|

Tesadüflerin gizemi Kieslowski

İnsanın gizemli dünyasına yönelerek ona daha yakından bakar. Tüm karmaşıklığın içindeki o gizemi anlamaya çalışır. Duygular onun için devlet politikalarından daha sahicidir. İlk filmimden son filmine kadar hepsi, pusulalarını şaşırmış, nasıl yaşamaları gerektiğini bilemeyen, doğru ve yanlışı ayırt edemeyen ve umutsuzca bir arayış içinde olan insanlar hakkındadır.

02:35 - 21/10/2022 Cuma
Güncelleme: 02:40 - 21/10/2022 Cuma
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Yekta Şirin / Metin Yazarı

Cihan Aktaş, Şark’ın Şiiri İran Sineması adlı eserinde İran’da itibar gören yönetmenlerden birinin Krzysztof Kieslowski olduğunu belirtir. Yönetmenin çok geniş bir coğrafyada sanatseverler tarafından ilgi görmesinin en önemli nedeni kuşkusuz sanatının gücüdür. Ancak geçmişte kendi ülkesinde daha az tanınır olmasında, Polonya’daki komünist rejime karşı eleştirel tavrının etkili olduğu söylenebilir. Kieslowski, siyasi iktidara muhalefet eden Andrej Wajda gibi sinemanın önemli isimlerinin desteklediği Ahlaki Kaygı Sineması’nın içinde yer aldı. Bu gelenek otoriter rejime karşı özgürlükçü bir anlayışı temsil etmekteydi. Kieslowski politik eleştirilerinde geleneğin diğer temsilcileri gibi cesur davranmış, sonucunda da sansüre uğramıştı. Örneğin, Kör Talih 1981’de çekilmiş olmasına rağmen sansür nedeniyle ancak 1987’de gösterilir. Kieslowski kendisiyle yapılan bir röportajda başka filmlerinin de bekletildiğini ifade etmiştir.

SİSTEME ELEŞTİREL BAKIŞ

Sansürü sadece politik bir baskı olarak görmemek gerekir. Sanatçı üzerindeki en önemli etkisi sanatçının kendi düşünü tam olarak yansıtamamasıdır. Sansür sanatsal üretim üzerinde baskıya, kayıplara ve nihayetinde sanat eserinin parçalanmasına yola açmaktadır. Kieslowski de sansür ve oto-sansür mekanizmaları nedeniyle filmlerinde gerçeği eksiksiz bir şekilde anlatamadığını ifade etmiştir. Tüm engellemelere rağmen politik eleştiriden geri durmamıştır. Öldürme Üzerine Kısa Bir Film’de devletin infaz yetkisini tartışmaya açar. Sonu Yok’ta olayların merkezinde yer alan avukat, politik süreçlerde yargılananları savunan bir kişidir. Cezaevindeki işçi de yine siyasi meselelerden ötürü yargılanmaktadır. Amatör filminde de kamerasıyla kayıt yapan Filip’in çektiklerinin ilgi görmesinin altında da sistem eleştirisi yatmaktadır. Hatta politik eleştirileri komünist dönemle de sınırlı değildir. Üç Renk serisinin Beyaz filminde komünizm sonrası toplumun parayı merkeze almasını karikatürize etmiştir.

MESAJ KAYGISI GÖZETMEYEN FİLMLER

Belli bir ideolojiyle şekillendirilen toplumlarda sanatın temel işlevinin toplumu, iktidarın gösterdiği hedefe ulaştırması olduğu kabul edilir. Sosyalist iktidarlar buna örnektir. Bu iktidarlara göre eğitimsiz ve ‘bilim dışı’ inançlara sahip toplum zayıftır. Kitleler, otoritenin belirlediği hedefe ulaşmak için bilimle/sanatla eğitilmeli, sanat, ideal olanı anlatarak otoritenin ‘kutsal’ hedeflerine hizmet etmelidir. Kieslowski sinemasının bahsetmiş olduğumuz paradigmadan ayrıldığı en önemli nokta tam da burasıdır. Yönetmen -komünizmin bir aygıtı gibi- olması gerekeni göstermekten ziyade olanı/gerçekliği betimlemeyi tercih etmiştir. Büyük hikayelerin anlatıcısı değildir. Filmleriyle ‘dünyayı doğrudan değiştiremeyeceğini’ bilerek, ders vermeyi hedeflemez. Bu tavır aynı zamanda yönetmen için değerli olanı da göstermektedir. Sanatsal kaygıları, bireysel ve toplumsal özgürlüklerin gelişmesi için bir duyarlılık ortaya koyar. Polonya’ya ait ulusal mitleri sorgulayarak, insanların yapıp etmelerine, hayal kırıklığına, saplantılara, zaaflara, sevgi biçimlerine odaklanır. Bunu şu sözlerle anlatır; “Bir insanın komünist veya dayanışma yanlısı olmasından, dinsiz ya da dindar olmasından daha önemli şeyler bulunduğunu fark ettim; aşk, ölüm, yalnızlık, nefret, kaygı gibi. Bunlar pek sözünü etmediğimiz ama birlikte yaşadığımız, hayatımıza yön veren şeylerdir.” Bu açıdan yönetmenin Polonyalı kimliğinin sinemasını ne düzeyde belirlediği, evrensel temalar yerine yerel öyküler anlattığı iddiası tartışabilir. Kieslowski’nin hikayelerinde Polonya gerçekliği kendini gösterir. Ancak içerikteki yerellik biçimsel özgünlüğün önüne geçemez. Polonya’yı anlatırken diğer yandan komünizmin yarattığı hayal kırıklığını, komünizmi eleştirirken de otoriter siyaseti anlatır.

İNSAN DOĞASINA DÖNÜK DERİN BİR YOLCULUK

İnsanın gizemli dünyasına yönelerek ona daha yakından bakar. Tüm karmaşıklığın içindeki o gizemi anlamaya çalışır. Duygular onun için devlet politikalarından daha sahicidir.

“İlk filmimden son filmlerime kadar hepsi, pusulalarını şaşırmış, nasıl yaşamaları gerektiğini bilemeyen, doğru ve yanlışı ayırt edemeyen ve umutsuzca bir arayış içinde olan insanlar hakkındadır” der. Pusulasını şaşırmış olanların yaşamlarında birçok şeyin ‘rastlantısal’ gerçekleştiğini gösterir. Bireyler zayıftır. İnsan her şeyi kontrol edecek güce sahip değildir. Kimi seveceğine dahi çoğu zaman kendisi karar veremez. Hatta insanın yaşadıkları kendi tercihlerinin sonucu da olmayabilir. Karşılaşılan bir olay başkalarının yapıp etmeleriyle de şekillenmektedir. Kör Talih’de bir insanın kendi iradesi dışındaki gelişmelere bağlı olarak yaşamının nasıl şekillenebileceğini üç farklı ihtimalle anlatması buna örnektir. İnsanlar kendi yaşamları üzerine karar verememekte, kendi iradeleri dışında gelişen olaylar neticesinde ortaya çıkan kaderlerini yaşamak durumunda kalmaktadırlar. Hayatın içindeki rastlantılar telafisi zor sonuçlara neden olabilirken, yönetmen bunun yol açtığı adaletsizliği vurgular. Üç Renk – Kırmızı’da arabasıyla köpeğe çarpan kadının, köpeğin sahibini bulmasının ardından yaşananlara ve tesadüflerin yaşamda oynadığı role dikkat çeker. Mavi’de ise Juliette Binoche, kazada çocuğunu ve eşini kaybetmesinin ardından bambaşka bir yaşama sürüklenir. Öldürme Üzerine Kısa Bir Film’de köprüden atılan taş bir arabaya denk gelir ve kazaya neden olur. Amatör’de kızının doğumunu kaydetmek isteyen babanın aldığı kamera onun yaşamının başka bir yöne evrilmesine neden olur. Yönetmenin kendi yaşamında da ‘tesadüflerin’ yeri büyüktür. Örneğin Kieslowski tiyatro ve sinema eğitimi almadan önce Polonya’da itfaiyecilik okuluna kaydolur. Eğer itfaiyecilik okuluna devam etseydi bugün dünya sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri olan Kieslowski’den bahsetmek mümkün olmayacaktı.

AHLAKİ BİR TARTIŞMA İMKANI SUNUYOR

Yönetmenin sineması için üç aşamadan söz edilebilir. Öncelikle siyasi iktidarın belirleyiciliğini tartışır. Ardından toplumsal kültürün insanı ne düzeyde etkilediğine geniş yer verir. Son olarak ise insanın doğasına dönük derin bir yolculuk gerçekleştirir. On emir uyarlaması olan Dekalog serisinde varoluşsal konuları ele alması buna örnektir. Bu seri insanın ‘günahlarıyla’ yüzleşmesidir. Zayıflık insan doğasında var olan bir şey midir yoksa insan toplumsal ilişkilerdeki adaletsizliğin bir sonucu olarak mı zayıf düşer? Kieslowski sineması izleyiciye ahlaki bir tartışma imkanı sunar. Bu seride kişilerin yaşadığı ahlaki paradoksların etkisi yoğun bir şekilde kendini gösterir. Yönetmen yukarıda bahsettiğimiz üç aşamayı ortaya koyduğu gibi bu aşamaların etkileşimiyle beraber insanın içine çekildiği anaforu anlatarak sinemada kendine özel bir alan oluşturur. Bunu yaparken de şüpheciliği hiçbir zaman elden bırakmaz. Yaşamın gizemini çözdüğünü iddia etmekten ziyade, yaşamın ne kadar esrarengiz bir doğası olduğunu anlatır ve tesadüflerin insan hayatında ne kadar büyük değişikliklere yol açtığını…

#Krzysztof Kieslowski
#Cihan Aktaş
#Andrej Wajda
#Sinema
2 yıl önce