AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Ortaçağ'dan günümüze tüccar taifesi

Son iki aydır döviz kurlarının düşüşü ile başladık, faizleri indirdik, Merkez Bankası'na dokundurduk, IMF'ye çattık, iç borç meselesini tarttık, böldük. Ancak hâlâ işin içinden çıkabilmiş değiliz. İktisatçıların içinden çıkamadığı böyle bir ortamda, bu süreçten en kötü etkileneceği iddia edilen ihracatçımız, açık sulara yelken açmaktan çekinmedi. Türkiye ekonomisinin bugüne dek büyümenin motoruna koştuğu reel TL ve yüksek reel faiz gazının artık iki yılda bire düşen kriz aralığı, motorda hal derman bırakmadığı için, dış ticaretle uğraşan insanımızın, kur riskinden ve dış rekabetten dolayı azalan kâr marjına rağmen, canla başla dış piyasalarda yer edinmeye çalışması hakikaten takdire şayan.

Tüccar taifesinin bu savaşçı ve maceraperest ruhu, kendisine nesilden nesle aktarılan genetik bir vasıf olsa gerek. Zira tarihin derinliklerine yaptığımız her gezintide karşımıza çıkan tacir tiplemesi, hiç de bugünün, dükkanında oturan esnaf tipine benzemiyor. Antik çağın en cesur tüccarları, denizcilikte mahir, kıtalar ötesi ticaret kolonileri kurmuş olan Fenikeliler'di. Eski Ahit'te, Süleyman Peygamber'in Eyle'den (bugünkü Ürdün'ün Akabe limanı) Ofir'e (muhtemelen Umman veya Hindistan sahillerinde bir liman) yaptığı seferin ticari bir vasfının olduğu ve yanında bu mahir denizci tacirleri de götürdüğü nakledilmektedir. İslam, yılda iki kez yaptığı ticaret seferleriyle Kuzey Arabistan'ı güneyi ile bağlayan bir kavme inmiş, tacir kolonizatör ve misyonerler, o zamanki dünyanın dört bir tarafına yayılmış ve gittikleri her yerle ticari ilişkiler kurmakla kalmamış, İslam'ın buralarda hakkıyla tanınması sağlayacak örnek şahsiyetler olmuşlardır.

Ortaçağ'ın kötü ulaşım imkanları; yolların en ufak bir hava muhalefetinde kapanması; tünel ve geçit gibi özellikle dağlık ve ormanlık bölgelerden geçişi kolaylaştıracak altyapının olmaması; nakliye vasıtalarının yavaş ve dönemin yol şartları karşısında dayanıksız kalması; eşkıya, haydut tehlikesine karşı paralı asker tutmanın maliyeti; buna karşın açık deniz ulaşımının fırtınalara dayanamaması; korsanların tüm denizlerde cirit atıyor olması; haraç, vergi ve koruma ücreti adı altında resmi soygunların geçilen her bölge, her kasaba, her köprüde karşınıza çıkıyor olması. Bunların hiçbiri dönemin tacirini durdurabilecek kadar tehlikeli olamadı.

Panayır ve fuarlar daha o zamanlarda ticaretin taraflarının bir araya getiren önemli buluşma noktalarıydı. Hatta bu fuarların bir kısmında tacirler geçmiş hesaplarını kapatıyor, senet ve banknotlar buralarda el değiştiriyordu. Bu tip mali ihtisas panayırlarının bir kısmında ticaret ikinci planda kalıyordu. Panayır ve fuarlar, pazar araştırma imkanlarının ve alternatiflerin sıfır olduğu bir dünyada, çoğu cins malın alıcıyla ancak bu ortamda bir araya gelebildiği, mübadele maliyetlerini azaltan mekanizmalardı. Büyük hane halkları, tımar sahipleri, göçebeler ve genelde civarda yaşayan herkesin dönemsel ihtiyaçlarını tek celsede karşıladıkları ve ürünlerini satabildikleri mekanlar olmuş buraları.

Yukarıda bahsettiğimiz şartlar, Cumhuriyet 'Türkiye'sinde bile uzun süre var olmuştu. Yaşı ilerlemiş tüccar akrabalarımızın ağzından dinlediğimiz anılar, bizim rahata alışmış kulaklarımıza masal gibi gelecek ölçüde Ortaçağ şartlarını hatırlatıyor. Artık şartlar değişmiş de olsa, tüccar taifesinin kanındaki bu maceraperest ruh, büyük ölçüde yaşıyor. İşte bu sebeple, Türk insanı, kurlardaki gelişmelere ve dış rekabete kulak asmadan Avrupa'ya, Amerika'ya, Asya'ya ve Afrika'ya sefere çıkıyor ve buralarla ticari ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor.

Bir de devletin şartları kolaylaştırıcı imkanlarını arkalarında hissedebilseler.


17 Haziran 2003
Salı
 
MELİKŞAH UTKU


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED