|

Afganistan tutanakları: 40 günlük yoldaşlık

Afganistan’la 40 gün. Hızır’la Kırk Saat şiirinden mülhem bu adı koydum. Kırk bahsi de benim için hep mühim oldu. Çil, Farsça 40 demekti ve Çile kelimesi de oradan geliyordu. Dervişler tekâmül için çilehanelerde kırk günlük bir inzivaya çekilir, orada çile çekerlerdi. Biz kırk gün Afganistan’la yoldaşlık ederek onun çilesine tanık olduk. Sonra ayrıldık ondan ve o yoluna devam ediyor. Bir başına sürdürüyor çile çekmeyi.

00:00 - 21/11/2021 Pazar
Güncelleme: 06:27 - 21/11/2021 Pazar
Yeni Şafak
Kâbil’deki ilk günlerimizde Taliban’a destek vermek üzere bir üniversitede kızların katıldığı gösteriyi takip ettik; bu da Taliban’la ilgili kaygı ve tereddütlerimi pekiştiren bir işlev gördü.
Kâbil’deki ilk günlerimizde Taliban’a destek vermek üzere bir üniversitede kızların katıldığı gösteriyi takip ettik; bu da Taliban’la ilgili kaygı ve tereddütlerimi pekiştiren bir işlev gördü.
AFGANİSTAN TUTANAKLARI/BÜLENT TOKGÖZ-6

Herat kalesinde halkla söyleşirken etrafımızı saran elleri tetikte adamların sırf duruşlarıyla bile temsil ettikleri şey basbayağı bir polis devletinden başka neydi ki? Müzeye giren iki hicaplı kızın üstüne silahıyla yürüyerek “Bunca erkeğin arasına girmeye utanmıyor musunuz, hayasızlar!” diye bağıran Talip ne çeşit bir rejimi temsil ediyordu ki?

  • Kâbil’deki ilk günlerimizde Taliban’a destek vermek üzere bir üniversitede kızların katıldığı gösteriyi takip ettik; bu da Taliban’la ilgili kaygı ve tereddütlerimi pekiştiren bir işlev gördü. Kapıdaki arama prosedürü hiç olmadığı kadar kaba sabaydı. Kulaklıklı telsizli korumalar Rambo’vari bir tarza çok erken fit olmuşlardı. Bu abartılı ve münasebetsiz tarz dışarıdaki gereksiz -bazukalı, uçaksavarlı- askerî yığınakla birlikte içerideki kızların toplantısını garip bir çerçeve içine yerleştirmeye yetiyordu.

Kampüs içine girdiğimizde kızların toplantısına katılamayacağımız söylendi. Ancak kadın gazeteciler içeri girebilirdi. Üç kamerayla dışarıda beklemek, kızların dışarı çıkması için aylak aylak dolaşmak durumundaydık. Sonra bir haber geldi, bize içeride bir brifing verileceği söylendi. Bir toplantı odası yabancı gazetecilerce dakikalar içinde doldurulmuştu. Biz üniversite yöneticilerinin oturduğu başka bir odaya alındık.


Gördüğüm en suratsız ve konukseverlikten nasipsiz Peştuların bu hocalar oluşuna eseflenmeye hazırlanırken programın değiştiği, bizlerin de kızların toplantısına katılabileceğimiz söylendi. Sadece bu gelgitler bile işlerin sallapatiyle ve el yordamıyla ilerlediğinin göstergesiydi.

HER KURUMUN BAŞINA BİR MOLLA

  • Bir konferans salonunu dolduran kızlar arasında yüzü açık bir tek fert bile yoktu fakat burkadan farklı bir kıyafete bürünmüşlerdi. İran’daki peçe gibi de değildi, bunlar bir çeşit siyah kukuletayı başlarına geçirmiş, gördüğüm en rüküş ve korkunç tesettür tarzının mucitleriydi. Burka bunun yanında zarif bir moda tasarımı sayılırdı. Afganistan’da böylesi bir giyim tarzına bir tek yerde bile rastlamamışken kim ne diye böyle bir türedi icada lüzum görmüştü. Batılı gazeteciler mal bulmuş Mağribî gibi talan ettiler bu görsel ganimeti. Taliban röveşatalık bir asist yapmıştı, kendi kalesine.

Onlarca erkek gazetecinin huzurunda bir kız kalktı ve Kur’an okudu o ara. Bir tilavet yarışmasındaymışçasına, teganniyle. Şunca yıl İslamcılık yapmıştım, Türkiye’de böyle bir hadise görmemiştim. Bunu bir tweetle ilk ben duyurdum ve aldığım tekfir ve hakaretler kimlerle muhatap olduğumuza dair de hayli aydınlatıcı oldu. Taliban ferasetsizce işler yapmaya yatkın bir yapıydı, onu cansiparane savunan daha ferasetsiz bir güruhla da bu yara dış kabuk bağlamıştı. İşimiz zordu. Hazır kalıplara uymayan her gözlem ve tespit öfkeli yaftaların hedefi olmaya baştan mahkûmdu. Belgeselcilik zor zanaattı.

  • Hasıl-ı kelam Taliban, belgeselimin başlıca konusu olmayı hep sürdürdü. Sadece Kâbil’de değil dolaştığımız her şehirde onlarla hemhâl olduk. Doğrusu bu bazen istemediğimizde de vuku bulan bir şeydi çünkü hayatın her safhasını denetlemeye çalışan bir konumlanışı vardı. Hastanede de üniversitede de çekim yapacak olsanız onlardan izin almalı, kapıdan müsaadeleriyle geçmeli, kurum içinde onların nezaretiyle dolaşmalıydınız.

Her bir kurumun başına bir molla atamayı başaracakları miktarda kadroya sahip olmaları şaşırtıcı bir başarıydı kanımca. İran’dakine çok benzer, onun Sünnî versiyonu bir mollalar iktidarı teşekkül etmişti ve sosyal hayatın her zerresini kontrol ettiklerinden ötürü onlara yolun düşmeden adım atman imkânsızdı.

DEFOLDU GİTTİ İŞBİRLİKÇİ PİSLİKLER

Henüz bunu söylemek için erken olduğu düşünülebilir fakat naçizane tahminim odur ki: Taliban’ı anlamak adına bu belgesel gerçek bir belge niteliğinde kalıcı bir referans olacak. Bundan şüphe duymuyorum. Ne var ki belgeselimin bundan ibaret olmaması için elimden geleni de ardıma koymadım. Bir gözüm hep Taliban dışındaki realite üzerine odaklı kaldı. Taliban kadrajdayken bile en azından arka plan olarak Afganistan’ın ve Afgan halkının görünürlüğüne azami dikkat gösterdim. Taliban’ı mutlaklaştırmadım, onu Afganistan gerçeğinin sadece güncel bir parçası olarak gören bakıştan şaşmadım, şaşılaşmadım.

  • Taliban karşıtlarıyla da hemhâl olma arzuma daha evvelce değinmiştim. Şu var ki belgeselin en zayıf tarafı orası oldu. Çünkü Taliban karşıtlarının tamamı ya yurtdışına kaçmış veya yeraltına çekilmişti. Havalimanındaki skandal bozgun görüntüsüne rağmen ABD gerek o günlerde gerekse de öncesinde 120 bin seçme Afgan’ı ülkesine götürdü. AB ülkeleri de 80 bin kadarını yanlarında apardı. Bunlar kalacak olsalar Taliban’a karşı muhalefetin de öncülüğünü yapabilecek evsafta unsurlardı. Bu manada Afganistan’ı günler ve saatler içinde şaibeli biçimde teslim eden irade ülkeyi Taliban için dikensiz gül bahçesi hâline getirdiğinin farkında olmamış olamazdı.

Bunu Kâbil’e yardım getiren bir Türk dostumuzla mütalaa ederken ben mezkûr 200 bin kişinin gidişini Afganistan adına esefle karşıladığımı söyledim. En az yirmi yıllık bir birikimin, ülkenin en iyi yetişmiş kuşağının böyle berhava edilmesini Türkiye’nin kırk yıllık birikiminin FETÖ marifetiyle heder edilmesine benzettiğimde müellif dostumuzun cevabî söylemi gayet şeditti: “Defoldu gitti işbirlikçi pislikler, kalsalardı fitne çıkartıp Taliban’ın başını ağrıtmaktan başka bir halta yaramazlardı!” Bakış açısı farklılığımız, görüleceği üzere uzlaşmaya pek de elverişli değildi.

TALİBANCILIK İLE ORYANTALİZM ARASINDA

Taliban’ı meşru bir özne olarak görsem de onun zafere giden yolda ödediği bedellere saygı duysam da taşıdığı Afgan ve Peştu değerlerine ihtiram etsem de muazzam bir insanî ve ahlakî zenginliği barındığı gerçeğine tanıklıkta bulunsam da Talibancılık bana göre bir sıfat ve pozisyon değildi. Belgeselci olarak değil başka bir kimlikle de gelsem entelektüel mesafemi ve bağımsızlığımı doğallıkla korurdum. İrancılığın bizim kuşağa ne fenalıklar ettiğini bizatihi deneyimlemiş biri olarak yeni bir -cılık- vartasına teenniyle yaklaşmaktan başka bir hikmetli duruş olduğu kanaatinde de değildim.

  • Taliban Müslümanların tecrübelerinden bir tecrübeydi; zafer sonrası olması hasebiyle önemli bir tecrübeydi; Hanefî olması onu ayrıca önemli kılıyordu. Bu tecrübeyi doğru okumak ve icabında doğrultmak üzere tüm Müslümanların -İslamcılar dâhil!- bölgeye insan transferini gündeme almakta ağırkanlı davranmalarını lakaydî ve sorumsuzca buluyordum. Taliban ümmetin şerefli ve kıymetli bir parçasıydı ve bu dar geçitte asla yalnız bırakılmamalıydı.

Kâbil’de bir Türk gazeteci telefonuyla yaşadığı teknik bir sorun hakkında konuşurken şöyle dedi: “Şu telefondaki sıkıntı, Taliban’dan bile daha büyük bir problem!” Taliban’ı problem olarak tanımlayan, onu bir arıza ve arızî durum olarak gören biri Afganistan’la ilgili vahim bir yanlış okuma içinde olduğunu fark edemeyecek bir miyopluğa duçar olmuş demekti. Talibancılık ne kadar gereksiz bir aşırılıksa bu mütekebbir oryantalist tavır da o derece gereksiz ve aşırıydı.

TÜRKÇE KONUŞAN ONCA TALİBAN

  • Dost düşman herkes Taliban’ı diline dolamışken Afganistan feci bir darboğaz içindeydi ve onun felaha ermesi için devreye girmesi gereken en önemli ülke Türkiye’ydi. Bunu hamasî bir öncülden ve temenniden hareketle söylemediğimi anlamak için belgesele göz atmanız kâfi gelecektir. Türkiye, nedendir ve ne zamandır ayrıca irdelenmek üzere, desteği Afganistan için en mühim ülkeydi. Ondan beklentilerin büyüklüğünü Taliban’ın yönetici kademesinde de avamın katında da gözlemlemek alelade bir şeydi.

Belgesel boyunca Türkiye’ye gitmiş gelmiş yüzlerce insanla muhatap olduk. Bunların her birinin farklı hikâyeleri vardı ve mümkün olduğunca kulak vermeye çalıştık. Bazılarında dram dozu çok ağır olsa da hepsinde ortak tema Türkiye muhabbeti ve hasretiydi. Dönen bir daha gitmek üzere dönmüştü ve bunlar arasında onlarca Taliban mensubu görmek şaşırtıcıydı. Türkçe konuşan onca Taliban’la yaptığımız sohbetler taş atıp kolumuzun yorulmadığı başarılarımızdandı. Türk dizilerinin kolonyal etkisi de başlı başına bir bahisti ve rastlantısal olarak bolca kayıt altına alındı.


ÇİLE

En çok sefaleti anlattık diyebilirim. En çok onunla karşılaştık çünkü. Caddelerde, refüjlerdeki eroinman zombiler kadar dokunaklı pek çok sefalet sahnesi onlarca saatlik kaydı işgal etti. Yaptığımız uzun yolculuklar boyunca yol üstünde dilencilik yapan yüzlerce sefil, Afganistan’ı anlamak için adeta birer kilometre taşıydı.

  • Zordu. Seferin en zor tarafı bu sefaletle yüzleşmekti. Uykusuz gecelerimin sebeplerinden biri bu sefiller ve zombilerdi. Gün boyu kamera önünde olmak, oradan bir belgeseli yönetmek canlı yayında askerî bir operasyon yürütmeye benziyordu. Riskler çok fazlaydı ve aşınma payı normal bir belgeselden çok daha yüksekti.

AFGANİSTAN’LA 40 GÜN. Hızır’la Kırk Saat şiirinden mülhem bu adı koydum. “Afganistan’da 40 Gün”den farkını zeki seyirciye bıraktım. Kırk bahsi de benim için hep mühim oldu. Çil, Farsça 40 demekti ve Çile kelimesi de oradan geliyordu. Dervişler tekâmül için çilehanelerde kırk günlük bir inzivaya çekilir, orada çile çekerlerdi. Biz kırk gün Afganistan’la yoldaşlık ederek onun çilesine tanık olduk. Sonra ayrıldık ondan ve o yoluna devam ediyor. Bir başına sürdürüyor çile çekmeyi.

#Afganistan
#Hızır’la Kırk Saat
#Farsça
#Molla
#Türkiye
2 yıl önce