AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Batı karşısındaki TAVRIMIZ NE OLMALI?

Batı'nın tarih sahnesinde başat aktör olmaya başlaması genellikle keşiflere izafe edilir. Bu zaman kesitinde Batı askeri gücün önderliğinde yayılmacılığının, bunun yanısıra misyonerliğinin ve sömürgeciliğinin temellerini de atmıştır.

Beynelmilel siyasetin sularında oradan oraya savrulmak bugünlerde oldukça sık tanık olduğumuz bir durum... "Gideceği yönü belli olmayan gemiye hiçbir rüzgardan hayır gelmez" sözü, sanki bizim için söylenmiş. Batı gibi olma, ona yetişme kaygılarının sürüklediği mecra bugün bize nasıl davranmamız gerektiği noktasında avami tabirle "dokuz doğurtuyor." Paradigma uyuşmazlığı veya kimlik sorunsalı olarak da isimlendirilebilecek olan bu durum bizi derin ve acaba sorularının bol olduğu bir şüpheler yumağıyla baş başa bırakıyor. Tanzimat ve daha kesif olarak cumhuriyetle birlikte beliren Batı modernliğini iktibas hadisesi, bir noktada siyasal duruş tarzında da derin dönüşümlere vesile olmuştur. Bu arada global konjonktürdeki gelişmeler ülkenin tek parti döneminden çok partili parlamenter hayata geçişinde etkili olmuştur. Uluslararası siyasette 1945 sonrası yaşanan köklü değişimler dominant siyasal aktörün de adını ortaya çıkarmıştır. Batı'nın tarih sahnesinde başat aktör olmaya başlaması genellikle keşiflere izafe edilir. Bu zaman kesitinde Batı askeri gücün önderliğinde yayılmacılığının, bunun yanısıra misyonerliğinin ve sömürgeciliğinin temellerini de atmıştır. İkinci olarak Batı yayılmacılığında etkili olan faktör Sanayi Devrimi sonucunda kullanılmaya başlanan teknolojidir. Bu dönemde de askeri güç bir üstünlük vasıtası olmuş, yanısıra ötekileri kendine benzetme yani uygarlık aşılama gibi bir fonksiyonda benimsenmiştir. Bu dönemde Batı'ya ait düşün kalıpları, yaşam biçimi öteki şeklinde ifade ettiğimiz insanlara nüfuz etmiştir.

Şu ana baktığımızda ise soğuk savaşın bitmesi, iletişimdeki devrim, polietnik şirketler gibi saikler Batı paradigmasının bilhassa Amerika'nın hegemonik tavrını güçlendirmiştir. Bundan daha önemlisi Sovyet Rusya'nın çöküşünden sonra siyaset arenasındaki tek güç konumunu pekiştirmek içinde yeni güvenlik konsepti belirlemiş ve kendince tehlikeli gördüğü daha da açık biçimde liberal uygarlığa yönelebilecek tehlikelere karşı askeri müdahaleyi, operasyonu kurumsallaştırmıştır. Bu bağlamda Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" olarak idealize ettiği liberal uygarlığa bir başka deyişle kapitalizme direnebilecek tek dinamik olan İslam hedef tahtasına konulmuştur. Yıllar önce zamanın NATO Genel Sekreteri ve İngiltere Başbakanı'nca da dillendirilen bu istek, küresel hegemonyanın iplerinden salındığını gösteriyor adeta.

Özetlemeye çalıştığımız durumla ilgili olarak Türkiye'nin son Irak savaşında sergilediği ikircikli tavır, Amerika ile 1945'den bu yana geliştirdiği ilişkiler bağlamında karar veremezlikten çok, Türkiye özelinde gözlenen kaos karakterli paradigmadan hareketle ortaya çıkan pragmatik bir tutumu ifade ediyor. Statüko tarafından fırsatların kaçırılması biçiminde resmedilen bu siyaset tarzı, bizce ileride sistemin efendisinden bağımsız bir yapılanmayı ve hatta yeni bir Osmanlı ruhunu ortaya çıkarabilecektir. Potansiyel olarak varolan bu süreçte bilhassa iç siyasada ortaya çıkabilecek engeller yetkin ve kararlı bir siyaset pratiğiyle aşılabilecektir. Yeter ki kendimiz gibi düşünelim.

  • MEHMET BÜTÜNER / SOSYOLOG

    TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ

    Kontrollü gerginlik, sahte iyimserlik

    İki ülke ilişkilerinde son yıllarda görülen iyimserlik havası sona eriyor. Rahıuzo bağlamında başlayan, sirtaki ile sürdürülen bu hava Grek tarafının milli politikaları için faydalı olmayacağı düşüncesi ile sona erdirilmektedir, muhtemelen Grek tarafı Türkiye'yi uluslararası alanda zorlayıp taviz kopartmaya yönelik "kontrollü gerginlik" politikasına dönecektir. Geçmişi hep gerginlikle dolu olan Türk-Yunan ilişkilerinde Yunan tarafının görece başarılı bir şekilde uyguladığı kontrollü gerginlik politikası özetle anlaşmazlıkları tırmandırarak neredeyse silahlı bir çatışmanın arefesine kadar getirmekte.

    Yunanlılar karşısında reaktif politikalar işleyen Türk tarafının askeri tebbirlerini bahane ederek dönüp Türkiye'yi uluslararası alanda saldırgan taraf olarak tescil etmeye yönelik uygulamalar içermekte idi (örn. Kardak krizi). Bu ortam içinde Yunan tarafı Türkiye'ye karşı her alanda hasmane faaliyetler yürütüyor.

    "Düşmanımın düşmanı dostumdur" siyaseti işliyordu. Ermeni ASALA terörüne verilen desteği takiben Yunanistan PKK'ya destek veriyor, bazı emekli generaller Türkiye ile ilişkileri bozuk olan ülkeler Suriye ve Ermenistan üzerinde Türkiye'yi çevreleme politikaları uygulamaya çalışıyorlardı. Bu gelişmeler karşısında reaktif uygulamalara başvuran Türk dış politakası yeterli kalıyordu. Ancak PKK terörizmin lideri Abdullah Öcalan Yunan büyükelçiliğinde elegeçirilince dünyanın gözleri önüne Yunanlılar'ın teröristler ile işbirliği yaptığı serilmişti. Yunanlılar'ı dünyanın gözünde mahkum eden bu gelişmeden kurtulmanın en iyi yolu Türkiye ye sahtekar bir zeytin dalı uzatmaktan geçiyordu ve Yunanlılar son birkaç yılda iyiliksever bir görüntü çizerek yine Türk-Yunan ilişkilerinde belirleyici rol oynadılar.

    Her ne kadar inkar ediliyorsa da Yunanistanlı politikacılarda asker-siyasetçi-kilise üçgeninde özenle korunan ve uygulanan "Megalo İdea" Büyük Yunanistan hayali önemli yer tutmaktadır, ayrıca Yunan Ortodoksi "Megao İdea" Yunanistan iç konjonktüründe başat bir rolde tutmuş ve tutmaktadır. Ege Denizi'ndeki son gerginlikler bahane edilerek oluşturulmak istenen hava Yunan tarafının telaşını da ortaya seriyor, zira Türkiye'deki güçlü hükümet yapısı, ekonomik göstergelerin hızla düzelmesi AB'ye giriş için Türkiye'nin avantajlı bir konum elde etmesi son olarak da Irak Savaşı sırasında izlenen politikaların AB nezdinde Türkiye'nin elini güçlendirdiği gibi ABD ile ilişkilerde de (Türk tarafı dikkatli davranırsa) yeni bir başlangıca yöneliyor olması Yunan tarafında Türkiye ile ilişkileri yürütenleri (politic maker) rahatsız etmiştir. Türkiye'ye karşı avantajlı konumu, özellikle silahlı kuvvetlerinde (her alanda) Türkiye ile mücadele edebilme kabiliyeti anlayışını yitirme korkusu içindedirler.

    Türk-Yunan ilişkilerini incelerken asıl fikir verici olan Yunan milli politikaları gölgesinde Yunanistan Silahlı Kuvvetleri'nde meydana gelen değişiklik ve gelişmelerdir.

  • AYDIN ÇETİNER / ARAŞTIRMACI

    'Sivil toplum' nedir, ne değildir?

    Toplum, gerçek özlem ve talebini ancak özgür bir ortamda ifade edebilir. Öncelikle yapılması gereken, etkili ve güçli bir sivil toplum hareketi başlatmak, egemen güçlere karşı özgürlük mücadelesi vermektir.

    Sivil toplum nedir, neden sivil toplum hareketi resmi olmayan her hareket sivil toplum hareketi, her kuruluş sivil toplum kuruluşudur. Başta siyasal partiler, dernekler, vakıflar, sendikalar, kulüpler, ticari ve sınai meslek odaları... hepsi birer sivil toplum kuruluşudur.

    Demokrasilerde devletin en etkili denetim mekanizması sivil toplum kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlar aynı zamanda kalkınmanın dinamiğidir.

    Dünya küçüldü, okuyor, geziyor, görüyoruz. Kalkınmış ülkeler var, geri kalmış ülkeler var. Ortak noktaları şu: Hangi ülkede toplumun özlem ve talebiyle devletin istekleri uyum içinde ise, o ülkede huzur ve kalkınma, çelişiyor ise huzursuzluk, geri kalmışlık ise kan, gözyaşı ve ızdarıp vardır.

    Buna en somut örnek Kuzey ve Güney Kore. İkisi de aynı kavme mensup, aynı şartlara sahip toplumlar. Güney Kore kalkınır iken, atılım üzerine atılım yapar iken Kuzey Kore aç, biilaç. Neden? Çünkü Güney Kore'de, Kore halkının talepleri ile devletin istekleri uzlaşıyor. Bu uzlaşma huzur doğuruyor, kalkınma sağlıyor. Kuzey Kore'de ise çelişiyor. Bu çelişki halkı huzursuz ediyor, ülkeyi geri bırakıyor.

    Bizde de bu devletin istekleri mutsuz, milletimizi huzursuz etmekte, ülkemizi geri bırakmaktadır. Birtakım, emperyalizmin emrindeki güç odakları, baskı grupları bu çelişkiyi çatışma haline getirmek; ülkemizi kan, gözyaşı ve ızdırap içine itmek istemektedir.

    Bu durum ülkemizde, "Devletin istekleri özlem ve talebiyle uyumlu olarak zorunda. Siyasal irade lobilerde, localarda, şurda burda değil Meclis'te tecelli etmelidir. Milli irade üzerinde hiçbir beşeri güç tanımıyoruz..." diyebilecek şuurlu, kararlı ve güçlü bir sivil toplum hareketinin olmadığından ileri gelmektedir.

    Toplum, gerçek özlem ve talebini ancak özgür bir ortamda ifade edebilir. Öncelikle yapılması gereken, etkili ve güçli bir sivil toplum hareketi başlatmak, egemen güçlere karşı özgürlük mücadelesi vermektir.

    Bir hareketin başlaması ve başarılı olması için, herşeyden önce, o hareketin psikolojik ve kültürel ortamanını ve fikri altyapısının hazırlanması gerekir. Sağlam bir altyapıdan yoksun üstyapı kurumları en ufak bir darbede çözülmeye ve çökmeye mahkumdur.

  • METİN KÖSE / EĞİTİMCİ

  • BERCAN TUTAR
    Amerikan medyasında, George W. Bush'un ABD Başkanları arasında entellektüel birikim açısından "hafif siklet" diye nitelenmesi boşuna değil. Sadece "macera kitaplarını" beğendiğini, uzun raporlar ile brifinglerden sıkıldığını belirten Bush, The New York Times gazetesinin yazdığına göre 'ağır' kitapları eski bir kütüphane memuresi olan eşi Laura Bush'a okutuyormuş. Yine aynı gazetenin kültür sanat sayfasındaki alternatif değerlendirmeleriyle göz dolduran Michico Kakutani, Beyaz Saray eski sözcülerinden David Frum'un bu yıl (Ocak 2003) yayımladığı "The Right Man - Doğru Adam" adlı anı kitabında Bush'u, "ilgisiz ve kolayca ikna edilebilir" biri olarak tanımladığını aktarıyor. Kakutani, ilginç tespitler bulunan yazısında, Amerika'nın iç ve dış siyasetini Beyaz Saray'da oturanlardan daha çok kartvizitinde politik yorumcu, stratejist, düşünür veya tarihçi yazan insanlara ait kitapların şekillendirdiğini belirterek, Amerikan kabinesindeki etkili her ismin, hatta okumayla arası iyi olmayan Bush'un bile, bir mürid gibi bağlı olduğu birer yazarı ile en az birkaç baş ucu kitabı olduğunu ifade ediyor.

    Dünyadaki herkes artık Kızırderili

    Şu sıralar Beyaz Saray'da oturan kadrolar arasında, daha çok uluslararası ilişkileri moral değerlere oturtan ve dinsel dozu ağır basan kitaplar revaçta. Liste başı olan kitaplar genellikle "Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi" ile ilgili. Bu projeye imza koyan bazı teorisyenler son zamanlarda düşüncelerini peş peşe kitaplaştırdılar. Dünyaya ve Amerika'ya yol gösteren bu çalışmaların çoğu sanki Pentagon'un kışla bülteni havasında yazılmış. Bu kitaplardaki mistik kavramlarla yüklü varsayımları uygulamak için hiç kimsenin 'en sevdiğim düşünür İsa'dır' diyen Bush kadar istekli davranmadığı belirtiliyor. Bu yüzden Beyaz Saray'a ve dolayısıyla dünyaya yön veren kitapların çoğu neo-muhafazakar kadrolara ait. 1980'lerden sonra giderek bir akıma dönüşen neo-muhafazakarlığın asıl mimarı ise Leo Strauss. Yale Üniversitesinde Siyasi Felsefe dersleri vermiş olan Strauss; Samuel Huntington, Fukuyama, Robert Kagan, Kristol, Eliot A. Cohen gibi Beyaz Saray'ın dediklerine ve yazdıklarına değer verdiği danışman ve akademisyen kitlesinin bizdeki anlamıyla 'üstadı' olarak gösteriliyor.

    Kendilerine caka deyimle 'neo-con' diyen bu yeni sağcıların şu sıralar keyfine diyecek yok. Çünkü yıllar önce önerdikleri politikaları hayata geçiren bir kadro var şu an Beyaz Saray'da. Reagan ve Baba Bush gibi Cumhuriyetçi iktidarlar döneminde etkin şekilde kadrolaştılar ve fikirlerini uygulama fırsatlarını çok iyi değerlendirdiler. Edmund Burke, Makyavel, Hobbes, Nietzsche gibi elitist, devletçi ve sosyal Darwinistçi bir gelenekten beslenen Amerikan yeni sağ ideolojisinin en önemli özelliği şirketler demokrasisi diyebileceğimiz oligarşik bir sermaye diktatörlüğünü savunması ve bunu Amerika'da hayata geçirmesidir.

    Hobbes'un mutlak devlet ve egemenlik öğretisini teknoloji harikası (!) silahlarla yeniden tedavüle sokan Amerikalı neo-muhafazakarların son zamanlardaki en 'kankusturucu' atağı: "Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi". Bu projeyi kısaca şöyle ifade ediyorlar: Uluslararası şirketlerin temsilcisi konumundaki Beyaz Saray kabinesi, finansörleri olan firmaların çıkarlarına uygun bir dış politika izleyerek Avrupa, Asya ve Ortadoğu'yu hem ekonomik hem siyasi hem de askeri açıdan kuşatma altına almalı ve egemen güç olarak dünyaya yeni bir düzen vermeli. Orijinal adı "Staments of Principles" olan "Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi", 1997'de Robert Kagan ve William Kristol önderliğindeki bir grup danışman tarafından hazırlandı. Kısa bir süre içinde Bush'un Cumhuriyetçi hükümetinin "amentüsü" haline gelen proje, yeni gelişmelere göre revize edilip Eylül 2001'de "Amerikan Savunmasının Yeniden İnşası" başlığıyla Bush'a bir kez daha sunuldu. Bu revize edilmiş raporu şu cümleyle özetlemek mümkün: "21. yüzyıl, ABD'nin küresel hegemonya çağıdır." Raporda, Amerika'nın bu amacına ulaşması için "üç tarz-ı siyaset" önerilmiş: Güçlü bir ordu, yayılmacı bir ekonomik ve siyasal küreselleşme ile militer bir dış politika. Bu projeyi imzalayanlar arasında Cheney, Rumsfeld, Wolfowitz, Cohen, Kristol, Robert Kagan, babası Donald Kagan, ABD eski Eğitim Bakanı William J. Bennett, Alan Keyes (muhafazakarların başkan adayı), Fukuyama, Dan Quayle(Raegan'ın yardımcısı) ile 'Kranlıklar Prensi' Richard Perle gibi etkili isimler var.

    Bush'un "Yüksek Komutası"

    Michico Kakutani, geçen yaz Bush'un başucu kitabının, Marquis James'in yazdığı Teksas Eyaleti'nin kurucusu Sam Houston biyografisi olduğunu söylüyor. Likör ve kadın düşkünü olan Sam Houston'un lakabı Kızılderili reislerden olan Cherokee'ymiş. Yani büyük sarhoş. Bush'un eski bir alkolik olduğu gözönüne alındığında kitabın pek yerinde bir seçim olduğu ifade edilen yazıda, Bush'un okurken çok etkilendiği ikinci eser ise Eliot A. Cohen'in "Supreme Command: Soldiers, Statesmen, and Leadership in Wartime-Yüksek Komuta: Savaş Zamanında Askerler, Devlet Adamları ve Liderlik" adlı kitabı olduğu kaydediliyor. Cohen, Savunma Politikaları Departman'ında, Karanlıklar Prensi Richard Perle'ün emri altında çalışmış bir akademisyen. Cohen'in öğretim görevlisi olduğu dönemde bu bölümün dekanı, geçenlerdeTürkiye hakkında zehir zemberek açıklamar yapan şu anki Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı olan Paul Wolfowitz'di. Amerikan yönetiminin en etkili teorisyenlerinden biri olan Kristol, Lawrance F. Kaplan ile bu yılın başında "The War Over Irak: Saddam's Tyranny and American Mission - Irak Savaşı: Saddam Diktatörlüğü ve Amerika'nın Misyonu" adlı ortak bir çalışma yayımladı (Şubat 2003). ABD'nin Irak'ı özgürleştirme (!) projesini ayakta alkışlayan cümlelerle başlayan kitap, izlediği militer dış politikalardan dolayı Bush'u selamlayan satırlarla son buluyor.

    "Savaş generallere bırakılmayacak ciddi bir iştir"

    Beyaz Saray'da bunca gürültü koparan "Supreme Command" kitabı Haziran 2002'de yayımlandı. Amerikan medyasının bir mit haline getirdiği kitaptaki en dikkat çekici argüman; politik stratejilerin askeri yöntemlerle hayata geçirilmesi gerektiği tezi. Elliot A. Cohen'in kitabı, 1.Dünya Savaşı Fransa'sının Başbakanı Georges Clemanceau'nun ünlü ifadesinde şekillenen, "Savaş generallere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir" fikri etrafında dönüyor. Gazetedeki değerlendirmesinde, Rumsfeld'in şu sıralar iki baş ucu kitabı olduğunu belirten Kakutani ilkinin, William Manchester'ın Winston Churchill'in yaşamını anlattığı "The Last Lion - Son Aslan", ikincinin ise Roberta Wohlstetter'in savaş dönemlerinde ülkelerin istihbarat zaaflarını ve siyasilerin karar alma süreçlerindeki hatalarını anlatan çalışması, "Pearl Harbor: Warning and Decision- Pearl Harbor: Uyarı ve Karar" olduğunu kaydediyor.

    Sadece Irak işgalinde değil son yirmi yıllık Amerikan politikalarındaki tüm önemli kararlarda imzası bulunan bir isim Dick Cheney. Cheney'nin, 11 Eylül saldırısından sonra eline aldığı ve bir daha da düşürmediği bir kitap var. Adı, 'An Autumn of War - Bir Savaşın Sonbaharı'. Klasik bir askeri tarihçi olan Victor Davis Hanson tarafından yazılan kitap, Ağustos 2002'de çıktı. Arka kapağında Robert D. Kaplan ve Donald Kagan'ın birer paragraflık övgüleri yer alıyor. Newsweek dergisine, Hanson'un kitabı için "Düşüncelerimi yansıtıyor" diyen Cheney, Michico Kakutani'nin yazdığına göre, kitaptan o kadar etkilenmiş ki, Victor Davis Hanson'ın şerefine bir akşam yemeği bile vermiş. Hanson bu kitapta, eski Yunanlıların savaş felsefesini yüceltiyor. "Savaş kötü de olsa uygarlıkların geleceği için kaçınılmazdır" düşüncesinden yola çıkan yazar, savaşın her zaman adil, ahlaki ve haklı olmasının şart olmadığı sonucuna ulaşıyor.

    Yanlış giden neydi?

    Newsweek Dergisi, 11 Eylül saldırısından sonra Cheney'nin odasına kapanıp kitle imha silahları hakkında çeşitli kitaplar okuduğunu ve Princeton Üniversitesi tarih profesörlerinden Bernard Lewis başta olmak üzere bazı Ortadoğu uzmanları ile sık sık görüştüğünü yazdı. Cheney'nin en değerli yazarlarından biri olan Bernard Lewis'in, son kitabı "What Went Wrong? Western Impact and Middle Eastern Response-Yanlış Giden Neydi? Batı Etkisi ve Ortadoğu'nunTepkisi". Rumsfeld'in başında olduğu Savunma Bakanlığı tarafından finanse edilen Ortadoğu ile ilgili bir çok projenin başında yer almış bir isim Lewis.

    Dünyadaki pek çok entellektüel, Bush ve tayfasını savaşa ikna eden asıl güç olarak, Amerikan yönetimiyle sıkı ilişkiler içinde olan bu düşünür ve yeni sağcı yazarları görüyor. Bu savaş çığırtkanı akademisyenler içinde en fanatik olanı ise Robert Kagan. "Of Paradise and Power: America Vs. Europe in the New World Order- Güç ve Cennete Dair: Yeni Dünya Düzeninde Avrupa Versus Amerika" adlı kitabında, Amerika'nın dünyada kurmak istediği siyasal ve ekonomik hegemonya projesini Makyavelci bir yaklaşımla meşrulaştırıyor. Amerikalıları savaş yanlısı tutumlarından dolayı kutsayan Kagan, Amerikalıların savaş tanrısı Mars'tan Avrupalıların ise rahatına düşkün aşk ve güzellik tanrısı Venüs'ten geldiklerini iddia ediyor.

    Kitapların gücü

    Dijital ve görsel bir çağda, yazının korunaklı kalesi olan kitapların bir iktidar odağı olarak Amerika'yı dolayısıyla dünyayı nasıl değiştirdiğini görmek insana hala hem umut hem de korku veriyor. The New York Times gazetesindeki yazısında her ABD Başkanının birer baş ucu kitabı olduğunu söyleyen Michico Kakutani'nin tespitlerinden bazıları oldukça düşündürücü. Kakutani özetle şu ilginç örnekleri sıralıyor: "1960'lı yıllarda Kennedy ve Johnson arasında giderek şiddetlenen yoksullukla savaş politikalarında son sözü Micheal Harrington'un "The Other America- Öteki Amerika" adlı kitabı söylemişti. Beyaz Saray üzerinde büyük etkiler yaratan bu kitaptaki tezler, "Büyük Toplum" adı altında adeta bir kurtuluş reçetesi gibi hemen hayata geçirildi. Ronald Reagan'ın kendisine ithaf edilen George Gilder'ın "Wealth and Poverty-Refah ve Yoksulluk" adlı çalış masını bir parti programı gibi harfiyen uygulaması, pek çok yazarın düşünü kurduğu bir rüyaydı. Reagan'dan sonra dizginleri ele alan yardımcısı Baba George Bush döneminde piyasaya sürülen projelerin hemen hepsi Martin Gilbert'in imzasını taşıyordu. Gilbert'in "The Second World War-İkinci Dünya Savaşı" adlı kitabı, deyim yerindeyse Baba Bush'un dünyada ve Ortadoğu'da izlediği politikaların amentüsüydü. George Bush'tan sonra Clinton'la birlikte iktidara gelen kitap, Robert D. Kaplan'ın "Balkan Ghosts?-Balkan Hayaletleri" oldu. Kitap, Balkan coğrafyasındaki kin ve nefret tohumlarının Amerika'ya kısa ve uzun dönemde ne tür zararlar vereceği uyarısında bulunuyordu. Bill Clinton ancak, bu kitabı okuduktan sonra Sırbistan'a müdahale etmeye karar verdi. Pasif dış politikadan yana olan Clinton'ı hiç bir şeyin bu kitap kadar etkilemediği söylenir."

    Devlet Bakanı Beşir Atalay'a
    -AÇIK MEKTUP-

  • Av. HAYDAR MERMER
    Türk halkı, devlet eliyle işlenecek bir cinayete daha tanıklık etmenin arefesinde bulunuyor. Yıllardır katıldığımız ve sürekli hezimete uğradığımız halde, anlaşılmaz bir inat, ısrar ve israfla katılmaya adeta müptela olduğumuz Eurovizyon şarkı yarışmasında bu kez mutlak başarılı olacağız. Belki birincilik kürsüsüne bile çıkarız kimbilir. Çünki; dahiyane(!) bir fikir ile birinci gelmenin formulü bulundu!. Kendi dilinle ve kendi şarkınla sonuç alamıyorsan, başkasının lisanıyla ve başkasının şarkısını terennüm ettir... bak nasıl gelecek kupalar bak nasıl dünya ayakta alkışlayacak bizi..

    Hani geçmişte Türkiyemiz Güzellik yarışmasına Keriman Halis ile katılmıştı da jüri üyesi bir zevat " Beyler! yüzyıllardır yabancı erkeklere kendini haram eden müslüman Türk kadını, karşımızda soyunmuş ve beğenilmek yarışına girmiş. Ne kadar güzel olduğu veya olmadığı hiç önemli değil. Müslüman Türk kadını karşımıza böyle arz-ı endam etmişse el hak birinci olmalıdır..." demiş ve bize gurur ve sürur lütfetmiş(!) idi. İşte şimdi de bu manzara karşısında yine bazı zevatlar ayağa kalkarak "Beyler! tarihin en köklü milletlerinden olan Türkler, Uluslarasası bir yarışmada bizim dilimizle şarkı terennüm ediyor ve kendilerini beğenimize taktim ediyorlar. Kendilerini millet yapan lisanlarını, kendi çoğrafyalarından kovmaya başladılar. Bir düşünün! bizler için bu ne büyük devlet bu ne büyük saadet . Şarkının ne dediği ve nasıl icra edildiği hiç önemli değil ... İmparatorluk varisi Türkler 300 milyon insan tarafından değişik coğrafyalarda konuşulan ve bir dünya dili olan Türkçeden vazgeçiyorlarsa; elhak Türler birinci olmalıdır..." diyecekler ve biz göğe yükseleceğiz.!

    Bu millet tarihinin, kültürünün, değerlerinin yağmalandığını çok gördü ve bu hususta yarası da kapanmış değil. Ancak, bu katliamın kendinden bildiği AKP iktidarında yapılacak olmasına inanmak istemez, inanamaz. Belki bir kabustur geçer diye düşünür. Ama heyhat,,, halkım duysun ki bu böyle olacak hem de AK parti iktidarında ve Prof. Dr. Beşir ATALAY bakan iken..

    Sayın Bakan... Bu cinayet gerçekleşir ve dilimiz Tüm dünyanın şehadeti ile bir grup maymun yüreklilerce katledilir ise; Türk halkına, Türk Dünyasına, İslam ülkelerine ve tüm dünyaya bunu nasıl izah etmeyi düşünüyorsunuz. Dillerini koruyamayan nice milletlerin bir zaman sonra vatanlarını ve hatta dinlerini dahi kaybettiklerini ve yok olup gitmiş olduklarına tarihin şahitlik ettiğini bilmiyormusunuz.!!!

    Müstemleke ülkelerin bile kabul edemeyecği bir zilleti neden, ne için ve kimin hatırına çekeceğiz. Çocuklarımıza dilinize sahip çıkma şuurunu nasıl ve hangi cümlelerle vereceğiz. Allah Aşkına Milli bir cinnet mi geçiriyoruz; neler oluyor.

    Bu ihanet bu iktidar eliyle yapılmamalı ve bu cinayet Beşir ATALAY'a işlettirilmemeli. Bu millete ahirette Şefaat edecek olmadığınıza göre dünyada iken ve yetki sahibi bir Bakan olarak faydalı olmanız gerektiğini ve gerekli müdaheleyi yaparak bu yarışmadan çekilme kararını almanızı diliyorum.

    Belki, birileri bu durumdan rahatsız olur ve olacaktır ama şuna katiyetle inanınızki; başınız göğe erer ve Milletin sinesinde yer alırsınız. Eğer böyle yapmaz, dilimizin dünya önündeki idamını seyreder ve hatta sehpasına siz tekme atarsanız, müztehzi tebessüm ile birbuçuk hain sizi alkışlar ama tarih önünde bu milletin 5000 yıllık şerefli tarihinin kara sayfalarında yer alırsınız. Vesselam




    Bu sayfada yayımlanan yazılar, seçici bir kurul tarafından incelenmekte ve Yeni Şafak'ın genel politikasına uygun yazılara yer verilmektedir.



  • 16 Haziran 2003
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED