|

ABD-AB denkleminde Türkiye

Yeni Şafak
01:00 - 22/11/1999 Pazartesi
Güncelleme: 18:56 - 12/05/2017 Cuma
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv

C

linton Türkiye'yi Avrupa Birliği içinde görmek istediğini söyledi. Bir Avrupa-Amerika rekabetinden söz edilebilir son zamanlarda. Clinton kendi safına çekmek istediği, hatta geleceği birlikte kurmayı planladığı bir Türkiye'yi neden rekabet halinde olduğu söylenen Avrupa'ya terk etsin?

Burada iki senaryo var. İlki, ABD'nin Türkiye'yi Avrupa dışında NATO içinde stratejik partner olarak görmeye yönelmesi ve bu konuda Avrupa Birliği'ne yeterli baskı yapmamış olması. Ama bir başka senaryo üzerine de düşünmek lâzım. Bu da çok ihtimal dışı bir senaryo değil, bence doğru unsurlar barındırıyor. Dikkat ederseniz İngiltere de Türkiye'nin girmesine bir ara sıcak baktı. Neden? Şimdi bunun bir Avrupa Birliği bir de Türkiye açısından taşıdığı önem var. Avrupa Birliği açısından taşıdığı önem şu: Avrupa Birliği yeni bir olgu değil. Avrupa zaten Şarlman'dan bu yana bölünme ve parçalanma sarkacı yaşayan bir kıta. Yani kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nu birleştiren aktörlerle bunu bölen aktörler... din rekabeti vardı. Bütünleştirenler genellikle ya Alman kimliği etrafında bunu yaparlar, ya da Fransa etrafında. Yani ya Napolyon'dur, ya Hitler'dir, bütün Avrupa'yı tekrar bir kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nda birleştirmeye çalışan bir geçmiş olarak. Bölense sürekli İngiltere olmuştur.

Avrupa'nın bölünmesi İngiltere için neden bu kadar önem taşıyor ?

Çünkü Avrupa için her bölünme ve her güç parçalanması kontinental Avrupa'nın dışında olan İngiltere için bir diplomasi alanı, bir hareket alanı, bir manevra alanı açmıştır. Bu da, güçler dengesi politikasıyla alâkalıdır.

Bunun Amerika Birleşik Devletleri ile alâkası nedir?

Şu: şu anda Avrupa Birliği'nin gelişmesi konusunda iki tane temayül var. 1- Avrupa Birliği'nin derinlemesine büyümesi. Yani Avrupa Birliği'ni birbirine bağlayan unsurların kenetlenmesi. 2- Avrupa Birliği'nin genişlemesine büyümesi. Derinlemesinden kasıt; ortak para, ortak kurumlar, ortak karar mekanizmaları oluşturarak Avrupa Birliği'nin iç organizmasını kuvvetli bir örgüt haline dönüştürmektir. Bunu en fazla isteyen de Almanya ve Fransa'dır. Böylece Avrupa Birliği'nin içi yapısını güçlendirmeye yönelir. Genişlemesi ise Avrupa Birliği'nin üye sayısının artarak yayılması anlamındadır. Bunu da isteyen İngiltere'dir.

Avrupa'nın bölünmesini arzu eden İngiltere'den hiç de beklenmeyecek bir istek değil mi bu ?

Öyle ama, böylesi İngiltere'nin işine gelmektedir. Çünkü genişleyen bir Avrupa Birliği'nin derinleme gücü azalır. Yani Doğu Avrupa Birliği'nin Avrupa'ya girdiğini, Türkiye'nin Avrupa'ya girdiğini düşünün... Avrupa'nın derinlemesine organik bütünlüğe gitmesiyle, hızı yavaşlar. Meselâ Rusya Avrupa Birliği'ne girse -böyle bir şey şu anda söz konusu değil ama-, sonra Doğu Avrupa ülkelerinin kademeli bir şekilde girmesi Avrupa Birliği'nin kendi içinde genişlemesi demektir. Meselâ "Euro"nun bu ülkelerde kullanılmasına başlamak bir süreç gerektirir. Yani, genişleyen şeyler momentumunu kaybeder. Dolayısıyla İngiltere, Avrupa Birliği'nin genişleyerek derinliğine güç kazanmasını engellemeye çalışmaktadır. Onun için Türkiye'nin girişini desteklemiştir.

Yani Türkiye'nin kara kaşı kara gözü için değil.

Tabii ki değil. Türkiye gibi 60 milyonluk bir insan unsuru ve genç nüfus... Avrupa Birliği'ndeki ilişkilerin en temel parametresi nüfustur. Ekonomi de onun bir parçasıdır. Avrupa Birliği'nin bütün karar mekanizmalarına Türkiye'nin tesir ettiğini, parlamentosunun en az üçte birinin Türkler'den oluştuğunu düşünün. Böyle bir Avrupa'nın derinlemesine büyümesi çok zor olur. Daha esnek olmak zorunda kalır. Genişlediği zaman, kapsamlı genişlettiğiniz örgütler esnemek durumunda kalır. İngiltere bir anlamda bu yolla bir karşı refleks gösterir. Amerika da bence bu refleksi gösteriyor. Böyle bir temerküz durumu halini azaltmak sözkonusu olacak. İngiltere'nin AB'ye girişine muhalefet edenler olmuştu. Amerika ise desteklemiştir.

Çünkü İngiltere hem Amerika'ya, hem de Avrupa'ya yakın.

Tamamen öyle. Çünkü Avrupa Birliği içinde Amerika'ya yakın aktörlerin olması Avrupa Birliği'nin bir tür continental ve Kutsal Roma-Germen birliğe dönüşmesini engeller. Yani bu Katolik Avrupa da denilen, merkezî Avrupa gücünü engeller. Bu anlamda Türkiye'nin AB'ye girmesi Amerikan stratejileri açısından uygun bir araç. Girmemesi de ABD için değerlendirilebilir bir durumdur. Yani burada ABD'nin tek bir ata, tek bir ihtimale oynadığı kanaatinde değilim. Girerse Türkiye'nin stratejik bir partner olarak AB içinde bulunması, NATO'nun fiilen AB içinde çok etkin bir güce sahip olması anlamına gelir. Bu, Amerika'nın işine gelir. Girmezse de AB'nin boşalttığı ve AB'nin muhtemel rekabet alanlarında Türkiye gibi bir aktörü sürekli Doğu Avrupa'da AB'nin oyunlarına müdahil olan bir duruma sokar. Ve tabii olarak Amerika-Türkiye ittifakı doğurur.

Bu durumu Türkiye açısından nasıl değerlendirmek gerekir ?

Bir kere, Türkiye açısından doğru olur. Çünkü tek bir aktöre bağlı kalması bence Türkiye'nin stratejik çıkarına değildir. Ama AB dışında kalmış bir Türkiye'nin, Amerika'ya daha da yaklaşmasından başka çaresi yoktur. Yani burada Amerika'nın tek bir stratejik oyun peşinde olduğu kanaatinde değilim. Her iki ihtimale de açık, her iki ihtimali de Amerikan stratejisi açısından değerlendirecek durumdadır. AB nihâî hattını Rusya- Ukrayna-Türkiye olarak düşünecek olursak ki ben bunu olabilecek bir şey olarak görüyorum. Biz kendimizi Bulgaristan'la falan mukayese edemeyiz. Bulgaristan hazmedilebilir bir ülkedir. Romanya hazmedilebilir bir ülkedir. Niye onları almıyor da bizi alıyor diye düşünmek ayrı bir şey. Avrasya'nın kuzey-güney hattı Rusya-Ukrayna-Türkiye, Avrupa sınırının ucu gibi olan bir senaryoda ABD'nin istekleri de tebarüz etmiş olur.

AGİT, uluslararası diyaloğu sağlayabilmek amacıyla kurulmuş bir örgüt mü ?

Evet, böyle söyleyebiliriz. 1973'te böyle bir örgütün oluşması fikri ilk defa gündeme geldiğinde - ki ilk defa Sovyetler birliği tarafından gündeme getirildi- o günkü konjonktürü hatırladığımızda idealist söylemin dayandığı temel, uluslararası dialogtu. Yani soğuk savaşın iki bloku arasında bir dialog sağlamaktı. Madem ki soğuk savaşın iki bloku arasındaki savaş, soğuk savaşın demir perdesi Avrupa'dadır. O zaman dialog da orada sağlanmalıdır. Dolayısıyla idealist söylem böyle başladı. 1975'te Helsinki Nihâî Senedi de bunu tanımladı. Realist boyutu ise -ki asıl ilginç nokta burada- AGİK teklifini getiren Sovyetler Birliği idi. Sovyetler'in bu teklifi o dönemde gündeme getirmesinin de yine o günkü konjonktürle bir alâkası var.

Sovyetler Birliği'nin o günkü konumu şimdikinden daha iyi idi. Kendi gücünü pekiştirmek için mi böyle bir teklifi getirdi ?

Tam olarak öyle değil. Çekoslovakya olayları dolayısıyla itibarı zedelenmiş, bütün Avrupa'yı ve Amerika'yı karşısında bir blok halde rakip olarak görmekten yorulmuş bir Sovyetler Birliği. Brejnev doktrinleriyle de agresif bir tarza yönelmiş. Burada bir yenilenmeye ve karşı tarafın blok halini çözmeye ihtiyacı var. Buna karşılık aynı dönemde bence bu AGİK sürecinin o zaman hayata geçmesini sağlayan ikinci aktör Almanya'nın ve AB'nin ihtiyacıdır. Ve Almanya da bu sırada ostpolitiği (doğu politikası) başlatmıştır. Willy Brandt'la Helmut Schmith bunu başlatır. Almanya da doğuya yönelik bir politika başlatmıştır. Hemen hemen aynı dönemde Fransa'nın De Gaulle'le Amerika'ya kafa tutmaya başlamasının hemen arkasında başlayan bir süreç. Yani Sovyetler Birliği kendi diplomatik alanını açmak ve Çekoslovakya olaylarının açtığı zaafı ortadan kaldırmak ve Almanya ve Fransa'nın yeni yönelişlerini de değerlendirebilmek için bir anlamda çok önemli bir inisiyatif kullandı. İlginçtir, bu inisiyatife NATO ve ABD direndi. ABD buna olumsuz yaklaştı.

Özellikle Amerika'nın direnmesi ilginç değil mi?

İlginç, çünkü böyle bir sonucu muhtemelen onlar da gördüler. Ama bloklar arası dialog fikrinden dolayı bu hayata geçti. Yani o gün çıkarken belli önemli aktörlerin çıkarlarına bu bir reel zemin sağladığı için hayata geçti. Bu reel ve idealist söylem de Almanya'nın, Rusya'nın ve Fransa'nın Avrupa'lı aktörlerin gücü tekrar Avrupa'ya çekmek, yani Atlantik'te oluşan gücü tekrar Avrupa'ya çekmek, Atlantik merkezli bir dünyadan Avrupa merkezli bir dünyaya geçiş için bir zemin olarak görülen unsur soğuk savaş sonrasında yeni nitelikler kazandı. Sovyetler Birliği'nin misyonunu devralan Rusya için, Sovyetler Birliği'ne göre artık Avrupa'dan biraz daha geri hatlara çekilen bir ülke diyebiliriz. Fakat bu Rusya'nın mutlaka Avrupa zeminlerinde yer alması lâzım. AB'ye üye değil. Geriye en ciddî Avrupa forumu olarak AGİK'in hayatiyetini sağlamak kalıyordu. Rusya için başlıbaşına bir önem taşımaktadır bu.

Yarın: Türkiye ne kazandı


-------------------------



 


#Arşiv
#Yeni Şafak Arşiv
25 yıl önce