|

Batı medyası Türkiye’de sınıfta kaldı

Küresel alanda Türkiye’nin yeni özgül ağırlığını kabul etmeyen ve hâlâ geçmişte kalan dar çerçevelere sığdırmaya çalışan yapılar, medya üzerinden operasyon yapmayı ve yollarında engel gördükleri kurumları hedef almayı sürdürecektir. Burada yapılması gereken, küresel düzeyde yürütülen mücadelenin araçlarının farkında olmak ve oynanmak istenen oyuna aynı tonla cevap verecek bir gücü taşımak.

00:00 - 13/09/2022 الثلاثاء
Güncelleme: 12:27 - 13/09/2022 الثلاثاء
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Sernur Yassıkaya / Gazeteci -Yazar

Küresel güç dengelerinin; siyasi, ekonomik, askeri ve hatta kültürel anlamda değiştiği ve çeşitlendiği bir dönemde, elbette medyanın da bu süreçten etkilenmemesi düşünülemez. İnternetin hayatımıza girmesiyle, belirli güç ve sermaye odaklarının etkisinden kurtularak demokratikleşen küresel medya eko-sistemi, dijitalleşmenin ve beraberinde dünyanın farklı noktalarında yükselen güçlerin de etkisiyle gün geçtikçe farklılaşıyor, çeşitleniyor. Bu süreç, elbette II. Dünya Savaşı’nın sonunda galip gelen ülkelerin, özellikle de ABD ve İngiliz merkezli medya yapılarının aleyhine işliyor. Soğuk Savaş’ın siyasi ve kültürel söylemini yaymada bir koç başı gibi hareket eden ve bu süreçte “özgür dünya”nın sesi olarak, küresel bir rıza üretim sürecinin ana aktörlerinden biri konumuna yükselen medya güç kaybediyor. Bu güç kaybının hissedildiği ülkelerin başında da Türkiye geliyor.

‘HOLLYWOOD’LAŞTIRILAN MEDYANIN OPERASYONLARI

ABD’nin Soğuk Savaş’tan kazanan taraf olarak çıkması, Anglosakson medyanın etkisini artırmasında önemli bir rol oynadı. Aslında bir nevi medyanın ‘Hollywood’laştırılması süreci başlatılmıştı. Dünyanın pek çok bölgesinde etki altına alınmak istenen bir ülke, özellikle Batı ittifakının çepherindekiler, önce bu medya organları tarafından siyasi ve ekonomik “haberlerle” konu ediniliyor, etiketleniyor ve söz konusu hedef ülke içindeki Batı’yla ilişkili medya tarafından referans alınan haberler ile bir etki sağlanması hedefleniyor ve çoğunlukla da başarılı sonuçlar elde ediliyordu. Batı medyasının, Hollywood ile birlikte Soğuk Savaş’ın kazanılmasındaki yumuşak güç rolü, başta ABD olmak üzere diğer ülkeler tarafından 1990’lı yıllar sonrasında da psikolojik operasyonlar için kullanılmaya devam etti. Bunun en dikkat çekici örneklerinden biri, dünya kamuoyunun, Afganistan ve Irak işgaline rızasının manipule edilmesi için New York Times, Washington Post, Reuters, BBC ve CNN gibi yayın organlarında yayınlanan “propaganda” niteliğindeki haberlerdir. İlk Körfez Savaşı’nda Batı medyası, günlerce Alaska’da bir tanker kazası sonucu petrole bulanmış bir karabatağı, Saddam’a karşı işgalin meşrulaştırılmasında propaganda malzemesi haline getirirken, 2003 yılındaki Saddam’ın kimyasal silahları yalanını da, hiçbir süzgeçten geçirmeden kullanarak adeta savaşın bayraktarlığını üstlenmiştir.

BİR CIA AJANININ İTİRAFI

Batılı ülkelerde yerleşik yapıyla derin bağları olan bu medya networklerinin sunduğu haber üçüncü ülkelerde belirli bir süzgeçten geçirilmeden “mutlak gerçek” olarak değerlendirildiğinde, üstü örtülü operasyonlar için adeta münbid bir arazi konumuna düşmeleri kaçınılmazdır. Batı medyasının merkezi oldukları ülkelerin siyasi ajandasından ayrı düşünmenin hatası büyük siyasi ve ekonomik maliyetlerle karşı karşıya kalmakla eş anlamlıdır. Türkiye’nin de, söz konusu medya networklerinin yayınlarıyla yıllarca etki altına alınarak, belirli ajandalar çerçevesinde yönlendirilmeye çalışıldığı artık yapılan itiraflarla da ayan beyan görülmektedir. Geçtiğimiz aylarda eski bir CIA ajanının itirafları da bu konuda oldukça çarpıcıydı. 18 yıl boyunca Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) için çalışan eski ajan Philip Giraldi, Occupy Peace adlı sivil toplum kuruluşunun Temmuz ayında düzenlediği oturumda, istihbarat teşkilatlarının Batılı medya kuruluşlarını nasıl kullandığına ilişkin çarpıcı bir örnek verdi. Örnek verilen ülke ise Türkiye’ydi. 1980’li yıllarda Türkiye’de görev yapan Giraldi, yabancı medyanın kullanımını şu sözlerle aktarıyordu: “Fransa’da bizimle çalışan bir gazeteciye bir haber yazdırırdık ve sonra Türkiye medyası o haberi alırdı. Haber Fransız medyasındaysa, doğru olarak kabul edilirdi.” CIA’nin parayı verip çaldırdığı düdüğün sesini haberleştiren bir medyanın mevcudiyetini de gözler önüne seren önemli bir itiraftı bu.

ÖZGÜN KİMLİĞİN KEŞFİ

Türkiye’de özellikle 2000’li yılların ortasından itibaren Batılı medyanın etkisinden kurtulan ve kendi özgün kimliğini inşa eden bir medya ekosisteminin gelişip, etkinleştiğini söylemek mümkün. Bu etkinlikte, Türkiye’nin, ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda kendi özünü merkeze almasının önemli rolü olduğu muhakkak. Yazıya girişte de belirttiğimiz gibi küresel güç dengelerindeki değişim ve çok merkezlilik, Türkiye gibi farklı kıtaların merkez noktasında bulunan bir ülkenin de medya alanında kendi özgül ağırlığını oluşturmasının önünü açtı. Bu gelişim süreci elbette Batılı networklerin Türkiye içindeki konumunu ve etkisini derinden sarstı. Batılı medyanın ilişkili olduğu yerleşik yapılarla birlikte büyük bir itibar erozyonuna uğramasında, Türk medyasının kendi özgül ağırlığını farketmesinin de katkısı olduğu yadsınamaz. Elbette bir dönem, İngiliz, Fransız ya da Amerikan medyasında bir kupür haberle Türkiye’de fırtınalar koparan bu merkezler için söz konusu gelişme, engellenmesi ya da itibarsızlaştırılması gereken bir hedef olarak kabul edildi.

PSİKOLOJİK OPERASYONLAR ARTIK TUTMUYOR

Bu itibarsızlaştırma operasyonlarının, 15 Temmuz 2016’daki FETÖ darbe girişimi sonrasında daha da arttığı görüldü. Birçok Batılı medya kuruluşunun, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte darbeye karşı direnen ve başarıya ulaşan Türk halkının mücadelesini görmemek ya da itibarsızlaştırmak için yoğun çaba içerisine girdiğini bugün biliyoruz. Bir İngiliz medya kuruluşunun temsilcisinin darbe girişiminin bastırıldığı gün e-postayla mesaj atarak, muhalif konuşacak isim arayışına giriştiği kısa bir internet aramasında görülebilir. Yine söz konusu Batılı medya kuruluşlarının, dünyanın diğer ülkelerine örnek olacak darbeye karşı direnişi haberleştirmemek ya da çarpıtmak adına yaptıkları yayınlar da arşivlerde yerini almış durumda. Söz konusu medya networklerinin Türk ordusunun 15 Temmuz sonrasında, Suriye’de yürüttüğü, Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı gibi PKK/YPG terör örgütüne karşı yürüttüğü askeri operasyonlara karşı nasıl bir anti-propaganda merkezlerine dönüştükleri, Pentagon gibi kurumların ve bölücü terör örgütünün sözcülüğüne soyundukları hafızalarımızda.

GÜÇLÜ MEDYA GÜÇLÜ TÜRKİYE

Türkiye tüm bu operasyonlara, içeride yıllar içinde geliştirdiği Türkiye merkezli güçlü medya ortamıyla direnebildi. Bir zamanlar olduğu gibi dışarıda üretilen haberleri referans alan, doğru kabul eden bir medya yerine yetişmiş ve dünyaya açık insan gücüyle kendi haberini üreten bir ekosistemin varlığı, psikolojik operasyonların gücünü de minimize etmede önemli rol oynadı. İşte bu gelişme Batılı medya organlarının ve onu kullanan güçlerin hazmedemediği bir gerçek olarak bugün karşımızda duruyor. O yüzden fırsat bulduklarında yine Reuters gibi BBC gibi New York Times gibi mecralar üzerinden Türk medyasını itibarsızlaştırmaya dönük haberler yapılmaya devam ediliyor. Küresel alanda Türkiye’nin yeni özgül ağırlığını kabul etmeyen ve hala geçmişte kalan dar çerçevelere sığdırmaya çalışan yapılar, medya üzerinden operasyon yapmaya ve yollarında engel gördükleri kurumları hedef almayı sürdürecektir. Burada yapılması gereken, küresel düzeyde yürütülen mücadelenin araçlarının farkında olmak ve oynanmak istenen oyuna aynı tonla cevap verecek bir gücü taşımak. Açıktır ki Batılı medya Türkiye sınavında kalmış ancak yeterli dersi almamıştır.

#medya
#ABD
#soğuk savaş
#CIA
#FETÖ
٪d سنوات قبل