|

Dünden bugüne Türkiye-Afganistan ilişkileri

Türkiye ile Afganistan arasındaki ilişkiler her dönem ve rejim altında devam etmiştir. Afgan halkı tarafından model ülke olarak görülen Türkiye’nin tabii bir nüfuz etme gücü olduğu çok açıktır. Bütün dünyanın sadece diplomatik temsilcilikleri ile değil muhtelif kurumları ile de irtibatını koparmak istemediği Afganistan ile bizim de bağlarımızın kopması şüphesiz ki gerçekçi bir siyaset olamaz.

03:00 - 2/09/2021 Perşembe
Güncelleme: 23:03 - 1/09/2021 Çarşamba
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Ali Ergun ÇINAR - Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA)

On sekizinci asrın ikinci yarısından başlayarak Afganistan olarak isimlendirdiğimiz bu coğrafyanın daha önceleri muhtelif bölgesel isimleri vardı ve bu coğrafya muayyen bir siyasî vahdet taşımıyordu. Gazneliler, Timurîler, Safevîler, Babürlüler devrinde muhtelif zamanlar ve coğrafyalar dâhilinde Afganistan toprakları değişik devlet ve hanedanların idaresi altında kaldı.

Modern Afganistan’ın temelleri Gılzâîlerin ve bilahere Dürrânîlerin iktidar mevkiine gelmeleriyle başlar. Bu tarihleme aslında takriben de o günkü Afganistan’ın temellerini atan siyasî irade ile Osmanlı Devleti’nin ilişkilerinin başlama tarihine de işaret eder.

OSMANLI İLE İLİŞKİLER

Ganj vadisine doğru uzamakta olan yeni Afgan siyasî oluşumu çok geçmeden Osmanlı Devleti’nin de ilgisini çekmeye başlamıştır.

1765 gibi erken bir tarihte Ahmed Şah Dürrani’nin iki elçisinin getirdikleri mektup ile Osmanlı Devleti’ne geldiklerini ve temaslar yaptıklarını görmekteyiz.

İki ülke arasındaki ilişkilerin 19. yüzyılın son çeyreğinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu dönemde Afganistan’daki belirsizlik ve iç çalkantılar sebebiyle 1860’lı yıllardan başlayarak pek çok Afgan seçkininin Osmanlı topraklarına yerleşmeye başladıklarına da şahit oluyoruz. Bunlara vilâyet mal sandıklarından yevmiye tahsis edildiği gibi gelenlerin ikinci kuşaklarının da devlet hizmetine alınabildiğini müşahede etmekteyiz.

İlişkilerin yönü her zaman tek taraflı olmamıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nde Afganistan’ı Osmanlı yanında savaşa sokmak üzere Afgan Şahı nezdine fevkalade sefir sıfatı ile gönderilen ulemadan Ahmed Hulusî Efendi her ne kadar bu görevinde başarılı olamamışsa da bize
Hindistan, Svat ve Afganistan Seyahatnamesi
unvanlı çok güzel bir hatıra kitabı bırakmıştır. Birinci Dünya Harbi’nde Afganistan’ı Osmanlı Devleti yanında savaşa sokabilmek için gönderilen bir heyetin de temasları çok olumlu olmamıştı.

Osmanlı Devleti’nin, 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Afganistan’ı dikkatle takip etmeye ve bilgi almaya çalıştığını görmekteyiz. Osmanlı ülkesine gelen hacılar, Tahran’a geldiklerinde ilk işleri Tahran Osmanlı Sefareti’ni ziyaret etmek olan Afgan devlet adamları, Bombay Başşehbenderliğimizin ve Londra Büyükelçiliğimizin raporları, Afgan makamları tarafından güvenilir kişilere emanet edilerek Hicaz Vilayeti’ne gönderilen ve süratle İstanbul’a sevk edilen yazılar Osmanlı Devleti’nin Afganistan ile ilgili önemli haber kaynakları arasında idi. 18. yüzyılın sonlarından başlayarak Osmanlı Devleti’nin muhtelif yerlerinde kurulan Afgan tekkeleri de Afganlıları Osmanlı Devleti’ne yakınlaştıran müesseselerdi. Bu tekkeler arasında özellikle Üsküdar ve Kudüs tekkeleri öne çıkmaktaydı.

Yüzyılın sonlarında ulaşım imkânlarının artması ve kolaylaşması vesilesiyle pek çok Afganlı hac farîzasını ifa ve bu arada Osmanlı ülkesini görmek, İstanbul ve Kudüs gibi şehirleri ziyaret etmek imkânını buluyordu.

Bu bağlamda Afganlıların 19. yüzyılın sonlarından başlayarak Osmanlı ülkesine ve özellikle kutsal topraklara yerleşmeye başladıklarını da görmekteyiz. Tarsus’ta 19. yüzyıldan kalma bir Afgan mahallesinin mevcudiyetini buna örnek olarak gösterebiliriz.

AFGANİSTAN MATBUATINDA TÜRK ETKİSİ

Türkiye, Afganistan için sadece bugün değil, dün de tecrübelerinden istifade edilmek istenen model bir ülke idi.

Daha 1880’lerde Emir Abdurrahman Han döneminde Afganistan’ın Osmanlı modernleşme tecrübesinden faydalanmak istediği bilinmektedir. Bu çerçevede yüzyılın son çeyreğinden başlayarak çok sayıda Türk uzman ve askeri Afgan Devleti’nin hizmetine girmeye başlamıştır. Afgan maarifini ıslah için Afganistan’a gelen Süleyman Tevfik Bey, ilk hastaneyi kuran Dr. Münir Bey, ülkenin maliyesinin ıslahı ile ilgili canla başla çalışan Ali Fehmi Bey. Mekteb-i Harbiye’yi kuran Mehmed Sami Bey, dumansız barut imalini başlatan Rıza Paşa, Kâbil’de tesis edilen Osmanlı Mekteb-i Siraciyyesi’nde muallimlik yapan ve Afganistan’da ilk defa Türkçenin gramerini yazan Nazif Efendi (Nazif Efendi’nin bu kitabı ilk baskısından 104 sene sonra TİKA tarafından tekrar basılmıştır.), Afgan Ordusu’nun eğitim sistemini modernleştiren Hayri Bey ve daha pek çok muhterem zevat Afganistan’a şevkle hizmet ettiler. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Türkiye ile Afganistan arasındaki bu yakınlaşma daha o zamanlarda bile dönemin süper gücü İngiltere’nin dikkatini çekmiştir.

Yirminci yüzyılın başlarında sadece Afganistan için değil bütün Müslüman halklarının matbuat ve hatta siyaset hayatı ile ilgili önemli bir gelişmeyi burada kaydetmek gerekiyor. O da
Siracu’l-Ahbâr-ı Afgâniyye
gazetesinin 1911’de Kâbil’de neşredilmeye başlamasıdır. Tabloit ebattaki gazetenin makineleri Türkiye’den gelir. Ustalar da Türk’tür. Sayfa düzeni ve tasarımı bir Türk gazetesi olan
Sırat-ı Müstakim
örnek alınarak yapılır. Gazete sadece Afgan menfaatlerini değil, Türk menfaatlerini de savunur. Balkan ve Trablusgarb savaşları sonucunda yaşanan büyük facialar bir gazete dili kuruluğu ile verilmez, acıklıdır. Gazete Trablusgarb kurbanlarına yardım amacı ile iane kampanyaları açar. Toplanan iâne Bombay Osmanlı şehbenderine teslim edilir. İâne kampanyası dolayısıyla Emir Habîbullah Han’ın irad ettiği nutuk mükemmeldir. Hassas ve rakik bir kalpten kopan sözlerdir. 1918’de İstanbul’daki büyük Fatih yangını sebebiyle Afgan Emiri’nin Türkiye’ye tekrar nakdî yardım yaptığını da burada hatırlatmak gerekir.

İki ülke arasında gerek yüzyılın sonunda gerekse II. Meşrutiyet döneminde resmen olmasa da muhtelif formüller aranarak resmî ilişkiler kurulması çabasına İngiltere mani olmuştur. Afganistan’ın 19. yüzyılın ortalarından itibaren dış işlerinde İngiltere’ye bağlı bir devlet olması hasebiyle İngiltere bu tür müdahalelerde bulunmayı kendine bir hak olarak görüyordu.

MAHMUT TARZİ'NİN OSMANLI TERCÜMESİ

Afganistan ile Türkiye’yi birbirine yaklaştıran önemli ve âbidevî bir şahıs ta Mahmud Tarzi’dir. Babası ile birlikte siyasî sebeplerle Osmanlı ülkesine yerleşen ve kendisi de Afgan Hanedanı’ndan olan Mahmud Tarzi, ülkemizde geçirdiği yirmi yılı çok iyi değerlendirerek 1902’de Afganistan’a döndüğünde “Osmanlı tecrübesi”ni Afganistan’a başarı ile aktarmış ve çok sayıda Osmanlı uzmanını Afganistan’da toplamıştır. Tarzi, Emanullah Han’ın 1929 başlarında devrilmesine dek Türkiye ile Afganistan arasındaki ilişkileri genişleten ve derinleştiren çok önemli bir figür olmuştur. Osmanlı ülkesinde geçirdiği yılları anlattığı emsalsiz anlatısı
Yeryüzünün Üç Kıtası
(Se Kıt’a-i Rû-yi Zemîn) isimli eseri TİKA tarafından basılmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiğine Afganistan uzun zamandır tam bağımsız olma arzusuna nail olmak için uygun zamanın geldiğine kani olmuştu. Afganistan, İngiliz Hindistan’ı ile yaptığı kısa bir savaş ve İngiltere’nin de savaş yorgunu olması dolayısıyla 1919 yılında bu arzusuna kavuşmuştur.

TÜRKLERİN AFGANİSTAN'A KAZANDIRDIKLARI

Türkiye-Afganistan ilişkileri Afganistan’ın 1919’da istiklâlini kazanmasını müteakip 1 Mart 1921 tarihinde Moskova’da imzalanan Dostluk Antlaşması ile taraflar arasındaki ilişkiler resmiyete intikal etmiş ve artık üçüncü bir tarafın, daha doğrusu İngiltere’nin hassasiyetini gözetmeden doğrudan münasebet kurma imkânı elde edilmiştir.. Türkiye’nin Afganistan’a yaptığı yardımlar daha istiklâl mücadelemizin zor günlerinde başlamış ve cumhuriyet’in kurulmasını müteakip artan bir ivme ile devam etmiştir. Bu bağlamda çok sayıda değerli uzman ve bilim adamı Afganistan’a gelmişler, bazıları ise uzun yıllar bu ülkede kalmışlardır. İsmail Hakkı Ertaylan, Mehmed Ali Dağpınar, Kâmil Rıfkı Urga, İbrahim Rebi Barkın, Fuad Togar, Ferruh Efendi gibi üstadlar Afganistan’a gelerek hizmet vermişlerdir. Bu isim listesini çok uzatmak mümkündür. Çeşitli ilim dallarında ilk ders kitaplarını onlar yazdılar. İlk Tıp Fakültesi, ilk Siyasal Bilimler Fakültesi, ilk Akıl Hastanesi, ilk Sanatoryum, ilk sağlık taramaları ve daha pek çok ilk onların eseridir. Pek çok meslekî dergi Türk uzmanlar tarafından kurulmuştur. Türk uzmanların kitap, teksir, makale, rapor vb. bilimsel üretiminin çok büyük ve anlamlı bir yekûna ulaştığını rahatlıkla söyleyebiliriz

Emanullah Han’ın 1929 yılının başlarında iktidardan düşmesine kadar geçen on yıllık hâkimiyeti boyunca Türk-Afgan ilişkileri çok sıcak seyretmiştir. İlişkilerin bu denli ivme kazanmasında Emanullah Han ile Atatürk arasındaki büyük dostluğunda şüphesiz tesiri olmuştur. Emanullah Han’ın 1928’de icra ettiği Türkiye seyahati iki ülke arasındaki ilişkilerin seyrini göstermesi açısından çok önemlidir. Aynı dönemde Türkiye’ye gelen ne İran şahı ve ne de İngiltere kralı bu denli bir şatafat ve debdebe ile karşılanmamıştı.

Ondan sonra ilişkiler biraz soğumuşsa da bu soğukluk kolayca bertaraf edilerek iki ülke arasındaki münasebetler 1950’lere kadar yükselen bir ivme ile devam etmiştir.

AFGANİSTAN'IN KARA GÜNLERİ

1950’leri takiben Afganistan’daki yabancı tesirlerin artması, dünyadaki siyasî kamplaşma ve kutuplaşmalar maalesef iki ülke arasındaki ilişkilerde belli bir durgunluğa sebebiyet vermiştir. Bu tesirler, sonraları Afganistan’ın başına çok iş açmıştır.

20. yüzyıl boyunca Afganistan’da iktidarlar pek çok kere el değiştirmiştir. Gerek Nadir Şah ve Zahir Şah ve gerekse 1973’te bir darbe ile iktidara gelen ve şahlık rejimine son veren Davud Han devlet ile geleneksel toplumsal zümreler arasındaki uyum ve dengeyi bozmadan gerekli meşruiyeti sağlayarak iktidarda kalmışlardı. Sovyet destekli 27 Nisan 1978 darbesinin verdiği en büyük zarar toplumsal gruplar arasındaki uyum ve dengeyi bozarak tahmil edilmiş bir modeli Afganistan’a kabul ettirmek istemesiydi. Bunun neticeleri çok acı oldu ve Afganistan büyük güçlerin savaş alanına döndü. Sovyet tahakkümünde, Mücahidlerin, Taliban’ın ve dış destekli hükûmetlerin idaresi altında yaşayan Afgan halkı 43 yıllık acı ve çilelerin ardından tekrar başa mı döndü sorusunun pek çok insanın zihninde olduğu açıktır. Böyle olmaması ümit ve temenni edilir.

Taliban’ın tahminlerin ötesinde çok kısa bir sürede ülke idaresini ele geçirmesi ile birlikte Afganistan tarihinin yeni bir dönemi başlıyor. Afganistan’ın felâha ermesi zor ve çileli bir süreci de beraberinde getirecek gibi gözüküyor. Bütün dünyanın Afganistan’ı sevmesi ve yardım yapmakta âdeta yarışması (!) pek işe yaramışa benzemiyor. Ülkede sulhun tesisi Afganistan’ın gerçek dostlarının samimi bir temennisidir. Söylenecek her şeyin aslında sulh ve mutabakat olursa bir anlamı var. Buna kim karar verecek ve nasıl uyuşulacak? O da en azından şu an için tam olarak aşikâr değil.

Birkaç asır, zamanın çevriminden uzak yaşayan Afganistan ne yapabilir? Sağlam, esaslı ve köklü kurumlarının bulunmaması, toplumsal zümreler arasındaki uyumun kalkması ve her şeyden önce “insan”ın tahrip olması, önemli ve ciddi problemler olarak ortada duruyor. Çokça tartışılan hüviyet problemi de, en azından yakın gelecekte bir sarahate kavuşmayacak gibi.

Biz Türkler Asya’nın bağrından koparak geldiğimiz bugünkü topraklarımızı inanılmaz bir süratle yüksek bir devletçilik ve teşkilatçılıkla vatanlaştırdık. Bu aynı zamanla salib ile olan serüvenimizin tarihine de işaret etmektedir. Son iki asırdır Batı ile olan maceramız bize çok şey öğretti. Kaybettiklerimizin yanı sıra çok şey de kazandık. Afganistan entelektüellerinin ve devlet adamlarının Türkiye’nin çok sancılı son iki yüzyılını araştırıp öğrenmelerini doğrusu çok isterim. Bugün yeni Türkiye kendi ruhunun ateşini kendi mabedinde yakmaya çalışıyor. Afganistan’ın da ihtiyacı olan şey bence budur. İşgalciler tarafından batı tipi bir demokrasiye geçmeye zorlanan Afganistan, ortak bir duygu ve arzu olmakla birlikte kendine uygun demokratik bir modele geçemedi. Bu konuda ileride neler yapılabileceğini veya yapılamayacağını göreceğiz.

TÜRK KAMU DİPLOMASİSİNİN BAŞARISI

Taliban’ın ne suretle idareyi bu kadar kolayca ele geçirdiği ve bundan sonra ne olacağına ilişkin yorumları bir an bertaraf edip şunları söylemek isteriz: Türkiye ile Afganistan arasındaki ilişkiler her dönem ve rejim altında devam etmiştir. Afgan halkı tarafından model ülke olarak görülen Türkiye’nin tabii bir nüfuz etme gücü olduğu çok açıktır. Bütün dünyanın sadece diplomatik temsilcilikleri ile değil muhtelif kurumları ile de irtibatını koparmak istemediği Afganistan ile bizim de bağlarımızın kopması şüphesiz ki gerçekçi bir siyaset olamaz.

Afganistan’ın millî bir devlet olması ile eş zamanlı olarak başlayan ve üç yüz yıla uzanan Türk-Afgan dostluğunu bir söylem olmaktan öte derin anlamları var ve her iki halkın ilişkileri sağlam ve köklüdür. Afganistan’ı geçen yüzyıldan bu yana yaşadığı acılar ve trajedilerde hiç yalnız bırakmayan Türk halkı ve devleti uygun bir zeminde tekrar ilişkilerini ileri götürecektir. Ülkemiz 19. yüzyılın son çeyreğinden bugüne değin Afganistan’a dostluk ve muhabbet elini uzatmaktan geri durmamıştır. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı’nın (TİKA) ülkedeki üç ofisi ile restorasyon faaliyetleri, sağlık, tarım ve kapasite geliştirme etkinlikleri, meslek kursları, ihtiyaç sahiplerine gıda yardımları, eğitim ve inşaat sahasındaki çalışmalar başta olmak üzere her alanda başarılı ve verimli faaliyetlericra etmiştir. TİKA’nın yanı sıra Afganistan’ınmuhtelif şehirlerinde başarı ile işlettiği okullar ile Türkiye Maarif Vakfı da öne çıkan yüz akı bir kurumumuzdur. AFAD, Kızılay, Yunus Emre Enstitüsü, Türkiye Diyanet Vakfı gibi kurumlarımızın yanı sıra çok sayıda Türk sivil toplum kuruluşu da Afganistan’da başarılı faaliyetler icra etmektedirler.

Müşterek İslâmî mirasımıza hizmet babında Herat Ali Şir Nevâi Camii, Fahreddin Razi Türbesi ve Hace Abdullah-ı Ensârî Çilehanesi’nin restorasyonu, ilk Türkiye-Afganistan İlişkileri Uluslararası Sempozyumu’nun düzenlenmesi, Türk ve Afgan Hattatlarının İstanbul Buluşması, çok sayıda önemli eserin basılması, çeşitli akademik toplantılar tertibi, büyük bir akademik kütüphane kurulması, Türkçe kursları, ebru kursları açılması gibi faaliyetler TİKA tarafından başarı ile icra edilmiştir. Bunun yanı sıra iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurulmasının 100. yıldönümü münasebetiyle de çok sayıda sergi, konferans, kitap basımı gibi etkinlikler gerçekleştirilmiştir.

Ümit ediyorum ki sürdürülebilir bir barış ortamında Afganistan Devleti’nin yegâne meşgalesi; devlet aygıtının yeniden ve esaslı surette takviyesi ve işlemesine yönelik yeni düzenlemeler, toplumsal zümreler arasındaki uyumun tahkimi, Afgan ekonomisinin bir üretim ekonomisi haline getirilmesi, enerji probleminin halledilmesi, başta ulaşım olmak üzere altyapının güçlendirilmesi ve muhacirlerin uygun şartlarda tekrar Afganistan’a getirilmesi gibi konular olur.

Türkiye’nin daha önceden olduğu gibi bugün de Afgan halkının yanında olacağı açıktır.

#Düşünce Günlüğü
#Afganistan
#Türkiye
3 yıl önce