Susarak konuşanlara...

Kızılırmak’ın kıyısında, bir ulu çınarın gölgesinde oturuyorduk İbrahim Yolalan’la. Şiirden, hikâyeden, memleketten konuşuyorduk. “Kahve içelim” dedi, tütün yakmadan önce.

Hakkı Yanık Yeni Şafak
Karakalem: Hakkı Yanık

Kızılırmak’ın kıyısında, bir ulu çınarın gölgesinde oturuyorduk İbrahim Yolalan’la. Şiirden, hikâyeden, memleketten konuşuyorduk. “Kahve içelim” dedi, tütün yakmadan önce. Irmağın uğultusu, kasabanın gürültüsüne karışıyordu. Uzaktan uzağa kavruk sesiyle Mahsuni Kahveleri bitirmiştik ki, çantasından ‘beyaz’ bir kitap çıkarıp uzattı. Seslerden Uzakta kitabın ismi. Aynı zamanda akademisyen de olan Mustafa Kurt’un ‘anlatı’ eserinin girişinde, “Bu kitap sadece dünyaya bakıyor ve görebildiklerini kendi iç aynasında sırlıyor” denilip eklenmiş: Bu dünyanın hâlleri yaşanmadan nasıl bilinebilir ki? (s. 9). “Bilinemez, hele okunmadan hiç” diye karşılık veriyorum içimden.

Kapaktaki desen rüzgârın sesini çağrıştırdı. O ses ekinleri, ekinler ovayı, ova uzakları İnsan nerede seslerden uzakta kalabilir ki?

İki bölüme ayrılan eserin ilk bölümü isimsiz. İkinci bölüm ufarak hikâyelerden oluşuyor: Karşılaşmalar. Severek ve susarak okuduğum ‘beyaz kitap’ta birçok cümlenin altını tekrar tekrar çizdim. “Bir şey yap güzel olsun” (Hüzün ve Tesadüf) demişti Mustafa Kutlu. “Hâl” diyor Kurt. “Sus” derdim ben de, “Sadece sus.”

Üslubu çok canayakın Kurt’un. Hayatı anlamlandırmamızı sağlayacak ‘sahici’ sorular soruyor. “Bu kitap sözsüz dili anlamaya çalışıyor.” (s. 10) diyor. Eserin başından sonuna kadar ‘hâlce’ konuşuyor. Peki nedir hâlce? “Susmanın dilidir” (s. 11). Susmak’la başlayıp Kuşku’yla biten başlıksız bölüm, Hiç, Anlamak, Beklemek, Hatırlamak, Yazmak, Gitmek ve Hasret gibi kelimelerin ‘hâlce’deki karşılığını anlatıp anlamlandırıyor. Bu metinler şiirle iç içe aynı zamanda çünkü şairlerden alınmış dizelerle zenginleştirilmiş. (Demek ki neymiş? Akademisyenler okuyormuş!)

Şâirâne, hikmet dolu ve veciz o kadar çok cümle var ki: Yüzündeki çizgilere karışmak (s. 18), Alınyazısı kocaman bir yoldan ibarettir. (s. 21), Rüzgârın esişi kadardır bu dünya. (s. 25), Kayalar bile içinde bir tohum taşırken senin bu katılığın niye? (s. 32), Özgürlük yalnız kalabilmeye denir. (s. 46).

İkinci bölüm 42 ‘ufarak’ hikâyeden oluşuyor. Özeti iki kelime: Kalem ve hikmet! Yanık İzi, Savruluş, Tebessüm, Bahçenin Ortası, Kitaptan Rüya, Dilsizliğin Dili, Nahif Bir Çember, Çiçek Ülkesi, Saçlarının Karası, Çivideki Hırka, Bakmalar ve Soğuk hikâyelerini çok beğendim. Unutmadan belirteyim ki Kurt’un hikâyelerine gizlediği ‘dizeler’ var: Saçlarının karasını nerelerde bıraktın sen? (s.83) gibi.

İki alıntıyla noktalayayım ‘suskunluk’ yazısını: Yola çıkmayanın hikâyesi mi olur? (s. 21) ve Kendi olmayanın hiçbir hâli yoktur (s. 45).