AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
'Cola Turka'ya ve 'alaturkalık'a devam

Dünkü yazıda bir "Cola Turka" açmış ve elimizdeki ürünün televizyon kanallarını işgal etmiş olan reklamından söz etmeye başlamıştık...

Herşeyden önce, reklamın, tanıtımını yaptığ ürün gibi epeyce "alaturka" olduğundan söz etmiştik. "Dünyaya açılan", AB'ye adımını atmaya hazırlanan Türkiye'nin en ünlü reklamcılarının elinden çıkan reklamlar hâlâ anadilleri Türkçe olmayan insanları Türkçe konuşturarak izleyenleri eğlendirmeye çabalıyordu....

Dünkü yazıda söylemeyi unutmuşum, bugün hatırlatayım bari: Türkler, ortak dilleri olan Türkçenin de diğer diller gibi istenirse öğrenilebilir ve basbayağı bir ifade aracı olarak kullanılabilir "normal" bir dil olduğuna ne zaman kanaat getirecekler?! Herhalde bu iş için de AB üyeliğini beklemek gerekiyor; Türkçe ne zaman ki, diğer üyelerin dilleri gibi AB organlarında kabul görecek, herhalde ancak o zaman biz de "yabancılar"ın Türkçe konuşmaları karşısında bu kadar etkilenmeyecek ve eğlenmeyeceğiz... Unutmadan şunu da ekleyeyim: Dilinin "yabancılar" tarafından da kullanılabildiğine şaşıran toplumları niteleyen en yerinde sıfat "alaturkalık"tır. (Bu çerçevede çok ilginç olması bakımından şunu da hatırlayın: En ünlü güldürü sanatçılarımız bile milleti güldürmek için başta Arapça olmak üzere hâlâ "yabancı" bir dilde konuşur gibi yapmıyorlar mı?)

Neyse... Biz dönelim yine "Cola Turka" reklamının yapımcısı Serdar Erener'in asıl mesajlarının "positif milliyetçilik" olduğu yolundaki açıklamasına:

Besbelli ki ünlü reklamcı hazırladığı filmde "Dağ başını duman almış" marşının söylenmesinden ya da "dolma"nın gündeme gelmesinden dolayı biraz "mahcup". Öyle olmasa yaptıkları işin ana mesajı olarak durduk yerde "positif milliyetçilik"ten söz eder miydi? Yani onların yaptığı iş başka; her ne kadar New York caddelerinde elinde Türk bayraklarıyla tezahürat yapan gençleri ve "Dağ başını..." görüyorsanız da, sakın yanılmayın bunun adı milliyetçilik değil, bu bir "pozitif milliyetçilik"! Çünkü malûm; milliyetçiliğin "negatifi" bu camia ile uyuşmuyor...

İsterseniz şimdi de biraz "teorik" cenaha doğru ilerleyelim ve soralım: Peki, bu zamanda milliyetçiliğin "pozitif"inden hâlâ söz edilebilir mi? Benim yazdıklarından çok bilgilendiğim bir siyaset felsefecisi olan Passerin D'Entreves'i dinleyecek olursak, "milliyetçiliğin" böyle bir türünden söz etmek mümkün. D'Entreves, kin ve antagonizm yaratmayan bu milliyetçiliğin ancak, bir zamanlar Renan'ın ifade ettiği gibi, bir aktif bireysel katılımın olduğu, yaşayan, spiritüel bir tarzda ortaya çıkabileceğini söylüyor. Bu tür bir milliyetçilik anlayışı kaçınılmaz olarak "kültürel bağ"ın öneminin tanınması üzerine kuruludur. Peki bunun dışında milliyetçiliğin "negatifi" gibi "pozitifi"nden de övgüyle söz etmek artık (yani hele de bu çağda) mümkün müdür?

Doğrusu ben sanmıyorum. Eski bir yazımda da söylediğim gibi, "milliyetçiliğin" aslında insanlık tarihinde ortaya bir kültür koymadığı, koyamadığı da söylenebilir. Milliyetçilik, insanlık tarihinin "devede kulak" misali çok mu çok kısa olan tarihinde ortaya asıl olarak "kin ve antagonizm" çıkarmıştır. Hatırlamaya çalışın; "milliyetçilik" düşüncesine ya da ruh haline dayalı kaç büyük eser hatırlıyorsunuz? Çok az, neredeyse yok gibi değil mi? Çünkü D'Entreves'in de pek güzel açıkladığı gibi, "milliyetçilik" ve "milli duygular" aslında tarihte "iktidarın bir eseri"dir.

Sanmam ama aranızdan belki bazıları "Ne yani, "dolma" gibi 'Dağbaşını duman...' da milliyetçiliğin tadını çıkarabileciğimiz güzel ürünlerinden değil mi?" diye sorabilir. Hemen cevap verebilirim: Hiç de değil; çünkü bütün bu "yeme-içme", "oturup-kalkma", "çalıp-söyleme" gibi hoş "milli" özellikler aslında, latin kökenli batı dillerinde "nation" olarak geçen "millet"in etimolojik olarak işaret ettiği ("doğulan yer" ya da Osmanlı'daki "milletler" gibi etnik ya da coğrafyasal oldukça karışık bir bölünme) alanla ilgilidir. Yani daha derli toplu olarak ifade edecek olursak, "vatanseverlik", yakın tarihin "ulus-devletleri" tarafından ne kadar istismar edilirse edilsin dünyanın her köşesinde saf, anlamlı, yapaylıktan uzak bir duygudur. Belki gereksiz ama D'Entreves'in "ulus-devlet" öncesi politik düşünce ve eylemine ilişkin şu tespitini de aktarayım: Modern anlamda politikayı kuran üç büyük düşünür, yani Makyavel, Hobbes ve Bodin açısından "Devlet"i anlamak ve kurmak için "millet" ya da "milliyetçilik" ve "milliyet" kavramlarına hiç gerek yoktur. Yani kısacası "milliyetçilik" insanlık tarihinde daha "dünkü çocuk"tur!

Ama bakın Serdar Erener bize "pozitif milliyetçilik"i öneriyor.... Hem de bu ülkenin hiç değilse 80 yıllık tarihini şekillendirmeye çalışmış bir "negatif milliyetçilik" öylece ortada dururken... Aslında yanlış anlaşılmasın, pekâla olabilir, o da böyle bir "tez"i savunabilir tabii ki... Ben sadece "popüler kültür" üreticilerinin hangi sularda dolaştığına dikkat çekmek için yazıyorum bu satırları... Ve tabii bir de, "görmemişin oğlu olmuş" misali, reklamcıların bu "bomboş" meydanda nasıl rahat at oynattıklarına dikkat çekmek için...

Çekelim bir yudum daha şu "Turko"dan ve bakalım söylendiği gibi gerçekten "pozitif" miymiş, "Dağbaşını..." söyletiyor muymuş?


13 Temmuz 2003
Pazar
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED