|

Devrim otomobilinden devrin otomobiline

O doğduğunda 7-8 yaşlarında olanlar söz sahibi oldu ülke yönetiminde. Ustanın yarım bıraktığı rüyayı gerçekleştirmek için kolları sıvadı. Yanına beş babayiğit aldı. Ve Devrin Otomobilini yaptılar. Estetik, ekonomik, teknolojik. Bu satırların yazarı ve onun nesli Devrim Otomobiline binemedi ama Devrin Otomobiline bineceği günleri iple çekiyor...

Haber Merkezi
04:00 - 18/02/2020 Salı
Güncelleme: 02:28 - 18/02/2020 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
MUHİTTİN ŞİMŞEK

Bir semboldür Devrim. En sıkıntılı, en bunalımlı dönemde nelerin başarılabileceğinin sembolü. İmkansız sanılanın imkanlı, yapılamaz denilenin yapılabildiği, olumsuzlukların olumlu kılındığı bir projenin adıdır Devrim. “Aşk imiş her ne var alemde. İlim bir kil-u kal imiş ancak” der Fuzuli. “Olmaz”ı “Olur”a çeviren iksirdir aşk. Böyle bir aşkla sarıldılar işe devrimi yapanlar. Anne babanın, kavim kardeşin, eşin dostun, çoluk çocuğun, nişanlının yavuklunun, hatta kendinin unutulduğu, herşeyin onun etrafında döndüğü bir büyük sevdadır Devrim”.. Elbette sevdasız olmaz idi. Bugün bile izahında güçlük çekilen bir başarı hikayesi idi o.. 15 Mayıs 1961 günü başlayacak olan Otomobil Kongresi önce genç bir bilim adamı olan Doç. Dr. Necmettin Erbakan kongrenin düzenleyicilerinden ve Cemal Gürsel’e açılış konuması yaptırmanın mimarıdır. Gürsel’in konuşmasında yerli otomobil vurgusunun yapılmasını isteyendir. Gün geldi, Gürsel, açılış konuşması için kürsüye çıktı. Uzunca ve sıkıcı sayılacak konuşmanın sonunda kongreye katılan mühendisler devlet başkanının son cümlesi ile sarsılmışlardı; “Türkiye’de otomobil yapılamaz diyorlar. Bu, tamamıyla kara bir düşüncenin mahsülüdür. Türkiye’nin bugün malik olduğu birçok sanayi kolları vardır ki, bizi bu mevzuda teşvik ediyor. Sizin bu kongrenizin benim olan bu davayı iyi bir yola sevkedeceğini ümit ediyorum...”

AĞIR SANAYİ AĞIR KÜLTÜR İSTER

Karar verilmişti, otomobil yapılacaktı. Fakat nasıl? Kimler, hangi bilgi birikimi ile, nerede, nasıl yapacaktı? Bunları sormaya bile fırsat bulamadan yirmi dört Çılgın Türk kendilerini gaz lambalarının aydınlattığı toprak zeminli loş bir hangarda, büyük bir masanın etrafında tartışır buldular. O gün takvim yaprakları 15 Haziran’ı gösteriyordu ve otomobil 29 Ekim’e yetiştirilecekti. Masanın etrafındaki mühendislerin ikisi hariç, değil otomobil üretimi hakkında bilgi ve tecrübelerinin olması, otomobilleri, hatta ehliyetleri bile yoktu. İlk iş olarak bir çay ocağı yaptılar hangarın bir köşesine, sonra bir kara tahta bulup iliştirdiler kocaman masanın bir ucuna; 129 Kaldı yazdılar bir tebeşir ile kara tahtaya. “Bizi askerde bilin” dediler sevdiklerine... Yeni doğmuş çocuklarını, gencecik eşlerini, yaşlı annelerini bıraktılar yanlız başlarına. Yeni bir aşk bulmuşlardı kendilerine... Ailelerinin kıskanmadıkları yeni bir aşk. Haftada bir kez göreceklerdi artık onları. Diğer zamanlarını nazenin sevgilileri ile geçireceklerdi. Öyle de oldu. Kolay mı, ülkenin ilk otomobillerini yapacaklardı? Onların attıkları temel, gün gelecek binlerce insanı iş sahibi, açları aş sahibi yapacaktı. Kimbilir, belki dünyanın birçok ülkesine ihraç edilecek, hatta ne bileyim belki kişi başına nilli gelir otuz beş bin dolar olacaktı. Hedefler büyüktü, hayaller daha büyük? Sadece yüzlerce yan sanayii de desteklemekle kalmayacak, aynı zamanda kültürel ve sosyal olarak da ülkeye tam anlamıyla çağ atlatacaktı. “Ağır sanayi, ağır kültür ister” der üstad Sezai Karakoç . Çok önemli bu tespit, “Kültürsüz sanayi, sanayisiz kültür olmaz” açılımla desteklenir.

SAĞLAM EKONOMİ SAĞLAM KÜLTÜR

Tartışmasını sosyologlara bırakarak ifade etmek gerekir ki; Sağlam ekonomi, sağlam kültüre dayanır. Sağlam kültür de, sağlam insandan kaynaklanır. Sağlam insan olmadan sağlam para, sağlam para olmadan da sağlam ekonomi olmaz. Haliyle bütün bunlar yüksek kaliteli, güçlü bir eğitim sistemiyle gerçekleşebilir. Yani yetişmiş insan gücüne de önemli katkıları olacaktı. Bu düşünceler heyecanlandırıyordu onları. Başladılar çalışmaya... Yönetim grubu, karoser grubu, motor grubu, elektrik grubu, kaynak grubu. İlk gün bitti, tahtadaki yazı değişti; 128. Sonraki gün 127. Bir sonraki gün 126. 2020 teknolojisi ile bir otomobilin prototipinin yapılabilmesi için 24 aylık bir süreye ihtiyaç varken, 1961’in Türkiye’sinin teknolojik, sosyal ve ekonoik şartlarının da göz önünde bulundurulduğunda dört buçuk aydan daha az bir zamanda, yani 129 günde dört otomobil yedi motorun imalatı olmazı oldurmak değilse nedir? Zaman tahminlerinden de hızlı akıp gidiyordu... Kavun, karpuz, üzüm, peynirle geçiştirilen öğle yemekleri. Evlerden getirilen börekler çöreklerle, kifaf-ı nefs kabilinden öğünler geçiştiriliyordu. Yorgunluk, uykusuzluk, hatta bazen hastalanmalara direnerek başarmanın huzuru ve mutluluğu ile çalışmalar son hızla devam ediyordu.

Zaman hızla akmış, kara tahtadaki yazı 008’e inmişti. Otomobiller şekillenmiş lakin motor henüz çalışmamıştı. Geceyarısını geçtiği bir vakitte heyecanlı bekleyiş vardı... İmal edilen motorlar ilk kez denenecekti. Korku, heyecan, sevinç tüm duygular iç içe geçmiş, bir grup mühendis motorun başına geçmişti. İlk kez çalışacağı için ne olacağı belli olmayan motoru toprak zemini kazarak içine yerleştirdiler, üzerine metak koruyucu koydular. Öyle ya!.. Patlarsa ne olacaktı, kimleri yaralayacaktı? Mühendislerin hemen hepsi ilk anahtarı çevirmek istiyordu. Her türlü riske rağmen. Genç mühendis Şecaattin Sevgen erken davrandı ve anahtarı çevirdi. Motor çalıştı. Çalıştı, çalıştı. Patlamadı, çatlamadı, kötü şeyler olmadı. Sevinçten biribirlerine sarıldılar, ağladılar... Orhan Alp’i çağırdılar hemen. O da bakanı çağırdı. Motorun kapatılmamasını tembihledi bakan. Cemal Gürsel haber bekliyordu. Gece yarısı onu da çağırdılar. Geldi. Mühendislere teşekkür etti. Zaman kaybetmeden motoru kaportaya monte edildi. Bağlantılar yapıldı. Genç mühendis Halil Gedik kara tahtadaki 002 yazısını sildi 001 yazdı. Gece yarısı olmuştu. Eskişehir Lokomotif fabrikasının rampalarına kara tren yanaştı. Arkasında bir yük vagonu vardı. Siyah renkli otomobili lokomotife yakın yere, hemen arkasına da bej renkli olanı yüklediler. Lokomotif kömürle çalıştığı ve muhtemel kıvılcım sıçramasından mütevvellid herhangi bir yangına sebebiyet vermemek için siyah renkli otomobile benzin ikmali çok az yapılmış, arkadaki bej renkliye tam yapılmıştı. Nasılsa Ankara’da istasyonda benzin koyarız denmişti.

59 YIL SONRA GERÇEKLEŞEN RÜYA

Arabaların pasta- cilası trende yapılıyordu. Sabah Ankara’ya vardıklarında evdeki hesap çarşıdaki pazara uymamış, krandan ziyade kralcı memurlar “Paşa Mecliste bekliyor hemen gitmeliyiz” diyerek benzin konulamamış, direkt meclise geçilmişti. Mamaafih bir bidon benzin meclise yetiştirilmişti, lakin huni yoktu. Konulamadı. Paşa siyah arabaya bindi, “Çek oğlum Anıtkabir’e” dedi. İkiyüz metre ancak gişdebilen siyah otomobil öksürdü ve durdu. ...“Ne oldu, niçin durdu?” diye sordu Cemal ağa, “Benzin bitti Paşam!..” diyebilmişti genç mühendis. Olan olmuştu... Ya sonra! Devrim ile ilgili çok yazıldı, çok çizildi, belgesel oldu, sinema filmi oldu. Ya sonra! Kimileri doğumunda ebelik yaptı, kimiler o henüz doğmadan anne karnında, kimiler ise doğduktan sonra yürüdüğünü görerek öldürmeye çalıştı. Sonra kapandı o defter. Aradan 59 yıl geçti... Bir nesil. Kimse indirip kaldırmadı bir daha. O doğduğunda 7-8 yaşlarında olanlar söz sahibi oldu ülke yönetiminde. Ustanın yarım bıraktığı rüyayı gerçekleştirmek için kolları sıvadı. Yanına beş babayiğit aldı. Ve Devrin Otomobilini yaptılar. Estetik, ekonomik, teknolojik. Bu satırların yazarı ve onun nesli DevrimOtomobiline binemedi ama Devrin Otomobiline bineceği günleri iple çekiyor...

#Devrim
#Otomobil
#Sanayi
#Orhan Alp
#Fuzuli
4 yıl önce