, hiç aksatmadan, düzenli bir şekilde en az on beş dakika çalışın, emin olun, kısa zamanda insan bir yabancı dili rahatça öğreneceksiniz.

TARİHİ ANLAYABİLMEK İÇİN TOPLUMU İYİ ANLAMAK GEREKİR

- İbn Haldun’un Mukaddime’de tartışmaya açtığı umran ilminin temel özelliklerinden kısaca bahsedebilir miyiz?

  • Tarihi sağlıklı bir şekilde anlayabilmek için insan topluluklarını tanımak gerektiğini düşünür İbn Haldun ve daha önce hiç olmayan ve kendisinin ortaya koyduğu bir bilim olarak niteler umran ilmini. Ona göre şehirli (hadarî) ve şehirli olmayan (bedevi) iki ana toplum tipi bulunur. Bedevî ve hadarî toplumların dinî, siyasî, ekonomik, ahlâkî yönlerden analiz edilip karşılıklı ilişkilerinin incelendiği ilimdir diyebiliriz. Ama bu kısaca bahsedilecek bir konu değildir tabii. Umran ilmi, İbn Haldun’un buluşudur ve onu kendisinden okumak gerekir. “Umran” gibi “asabiyet” meselesi de İbn Haldun’un temel kavramlarından biridir. İbn Haldun’a göre asabiyet devletleri kuran, hanedanları başa geçiren bir kabileler ve aşiretler birliği, bugünkü tabirle de belki “taraftarlar bütünü”dür. Asabiyetin verdiği dinamizm ile bedevî kabileler devletlerin kuruluş, yükseliş ve yıkılışında çok önemli roller oynar.

MEDENİYET YÜKSELİR İSE REFAH YÜKSELİR

- Mukaddime’nin dünya siyasetçileri için de bir başvuru kitabı niteliğinde olduğundan bahsettik. Sosyal devlet anlayışı açısından İbn Haldun’un görüşlerini değerlendirebilir misiniz?

Roger Garaudy, “İslâm Medeniyetinin İnsanlığa Katkısı” eserinde İbn Haldun’a on sayfadan fazla yer ayırır. İbn Haldun’un insanların eşitliğini sadece metafizik ilkelere dayandırmadığını, insanları birbirinden farklı kılanın eğitim ve sosyal hayatları olduğu görüşünü belirtir. Garaudy’ye göre İbn Haldun’un düşüncesinin kaynağını oluşturan derin akılcılığın onu sosyal hayatın temeli olarak emeği kabul etmesine, hürriyet anlayışına, halkların ezilmesini reddetmesine ve 19. yüzyıla kadar Avrupa’da hâkim olan “hükümdarların ilâhî hakkına” karşı çıkmaya kadar götürür. İbn Haldun medeniyet yükseldikçe refahın da yükseleceği tezini ileri sürer. Bunun temel dayanağı olarak da iş bölümü ile artan artı değer ve bu değerin mülk ile beraber gittikçe artması olduğunu dile getirir. Devletin görevlerini de son derece geniş tutar. Korunmaya muhtaç bütün kesimlerin koruyucusu, kendini halkın tamamının refah ve mutluluğunu sağlamakla görevli sayan bir devlet anlayışından bahseder. Bu yaklaşım içerisinde İbn Haldun ülkeyi imar etmeyi, din işlerini düzenlemeyi, sağlık ihtiyaçlarını karşılamayı, eğitim hizmetini sunmayı, halkı kötülüklerden alıkoyup iyiliğe yöneltmeyi devletin vazgeçilmez görevleri arasında sayar. Ayrıca devletin sosyal devlet anlayışını gerçekleştirmesini ister.