AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Girisimci düs görendir!

Tarih düş görenlerin mülküdür. Dünyayı düşler değiştirir. Bahse girerim ki, bugün dünya tarihini şekillendirmekte olan bütün insanların gençken büyük düşleri olmuştur. Kişiliği yapan, düşlerdir. Beşerî kaderi onlar denetler. Seyir halindeki geminin dümenidir düş. Küçük ve gözden ırak görünebilir, fakat geminin rotasını o belirler. Düşsüz hayat, dümensiz gemi gibidir.

Bahtıyar Bey, çekirdekten yetişme bir girişimci. İlk şirketini kurup vergi dairesine başvurduğunda, henüz yaşı tutmadığı için başvurusu geri çevrilmiş. Şirketi tescil ettirmek için yıl sonuna kadar beklemiş. Bir konuşmamızda şöyle demişti:

"Hayat bize riske atılmayı öğretti. Üniversiteler ise riske karşı tedbir almayı öğretiyor." Haklıydı. Üniversite, düş kurduran değil, düşleri yorumlamaya çalışan bir kurum.

Oysa "tarih düş görenlerin mülküdür. Dünyayı düşler değiştirir. Bahse girerim ki, bugün dünya tarihini şekillendirmekte olan bütün insanların gençken büyük düşleri olmuştur. Kişiliği yapan, düşlerdir. Beşerî kaderi onlar denetler. Seyir halindeki geminin dümenidir düş. Küçük ve gözden ırak görünebilir, fakat geminin rotasını o belirler. Düşsüz hayat, dümensiz gemi gibidir."

Bu sözlerin sahibi bir filozof değil, işadamı. Kim Woo-Çoong bundan 40 yıl kadar önce üniversiteyi bitirdiğinde, ülkesinin (Güney Kore) kişi başına milli geliri 70 dolardı; bugün 9000 dolar. Kim'in kurduğu Daewoo ise sayısız global şirketi çoktan sollamış bulunuyor. "Seul'ün Çangçung-dong semtinde oturuyorduk ve Yonsei Üniversitesi'ne gitmek için her gün iki saat yol teperdim. Cebimde metelik olmazdı, ama düşlerim vardı. Gece geç saatlerde kütüphaneden çıkarken veya başımı kaldırıp göğün derinliklerine bakarkenki duygularımı hâlâ hatırlarım. Sanki bütün dünya benimdi, kâinatı kollarımın arasına alabilirdim sanki. Hiçbir şey imkânsız gözükmüyordu. Gençliğin hayat veren gücü içimi dolduruyor, kalbimi hayallerle süslüyordu. Beni durdurabilecek hiçbir şey yoktu."

Paranın kokusunu alıyor

Louis Kraar, Kim için "Paranın kokusunu alan adam" diyor. Tipik bir kapitalist-girişimci. Yirmiden fazla ana şirketi ağır sanayiden elektronik eşyaya, bankacılıktan otel zincirlerine, gemicilikten piyano imalatına kadar sayısız alanı kuşatıyor.

Klasik gelenekte, liberallar de, Marksistler de üç aşamalı bir kapitalizm kronolojisi kabul ediyorlardı: tüccar sermaye, endüstriyel sermaye, malî sermaye (finans kapital). Fizyokratlardan ve 19. yüzyılda Saint-Simon'dan kalma bir anlayış olarak, sanayi sermayesi dışındaki sermayelere ahlâken şüpheli bir gözle yaklaşıyorlardı:

Hakiki kapitalist sermaye, sınaî karakterli olandı. Braudel bu görüşün tarihen temelsiz olduğunu, kapitalistlerin her devirde ve her yerde, kârlı gördükleri her alana kaydıklarını tesbit etmektedir.

"İktisadî hayatta yüksek kârların elde edilebileceği sektörler vardı ve bunlar biteviye değişiyorlardı. Ne zaman kârlılıkta bir kayma olsa, sermaye bunun kokusunu almada ve o yeni sektöre girip bollaşmada gecikmezdi. Kapitalizm tarihinin aslî özelliği, onun sınırsız esnekliği, değişme ve uyarlanma yeteneğidir."

İyimser olan başarır

Kim'in başat özelliği, iyimserliği. İş hayatında karamsarlığa kapılmak, başarısızlığın başlangıcıdır. Sahiplerinin, bankaların veya hükümetin terkettiği sayısız batak firmayı satın alıp düzlüğe çıkarmış. "Terk, eylemde kötümser olmaktır. Şirketlerini terkedenler imkânsızlıklardan dem vururken, ben gözümü imkânlara dikiyorum. Eğer ortada yüzde 1 başarı şansı varsa, hakiki işadamı o yüzde biri ateşi alevlendirecek kıvılcım olarak görür. İş hayatı bir artı birin iki ettiği bir alan değildir; orada bir ona, on elliye dönüşür. İşadamı sayıları böyle sayar."

İşadamı her zaman iyimser olmalı ve bir hayat felsefesine sahip bulunmalıdır. İnsanlar çoğu zaman ëfelsefeí sözünden hazzetmezler, diyor Kim. Fakat yaşayan bir felsefeye kendini adamadıkça, başarılı olunamaz. İnsan beyni kullanıla kullanıla gelişir. Birçok insan sessiz, gürültüden uzak yerlerde, deniz kenarı veya dağ başlarında düşünmeyi tercih ediyor; oralarda daha fazla fikir sahibi olunuyormuş. Hakikatte, gerçek fikirler ancak beyin hücrelerinin çalışır durumda oldukları zamanda ortaya çıkar. Günlük çalışma zamanı, düşünmek için en uygun zamandır. Dahası, ne kadar çalışırsanız o kadar yaratıcı olursunuz. "Gündüz ne kadar ağır çalışırsanız, geceleri rüyalarınız o kadar gerçekçi olur. Beyin dolu iken, rüyalar fantastiktir. Tecrübeme göre, rüya bir şeyi başarma arzusudur. Gençken babam benim bir işadamı olmam gerektiğini söylüyordu. Onun içindir ki ben de onbeşindeyken düşlerimde kendimi hep bir işadamı olarak görüyordum. Eğer âşık iseniz, düşte evlendiğinizi görürsünüz. Çok çalışırsanız, göreceğiniz düşler meselelerinizin çözümleridir."

Öncüler için dünya büyük bir yerdir; yapılacak sınırsız miktarda iş vardır orada. İnsanların daha önce hiç bulunmadıkları yerlere gitmek, hiç yapmadıkları şeyleri yapmak zorundasınız. Tarih, bu gibi şeyleri yapmaya arzulu olanlar tarafından inşâ edilmektedir. Bunlar gerçek öncülerdir. Öncülük tehlikeli fakat kaçınılmazdır. Daha önce hiç kimsenin geçmediği yolları arşınladıkları için, yeri geldiğinde lanetlenebilirler bile. Ancak ne tehlike, ne de tenkit onları yollarından alıkoyamaz. Tarih, milletlerin güç ve refahınınn öncülük ruhu üzerine bina edildiğini, kendinden memnunluk ve çekingenliğin felaketle sonuçlandığını göstermektedir.

"Daewoo'yu kurduğumuz yıllarda, ihracat değersiz bir iş gibi görülüyordu. Büyük şirketlerin hepsi ithalatçıydı; bir an için olsun ihracatı akıllarına getirmiyorlardı. Birçok kişinin muhalefetine rağmen, ihracat öncülüğünü başlattık biz. Ve başardık. Aptallığın şiarı, bir şeyi hiç denemeden imkânsız olduğunu söylemektir."

Daewoo'nun öncülük ruhu onlara sadece bilinen Avrupa ve Amerika pazarlarını değil, ülkelerinin diplomatik ilişki kurmamış olduğu birçok başka ülkenin pazarını da açtı: Sudan, Nijerya, Libya, Angola, Cezayir, Çin Halk Cumhuriyeti, Vietnam, Macaristan, Çekoslovakya, Sovyetler Birliği... Daewoo'nun kurduğu ticari ilişkiler zamanla bu ülkeleriin bir çoğuyla diplomatik ilişki kurulmasına yol açtı. Tıpkı ondokuzuncu yüzyılda çoğu Japon elçilik ve konsolosluklarının Mitsui'nin iş yaptığı ülkelerde açılması gibi.

Toplumu ilerleten yaratıcı azınlıktır

Tarihçi Toynbee, medeniyete katkısı olanların çok küçük bir "yaratıcı azınlık" olduğu görüşündeydi. Etkileri sayılarından değil, yaratıcılıklarından geliyordu. Toynbee'nin bu tarih görüşünü her hangi bir sosyal bilimcinin aktarması ve yorumlamasını kimse garip karşılamaz. Ben de yirmi yıl kadar önce Cemil Meriç'in kaleminden "Medeniyetlerin Ölümü"nü okurken aşina olmuştum bu görüşe. "Toynbee'ye göre medeniyet yaratıcı bir azınlıkla çok sert olmayan bir coğrafyanın eseri. Azınlığın yaratıcı gücü kaybolunca çöküş başlar; kalabalığa yol gösteremez artık. Toplum bölünür, yöneticiler eski zaferlerin hâtırasıyla sarhoştur. Çevrenin yeni yeni sorularına hep aynı cevabı verirler."

Azınlığın meydan okuma ruhu

Peki bu fikirleri bir işadamından duyduğunuzda tepkiniz ne olur? Belki herkesin haddini bilmesi, anlamadığı işlere karışmaması gerektiğini söylersiniz. İşadamının kendi işine bakması, bu gibi "ince" işleri de tefekkür ehline bırakması daha uygundur dersiniz. Bazıları sözünüze kulak verse bile, Daewoo'nun entellektül patronu sizi dinlemeyecek ve yüksek perdeden konuşmasını sürdürecektir: "Rakamlar bizi yanıltmamalı; çünkü bize sadece miktardan haber verirler ve bu onların sınırıdır. Mesela, içinde yüz inek ve bir insan olan bir çiftliğiniz varsa, rakamlar size sayının 101 olduğunu söyler; fakat azınlığın kudreti hakkında birşey söylemezler."

Kim Woo-Choong, azınlığın gücünü ispat için, Mısır'dan çıkan Yahudilerin nasıl Arz-ı Mev'ud'u ele geçirdikleri misalini veriyor. Kenan'a önce 12 kişilik bir keşif kolu gönderirler. Geri döndüklerinde, 10 tanesi Kenanîlerle başa çıkmalarının mümkün olmadığını söyler. Hem Yahudilerden daha uzun boyludurlar, hem de şehirleri muazzam surlarla çevrili bulunmaktadır. Diğer ikisi itiraz eder. Korkacak bir şey olmadığını, çünkü bu ülkenin kendilerine Tanrı tarafından vaadedilmiş olduğunu söylerler. Demokratik çoğunluğa göre karar vermiş olsalardı, Yahudilerin geri dönmesi gerekirdi. Fakat aksini yaptılar ve o iki kişiye uydular. Çoğunluk kararı her zaman tek başına tarihi şekillendirmez. Azınlığın meydan okuma ruhu daha etkilidir.


13 Temmuz 2003
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED