|

Herkes gökyüzü altında

'Duble yolları Kürtleri Dersim'deki gibi öldürmek için yapıyorlar' diyen solcu yazarları, 'Kof kabadayı' ithamında bulunan liberal genel yayın yönetmelerini, 'Gayretullah'ın gücüne gider' diyerek tehdit eden cemaate yakın isimleri; Gezi olaylarında çeşitli grupları Erdoğan karşısında birleştiren neden, eğer aynı gökyüzü altında birlikte yaşamamızı sağlayacaksa, hayra vesile olacağını söyleyebiliriz.

Merve Şebnem Oruç
00:00 - 3/07/2013 Çarşamba
Güncelleme: 18:28 - 2/07/2013 Salı
Yeni Şafak
Herkes gökyüzü altında
Herkes gökyüzü altında

2002 yapımı Zhang Yimou filmi Ying Xiong (Hero-Kahraman), Çin'i MÖ 221 yılında tek bir çatı altında birleştiren Qin kralı Qin Shi Huang'ı ve ona düzenlenen suikastları fantastik bir dille anlatır.

Çin MÖ 200'lü yıllarda yedi krallığa bölünmüştür ve bu krallıklar Çin'e hükmetmek için birbirleriyle savaş halindedir. MÖ 475 yılında başladığı düşünülen Savaşan Devletler Zamanı (Warring States Period), Eski Çin'de 200 yıldan uzun süre devam etmiştir. Savaşan krallıkların en güçlüsü olan Qin (Çin) Kralı Qin Shi Huang (MÖ 259 – 210), filmde de tarih kitaplarındaki gibi 'acımasız' ve 'despot' bir kral olarak tasvir edilir. Hikayeye göre onu güçlü kılan despot görünüşü bir tercihtir. Bu tercih, kanlı savaşları bitirecek ve Çin'i birleştirecek bir öngörünün sonucudur. Qin'in çizdiği karakter, birbirleriyle savaşan diğer altı krallığı ona karşı birleştirir. Bu birleşme imparatorluğa giden yoldaki en önemli adımdır.

Yimao, Kahraman filminde Qin'e yaklaşmayı başarabilen iki farklı suikastçı hikâyesini ve bu suikastçıların kralın idealini idrak etmelerini anlatır. Suikastçıların uğruna öldürmeyi göze aldıkları ideal, sonunda uğruna ölmeyi göze alacakları bir ideale dönüşür. Qin'i öldürmek için yapılan birliktelik, Qin'in birlikte yaşama ideali uğruna ölümü göze almayla sonuçlanır. Yimao, bu ideali 'Tianxià (??)' şeklinde tanımlar; 'Herkes (ve her şey) aynı gökyüzü altında' anlamındadır. Yimao, 'gökyüzü'nden kastının dünya olduğunu, Çin'in kuruluş hikayesinden çıkarılması gereken dersin 'evrensel barış' olduğunu röportajlarında dile getirmiştir.

İlk Çin İmparatoru Qin, kısa süren hayatında 'büyük ve güçlü Çin'in temelini atmış, Çin Seddi'ni inşa etmek gibi 'çılgın proje'lere hayat vermiştir. Qin 'kitap yaktırma' gibi eylemlerinden yola çıkılarak 'toplum mühendisliği' yapmakla ve bir 'makyavelist' olmakla eleştirilir; ancak yaşadığı çağın MÖ 3. Yüzyıl olduğunu, o dönemde Türklerin hala göçebe yaşam tarzlarını sürdürdüklerini unutmamak gerekir.

BÜYÜK VE GÜÇLÜ TÜRKİYE

Taksim olaylarının ilk günlerinde değerli bir arkadaşımla, Erdoğan'ın sert üslubunun kritiğini yaparken söz dönüp dolaşıp Yimao'nun Kahraman filmine geldi. Teorime göre, Türkiye'deki askeri vesayeti, Fransız ekolü laikliğin kamusal alandaki tahakkümünü, Suriye'deki iç savaşı, Kürt Sorunu'nu bitirmeye yönelik politikaları ile Orta Doğu'da diktatörlerin devrilmesine, İsrail'in Filistin ve Gazze'deki zulmüne yönelik tavrını beğenmeyen taraflar, ona karşı ittifak halindeydi. Bu birliktelik, herkesin aynı gökyüzü altında özgürce yaşamasına yol açabilecek bir öngörünün ve bu öngörünün doğurduğu sert üslubun sonucuydu. Değerli dostum, bu fikrimi Kahraman filmini hatırlatarak taçlandırdı.

Erdoğan'ın sert üslubunun ve bazı kesimlerin subjektif bakış açısıyla değerlendirildiğinde sert algılanan politikalarının ardında, Qin benzeri bir öngörü mü yatmaktadır; çeşitli yazarların iddia ettiği gibi stratejisiz ve hesapsız kitapsız reaksiyonlar mı vardır; ya da Erdoğan'ın 'Büyük Türkiye' hayali 'tek adam' olmak gibi sığ bir hırsa mı dayanmaktadır, bilemeyiz. Ancak 'Muhtar bile olamaz' denilen kişinin 'büyük ve güçlü Türkiye' hayalinin önündeki engelleri kaldırabilmesi için kendisinin de güçlü olması gerektiği yadsınamaz bir gerçek.

Son yıllarda, kendisi için Charles de Gaulle yakıştırmasında bulunan ulusalcı siyasetçilerden tutun, 'Duble yolları Kürtleri Dersim'deki gibi öldürmek için yapıyorlar' cümleleriyle hem altyapı politikalarını hem barış çabalarını alaşağı etmek isteyen solcu yazarları, 'Kof kabadayı' ithamında bulunan liberal genel yayın yönetmelerini, 'Gayretullah'ın gücüne gider' diyerek tehdit eden cemaate yakın isimleri; Gezi olaylarında çeşitli grupları Erdoğan karşısında birleştiren neden, eğer aynı gökyüzü altında birlikte yaşamamızı sağlayacaksa, hayra vesile olacağını söyleyebiliriz.

(İLLÜSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM)
ERDOĞAN KARŞITI İTTİFAK

Siyaset ve temsil bakımından AK Parti'nin çok gerisinde kalan, Silivri'deki eylemleriyle sivrilen, 'Çözüm Süreci'ne yönelik alternatif sunmayan eleştirileriyle tepki çeken, Esad'la ve Reyhanlı saldırısına karışan isimlerle yakınlığıyla tedirgin eden ana muhalefet partisi CHP, bu eylemlerde başı çekti; hatta şu sıralar DHKP-C'ye destek verdiği söyleniyor. Başlangıçta protesto edilen Taksim Yayalaştırma Projesi'ne İBB Meclisi'nde oy veren CHP, sokak olaylarının başladığı ilk günden itibaren tüm gruplardan rol çaldı. Ulusalcı medya organlarının yaptığı üstü açık/kapalı darbe vurguları, yok olmaya mahkûm zihniyetin yaşamak için artık siyaset dışı yöntemlere başvurduğunun göstergesiydi. Kemalist iş adamlarının ve akademisyenlerin bu sürece desteği inanılmaz boyutlardaydı.

Aydınlık grubuna bağlı Türkiye Gençlik Birliği (TGB) Başkanı Çağdaş Cengiz'in, Milli Merkez Kurultayı'nda 23 Nisan'da yaptığı 'devrim' konuşması Gezi'yi işaret etmekteydi. Onlar da Gezi'de ön saflarda yer aldı.

Komünist ve sosyalist örgütler, tüm sol fraksiyon ve aydınların hemen hepsi eylemlerde birlikteydi. TKP'den ÖDP ve 'Yetmez Ama Evet'çi DSİP'e hepsini sokaklara döken en başta 'romantik bir devrim' hayaliydi. Sol gruplar bir ağızdan 'Erdoğan-Hitler' benzetmeleri yapsa da, lider seçme, talep belirleme gibi temel konularda anlaşamadı ve fraksiyon tartışmalarına geri döndü. Bu durum, devrim hayalinin realiteden uzak olmasına dayanıyordu ve realite eleştirileri karşısında takınılan 'Önce devrimi bir yapalım, sonra düşünürüz' tavrı Jakobenleri anımsatıyordu.

İsyanlarının temeline Erdoğan'ın üslubunu ve 'yaşam tarzı'na yönelik düzenlemeleri koyan liberaller, en haklı görünen kitleydi. 'Üç çocuk', 'alkol düzenlemeleri', 'basın özgürlüğü' gibi konularda Erdoğan'ı otoriter, dilini 'kibirli' bulanları haksız hale düşüren, olaylar Başbakanlık Ofisi'ni basmaya varacak noktaya geldiği anda anarşiye dur dememeleriydi. Medya patronlarının hükümet aleyhtarlığına gazetelerinde ve televizyonlarında yer vermemeyi tercih etmesi, dünyada liberalizm tartışmalarının güncel konularından biriyken, bu durum 'bize özgü'ymüş gibi yansıtıldı.

Bir süre öncesine kadar AK Parti'ye destek veren, emniyet ve yargıda kadrolaşmasıyla eleştirilen Gülen Cemaati'nin yayın organlarında, özellikle İngilizce yayın yapan Today's Zaman'da Gezi sürecinde yer alan makaleler dikkat çekiciydi. Cemaat kalemlerinin 2011 Seçimleri sürecinde AK Parti'nin milletvekili adayları üzerinden başlayan eleştirileri, hükümetin Özel Yetkili Mahkemelere yönelik düzenlemeleri ve emniyet üst kadrolarında yaptığı değişikliklerle şiddetini artırdı. ABD'yle ve İsrail'le ilişkileri her zaman yetersiz bulan grup, 'Erdoğan da bize borçlu olmasına rağmen bize yapılan yanlışa göz yummuştu' tavrıyla Gezi sürecine pasif destek verdi. Hatta cemaatin içinden olduğu bilinen bir kalem, Erdoğan'a diktatör denilmesini 'eden bulur'la açıklarken Fethullah Gülen'e 'emekli vaiz' denilmesiyle çılgına dönerek, 'Erdoğan mı eleştirilemez Gülen mi' tartışmasına delil sundu. Kritikler, 'Erdoğan gitsin, Gül gelsin' noktasına geldi. Gülen ve cemaatini eleştiren olay kitap 'İmam'ın Ordusu'nu yazanlarla aynı safta yer alındı.

Abdullah Öcalan'ın Newroz konuşmasıyla duymaya başladığımız 'ayrılıkçı Kürtler'in homurdanmaları, çekilme sürecinde 'Öcalan davamıza ihanet etmiştir' boyutuna taşınmıştı. Ancak Kürt halkının büyük bir çoğunluğunun 'irademdir' dediği Öcalan'a karşı açık bir tavır alarak PKK'ye olan desteği bölmek, güç kaybetmek, yani 'politik intihar' demekti. Öcalan'ın başlattığı çözüm sürecini Kürt halkını bölmeden baltalamak Öcalan'a rağmen mümkün değildi. Bu bağlamda Gezi eylemlerinde rol alan ayrılıkçı Kürtler, olası bir devrimle, yalnız Erdoğan'ı değil Öcalan'ı da tehdit ediyordu.

Suriye Devrimi'nde Erdoğan'ı mezhepçilikle suçlama noktasına gelmiş Baas destekçileri, bu gruplardan bir diğeriydi. Bin Ali, Mübarek ve Kaddafi gibi Sünni diktatörlerin devrilmesinde Arap halklarından yana tavır koyan Erdoğan'ın, sıra katliamlarını etnik temizlik boyutuna taşıyan Esad'a geldiğinde farklı davranması esasen ayrımcılık olacakken, kendileri 'mezhepçi' davranan Baasçılar, içeride de Alevi kesimi uzun süredir kışkırtmaktaydı. Haliyle Taksim olayları, onlar için de bulunmaz bir fırsattı.

Gezi olaylarında, Erdoğan'a yapılan saldırıya karşı savunma geliştirmesini beklediğimiz bazı 'yandaş' isimler sessiz kalmayı tercih etti. İlk günlerde gerçek bir devrim olabileceğini düşünerek susup kendini sağlama almayı yeğleyenler ve söze davranmadan önce 'Benim çıkarım ne olacak' diye pazarlık yapanlar, yapabilecekken yapmadıklarıyla Gezi'ye pasif destek vermiş bulundu.

Çözüm sürecine milliyetçi refleksleriyle karşı çıkan bazı 'Çılgın Türkler' de bayraklarıyla beraber Gezi eylemlerindeydi. Ancak bunların sayısı çok azdı.

'BARIŞA VE VİCDANA BİAT EDENLER'

Erdoğan'ı 'Başbakan 25 kuruşu 25 metreden vuracak şahısların yanına kadar sokulabileceğini iyi görmelidir' diyerek tehdit ettiği düşünülen Bahçeli, esasen bu cümlesiyle 'Oyuna uluslararası güçler katıldı diye yanında sandığın bir ülkücü, usta bir tetikçi de olabilir' diye kendi üslubunca uyarıyordu. Devlet Bahçeli gerek çözüm sürecinde gerek Gezi sürecinde, ülkücüleri evlerinde tutarak Erdoğan'a karşı yapılan bu ittifaka katılmadı.

Oda TV'nin geçenlerde bir haberinde Ahmet Türk'ü ve Demirtaş'ı kast ederek 'Kürtler sırtlarındaki kamburdan ne zaman kurtulacak' diye hedef gösterdiği, barışı ve birlikte yaşamayı amaç edinen BDP ve tabanı Gezi sürecinde Erdoğan'ı 'demokrasi' temelinde eleştirmekle birlikte, sokağa destek vermedi. İki aydır Türkiye'nin her şehrinde halkla görüşen Akil İnsanlar'ın hazırladıkları raporlara göre şekillenmesi doğru olan 'demokratikleşme', yani çözüm sürecinin ikinci adımı için aceleci davranan BDP'li siyasetçilerin izlediği bu yol, oy oranını artırmaya yönelikti.

Erdoğan'ı İslami duyarlılıkları nedeniyle eleştiren ve yeterince 'Müslüman' görmeyen Milli Görüşçüler de, istisnaların dışında genelde Erdoğan'ı desteklediler. Bunun nedeni, 28 Şubat'ta Erbakan'a yaşatılanların hala hafızalarında canlı olmasıydı.

Erdoğan ve hükümeti, geride kalan Haziran'la beraber yeni ve büyük Türkiye'nin kapısını araladı. Gezi'de birleşen Erdoğan karşıtı ittifak, ayrılıkçı ve ayrımcı ideolojileri bir yana bırakıp hain ve katilleri kendinden ayırarak yeni ve dinamik bir muhalefet çıkarabilirse, işte o gün aynı gökyüzü altında barış içinde yaşamak için ihtiyacımız olan temel eksiğimiz de tamamlanacak.

11 yıl önce