|

‘Böhmermann Vakası’: Almanya’nın kendine ihaneti

Böhmermann’ın, “hakaret”in hedefi olarak Batılı bir siyasetçi yerine Erdoğan’ı seçmesi, Batı’daki “özgürlük havarileri”nin düşünce özgürlüğü gösterilerinde takip ettikleri şemaya uyuyor: İfade özgürlüğü adı altında özellikle Türklere ve Müslümanlara ait sembolleri hedef alıyorlar. Bu tür eylemlerin içinde barındırdığı ırkçılık ise çoğu zaman görmezden geliniyor. Bu, Batı medeniyetinin özgürlük başlığı altındaki çifte standart gösteriyor.

00:00 - 23/09/2022 Cuma
Güncelleme: 17:35 - 22/09/2022 Perşembe
Yeni Şafak
 İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Begüm Ece Pazarcı -
Avukat
Mart 2016’da Alman
ZDFNeo
kanalında yayınlanan bir program Türkiye ve Almanya arasında küçük çaplı bir krize yol açmıştı. Siyaset literatürüne “Böhmermann Vakası” olarak geçen olay, Alman komedyen Jan Böhmermann’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında küfür ve hakaretler içeren bir “şiir” okuması ile patlak vermişti. Metin, sadece hakaret etme maksadı ile yazılmıştı ve ağır küfürler barındırmaktaydı.

Türkiye, Böhmermann’ın yargılanması için Almanya’ya sözlü nota verdi ve soruşturma başlatılmasını resmen talep etti. Alman kamuoyu bir anda ilginç bir tartışmanın içine sürüklenmişti: Sözde şiir, “ifade özgürlüğü” prensibi altında mı değerlendirilmeliydi yoksa “eleştiri sınırlarını aşan hakaret” (schmähkritik) olarak mı görülmeliydi?

HUKUK SÜRECİ VE İKİ FARKLI KARAR

Alman Ceza Yasası’nın 103. Maddesi’ne göre yabancı devlet başkanlarına hakaret (lise majesté), cezası beş yıl hapse kadar varan bir suç olarak tanımlanıyordu. Nisan 2016’da Alman hükümetinin gerekli izni vermesi ile Böhmermann hakkında soruşturma başlatıldı. Eş zamanlı olarak o dönem Şansölye olan Angela Merkel, ilgili maddeyi gereksiz bulduğunu ve kaldırılması için çalışmaların başlatıldığını açıkladı. Yani Şansölye, bir yandan soruşturmaya izin verirken diğer yandan söz konusu yasayı gereksiz bulduğunu söylüyordu!

Mainz Savcılığı, dava talebini “yabancı devlet başkanına hakaret” suçu yönünden inceledi ve takipsizlik kararı verdi. Savcılık, ifade özgürlüğünün sınırının aşıldığını kabul ediyor ancak, cezayı gerektirecek bir durumun olmadığını söylüyordu. Erdoğan’ın avukatları, metnin “insan onurunu zedelediğini” ileri sürerek yasaklanması talebiyle Hamburg Eyalet Mahkemesi’ne de başvurmuştu. Mahkeme, metnin “sövgü, ırkçı ön yargı, iftira ve cinsel içerik” sebebi ile yasaklanmasına hükmetti.

SİYASETE TESLİM OLAN HUKUK

Böhmermann Vakası, Avrupa ile ilgili bir dizi tartışmaya kapı aralıyor. Bunlardan biri, sık sık köklü kurumları ile övünen Batı ülkelerinde siyasetin hukuk karşısındaki konumu. Merkel, önce Böhmermann hakkında soruşturma izni verip ardından ilgili yasayı gereksiz bulduğunu açıklamıştı. Şansölye’nin bu ikircikli tutumunun sebebi, Alman siyasilerden gördüğü baskıydı. Merkel, soruşturma izni verdiğinde sadece muhalefetin değil, kendi partisinden bazı isimlerin de sert eleştirisine uğramıştı.

Sonuçta Merkel’in yasayı gereksiz bulduğu yönündeki açıklaması, aynı ikircikli tutumun, Alman hukuk sistemine de sirayet etmesine yol açtı. Hamburg Mahkemesi metnin yasaklanmasına hükmederken, Mainz Savcılığı faili suçsuz buldu.

Siyasetin hukuk üzerine düşürdüğü bu gölge, Alman hukuk sisteminin tarihine bir garabet olarak geçti. 2018 yılında yasanın değiştirilmesi bu garabeti ortadan kaldırmadığı gibi, daha da tuhaf bir duruma yol açtı: Alman meclisi, yaptığı düzenleme ile adeta geçmişteki bir hukuksuzluğa kılıf örüyor ve zamanı geriye sararak iki yıl önceki bir suçu aklıyordu.

DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ… AMA KİME KARŞI?

‘Böhmermann Vakası’ üzerinden tartışmamız gereken bir başka konu, Batı’da düşünce özgürlüğünün sınırları. Böhmermann, okuduğu metnin “bir şiir olmadığını”, aksine, düşünce özgürlüğünün sınırlarını test etmek için yazılmış bir metin olduğunu söylemişti. Böhmermann’ın “düşünce özgürlüğünün sınırlarını test etmek” için hedef aldığı kişinin bir Alman siyasetçi değil de Erdoğan olması dikkate değer. Benzer küfürleri, örneğin, Angela Merkel’e de edebilir ve Almanya’daki düşünce özgürlüğünü bu şekilde test edebilirdi. Üstelik Almanya’daki egemen zümrelerin desteğini almış bir politikacıya

hakaret etmek daha gerçekçi bir “test”e olanak verirdi.

Böhmermann’ın “hakaret”in hedefi olarak Batılı bir siyasetçiyi değil de Erdoğan’ı seçmesi, Batı’daki “özgürlük havarileri”nin düşünce özgürlüğü gösterilerinde takip ettikleri şemaya uyuyor. Genellikle aşırı sağcılardan ve bazen de başka siyasi gruplardan

çıkan bu aktörler, ifade özgürlüğü adı altında özellikle Türklere ve Müslümanlara ait sembolleri hedef alıyorlar. Bu tür eylemlerin içinde barındırdığı ırkçılık ise çoğu zaman görmezden geliniyor. Bu, Batı medeniyetinin özgürlük başlığı altındaki çifte standart gösteriyor.

Böhmermann olayı, demokratik toplumda kamuoyunun işlevi konusunda da bir dizi soruya yol açıyor. Demokrasilerde kamuoyunun gücünün sınırları nerede bitiyor? “Halkın görüşü” denilen şey, temel hukuk prensiplerinden bile üstün olabilir mi? Kamuoyu baskısıyla suçlular cezasız kalıp suçsuz insanlar ceza alabilir mi?

Bu sorular açısından bakacak olursak Almanya, Böhmermann konusunda iyi bir sınav veremedi. Bu olay, Almanya’da hukuk devletinin, temel ilkelerden vazgeçerek manipülatif kampanyalara teslim olduğunu gösterdi. Üstelik söz konusu metin Erdoğan’a hakaretten öte, Türkler ve Müslümanlara yönelik ırkçı söylemler de içeriyordu. Alman kamuoyu, Böhmermann’a özgürlük sloganları ile öylesine sarhoş olmuştu ki ırkçılık ve ayrımcılığa yönelik bir refleks geliştiremedi.

Almanya’da benzer çirkinlikler çoğu zaman tekrarlanıyor. Yasal kovuşturma artık gerekli değil ancak, bunlara karşı toplumsal/ahlaki bir tepki de gelişmiyor. Almanların bu tip olayları hâlâ “sevmedikleri bir kişi” ve “sevmedikleri bir millet” üzerinden tartışmaları, içine düştükleri tarihsel yanılgıyı görmelerini engelliyor. Müslümanları, Türkleri, Tayyip Erdoğan’ı sevmeyebilirsiniz ama, koşullar ne olursa olsun kendi medeniyetinizin temellerinde var olduğunu söylediğiniz ilkelere ihanet edemezsiniz…

#Böhmermann Vakası
#Almanya
#ZDFNeo
#Merkel
#Tayyip Erdoğan
2 yıl önce