Pazar gününü elinden tutup dışarı çıkarıyorum

Pazar günü evde kalmak mı daha güzeldir, dışarı çıkmak mı? Sanıyorum hepimiz için bu sorunun yanıtı farklı. Sanatçı Fatma Şan, pazar gününü durgun, içe kapanık birine benzetiyor. Ardından ekliyor: “İşte bu yüzden her pazar elinden tutup dışarıya çıkarıyorum.”

Merve Akbaş
Fatma Şan.

Birden kendi kendime sordum: beni böyle daha kaç yüz pazar bekliyor acaba? ‘Sakin, huzurlu ve yalnız bir Pazar’ dedim, yüksek sesle. Pazar günleri zembereğimi kurmuyordum. Bu cümleler dünyaca ünlü yazar Haruki Murakami’nin İmkânsızın Şarkısı isimli kitabından alındı. Kuşkusuz bizi daha kaç pazarın beklediğini bilmiyoruz. Hele de huzurla… Tam bu nedenle olduğumuz anın kıymetini daha çok bilmemiz gerek. Bu durumu daha iyi anlamak için sanatçı Fatma Şan’ın kapısını çalıp, pazarların dedikodusunu yapmaya başlıyoruz.

İlk sorumuz hepimizin malumu; acaba klasik bir pazarınız nasıl geçiyor, diyoruz. Şan, “Pazarlar klasikleşmelidir öyle değil mi” diyerek başlıyor, ardından şöyle devam ediyor: “Pazar gününün en klasik kısmı pazar kahvaltısı sanırım. Kahvaltıyı sevdiğim için pazarları güzel sofralar kurmaktan zevk alırım. Aileme, dostlarımıza özenle kahvaltı sofraları hazırlamayı, onları ağırlamayı severim. Kahvaltıdan sonra çıktığımız ‘İstanbul’u yeniden keşfedelim’ gezilerine zaman zaman kahvaltıdan önce başladığımız da olur. Havanın şartlarına, yoğunluk ve yorgunluk durumumuza, şehrin etkinlik takvimlerine göre bazen planlı bazen akışa bırakarak dışarıya çıkarız. Sur içinden ayrılmadan Eyüp, Merkez Efendi, Kariye, Zeyrek, Sultanahmet gibi zamanın katmanlaştığı semtlerde dolaşmayı seviyorum. İstanbul’da ışık oyunlarıyla değişen bin bir şahane görüntü var. Buralarda uzun uzun vakit geçirir zamanın izlerini fotoğraflarım. Bazen de şehrin dışına doğru açılırız. Tabiatın içinde olmayı, ağaçları seyretmeyi, onların yapraklarına dokunmayı, incelemeyi, gökyüzüne bakmaya bayılırım. Vaktin nasıl geçtiğini anlamam; dalar giderim.”

Sıkılmamak için hareket etmeli

Elbette bazen sıkıntılı ruh hâline de kapılabiliyoruz. Böyle zamanlarda her nedense pazarlar daha sıkıcı oluyor. Şan’a bugün canı sıkılanlar için bir önerisi olup, olmadığını soruyoruz. “Pazarları sıkılmamak için hareket etmeli. Dışarıya çıkıp, nefes almalı… Tabii benim tercihim böyle.” diyor ve sonrasında da rutinini anlatıyor: “Şayet evden çıkmıyorsam kahve hazırlar, müzik açarım. Çiçeklerimin bakımlarını yapmaya bayılırım. Yeni sürgün mü veriyor, bir tomurcuk göz mü kırpıyor, yaprağın ucu mu sararmış takip ederim. Topraklarını değiştirir söyleşirim onlarla. Bazen tüm günü evin yeşillerine ayırırım. Kitaplarımı kurcalar masamı düzenlerim. Sevdiğim Youtube kanallarından birkaç kayıt izlerim. Ya da kek yaparım mesela.”

Pazar günleri film izlemiyorum

Şan, pazar günü mecbur olmadıkça film seyretmiyormuş. Bunun nedenini “Uyuşuk gün iyice üstüme çöküyor gibi hissettiğim için” cümlesiyle açıklıyor. Doğrusu oldukça haklı olabilir. Kendisi de bundan o kadar emin ki, “Film izlemeye mecbur bırakılırsam da bir şekilde ortamdan sıvışırım” diyor gülerek. Öte yandan “pazar günü kitabı” diye bir ayrımı yokmuş. Yani okuma alışkanlıkları pazar günü değişmiyor, biyografi okumayı ise keyifli buluyor. Şan şunları anlatıyor: “Şu ara elimde Vedat Milör’ün kitabı var mesela. Evin içinde, atölyede gezinen sanat kitaplarını bölüm bölüm, birinden diğerine atlayarak okurum. Bu yüzden kitaplıktan dışarıya doğru küçük yığınlar oluşabiliyor sıkça.”

Aileye özel bir gün

Peki diyoruz, “Acaba pazarları görmek isteyeceğiniz arkadaşlarınız olur mu?” Sanatçı bu soruya şöyle yanıt veriyor: “En yakın arkadaşlarımdan biri eşim diğeri kız kardeşim. Onlarla birlikte plan yapmayı, vakit geçirmeyi seviyorum. Pazar günü aileye özel bir gün bir taraftan da…”

Bir pazar gezisi keşfi

Şan’a en güzel geçen pazarını sorunca bize çok güzel bir hikâye aktarıyor, öyle sanıyoruz ki bu hikâye geleneksel sanatla ilgilenen herkes için oldukça heyecan verici: “İlk aklıma geleni anlatayım. Yine böyle bir pazar günü Çatalca tarafına gidelim dedik. Yol bizi nasıl götürürse dura kalka ilerliyoruz. Nakkaşköy’e girmeden bir lokantada mola verdik. Bu köy ismini nereden almış olabilir diye düşünürken, Süheyl Hoca’nın yıllar önce okuduğum bir yazısı hatırıma geldi. Fatih Sultan Mehmet, zamanının sernakkaşına Çatalca taraflarında bir mülk vermişti. Acaba olabilir mi derken köy caminin haziresinde Babanakkaş’ımızın kabrini ziyaret etmek nasip oldu. O gün ki heyecanımı, mutluluğumu unutamıyorum. Burada küçük bir parantez açayım. 15. yüzyılda Fatih döneminde, imparatorluğun ilk saray nakışhanesi kurulur. Çeşitli sanat dallarında eserler üretilmekte olan bu nakışhanenin sernakkaşı olan Babanakkaş, klasik sanatlarımız için çok önemli bir üslup geliştirmiştir. Kendi lakabıyla anılan Babanakkaş üslubunu, mavi beyaz renkleriyle çini sanatımızda hâlâ çok severek uygularız.”

Beykoz’un köylerinde bir pazar

Şan’ın pazar günleri favori mekânı dönem dönem değişiyormuş. “Pandemiyle birlikte daha sık gitmeye başladığımız Beykoz’un köylerinde dolaşıp, cami kahvesinde oturarak bir şeyler okumayı seviyoruz.” diyor. Ardından da pazar rotalarını şöyle anlatıyor: “Ardından Anadolu Feneri’ne çıkmak da bu rutinin içinde. Boğaz’ı Karadeniz tarafından seyredip köyde vakit geçiriyoruz. İstanbul dışına çıkacaksak Edirne’ye gidip günü orada, sakin bir şehirde geçirmek, defalarca fotoğrafladığım Selimiye Camii çinilerini tekrar tekrar fotoğraflamak, akşam dönüş yolu uzun ve yorucu olsa bile bana iyi geliyor.”

Hafif depresif biri

Şan’a pazar günleri çalışıp-çalışmadığını sorunca, eğer yetişmesi gereken bir iş varsa çalışabileceğini söylüyor. “Ancak” diyerek şöyle devam ediyor: “Çok acil bir durum olmadıkça pazar günü eşimle, ailemle birlikte dışarıda yürüyüş bile olsa aktivite yaparak geçirmeyi tercih ediyorum.” Ve gelelim son sorumuza… Sizce pazar günü bir insan olsa, nasıl biri olurdu? Şan, “Hafif depresif saçı başı dağılmış biri geldi gözümün önüne. Durgun, içe kapanık biri… İşte bu yüzden her pazar elinden tutup dışarıya çıkarıyorum.” diyor gülümseyerek.

HAYAT
Filistin mutfağına buyurun