|

'Bölgenin şahitlik ettiği trajik DAEŞ tecrübesi'

Yeni Şafak yazarlarının Türkiye ve dünyadaki gündeme dair analizlerini sizler için özetledik... Taha Kılınç köşesinde Irak'ta asıl işin bundan sonra olduğuna işaret etti. İsmail Kılıçarslan, Hatice Karahan, İbrahim Tenekeci ve Ayşe Böhürler de gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yeni Şafak
08:52 - 8/07/2017 Cumartesi
Güncelleme: 09:22 - 8/07/2017 Cumartesi
Yeni Şafak
İsmail Kılıçarslan, ​Taha Kılınç, Ayşe Böhürler, İbrahim Tenekeci ve Hatice Karahan.
İsmail Kılıçarslan, ​Taha Kılınç, Ayşe Böhürler, İbrahim Tenekeci ve Hatice Karahan.

Taha Kılınç, İsmail Kılıçarslan, Hatice Karahan, İbrahim Tenekeci ve Ayşe Böhürler'in yazılarının en dikkati çeken bölümleri:

Henüz serüven sona ermedi

ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin hava desteğiyle, Irak ordu birlikleri, Kürt Peşmerge güçleri, Şii milisler ve Arap aşiret kuvvetlerinin 17 Ekim 2016’da ortaklaşa başlattığı Musul’u DAEŞ’ten kurtarma operasyonu son aşamasına geldi. Kentin batısının da temizlenmesiyle, Irak Başbakanı Haydar Abadi’nin kısa süre içinde “Musul zaferi”ni resmen ilân etmesi bekleniyor. DAEŞ işgali öncesinde, nüfus bakımından Irak’ın ikinci büyük kenti olan Musul, Sünnî ağırlığıyla dikkat çekiyordu. 2014’te Irak merkezî hükümetinin kontrolünden çıkan Musul’un 3 milyona yakın nüfusunun üçte ikisi, bu süreçte bölgeden ayrıldı. Yaklaşık 900 bin kişinin de ekim ayından bu yana kaçtığı kent, şu anda neredeyse terk edilmiş bir görünüme sahip. Musul’u kurtarma operasyonu, bir yandan ciddi bir sivil can kaybına neden olurken, kentin özellikle batı yakası tamamen harabeye dönmüş durumda. Çatışmalar sırasında yıkılan tarihi eserlerden biri de, Musul’un simgesi konumundaki el-Nurî Camii (Musul Ulu Camii). DAEŞ lideri Ebubekir Bağdadî, ünlü hilâfet ilanını 4 Temmuz 2014’de bu camide gerçekleştirmişti.

Sinan Ogan, Ümit Özdağ, Demet Akalın...


Bir kadın düşünün. Yedi, hatta bir kavle göre dokuz aylık hamile olsun. Bir de on aylık bebeğin annesi olsun. İki sabıkalı lanet serseri, bu anneyi evinden zorla kaçırıp ormana götürsünler. Önce kadının on aylık bebeğinin başını taşla ezerek öldürsünler. Ardından kadına tecavüz etsinler. Finali de yine kadının başını taşla ezerek yapsınlar.Craven’de, Romero’da, Carpenter’da göremeyeceğimiz türden bir korku filmi sahnesi anlatmıyorum size. Sakarya’da birebir yaşanmış, gerçekleşmiş bir utanç hikâyesi naklediyorum. İnsan oluşumuzdan utanmamız gereken bir andan söz ediyorum. İki sabıkalı lanet serseri, polise verdikleri ilk ifadede de, savcılık ifadelerinde de ‘şeytana uyduk, pişmanız’ gibi savunmalar yapmışlar. ‘Şeytan size uysun ulan şerefsizler, bu kötülükle ancak şeytan size uyabilir’ diyebiliriz tabii ama öldürülen kadının ve bebeklerin Suriyeli olmaları üzerinden meseleyi başka yerinden de ilerletmek gerekiyor.


Hamburg ajandası


Bugünkü yazıma bir teşekkürle başlamam gerekiyor. Zira yeni görevime dair yağan sayısız tebrik ve temenni mesajına hakkıyla geri dönmem ne yazık ki mümkün olamıyor. Söz konusu vazifeyi ülkem için ifa edecek olmaktan duyduğum onur, toplumumuzun ve ekonomimizin çok çeşitli kesimlerinden gelen bu anlamlı desteklerle katbekat arttı. Beslediğiniz güven ve umut için en içten teşekkürlerimi sunuyorum.HAMBURG AJANDASI Yazının konusuna geçecek olursak, ilgili görev vesilesiyle bulunduğum Hamburg’daki G20 Zirvesi, malumunuz, haftanın uluslararası ajandasında başrolde oynuyor. Zaten Perşembe akşamı buraya vardığımızda, şehirdeki telaş da yoğundu. İmrendiren derecede bol yeşilliklerle kaplı yollar boyunca, geçen korteji telefonlarına sarılarak görüntüleyenlerin sayısı öyle az buz değildi. Güvenlik tedbirleri ise, tahmin edebileceğiniz gibi diz boyu… Nitekim ben bu satırları yazarken G20’ye ev sahipliği yapan Hamburg, içinden geçen sakin sularının oldukça aksi bir hareketlilik yaşamakta… Katılımcı ülke heyetlerinin yoğunlaştırdığı şehir, bir yandan da protestolarla ve şiddet içerikli gösterilerle çalkalanıyor. Sokaklarda ateşe verilen araçlar ve yankılanan siren sesleri, açıkçası Avrupa’nın göbeğinde bir G20 için pek de hoş sahneler sunmuyor.


Adanmış ile Aldanmış arasındaki birinci fark


Bir sene önce ne yaşadık? Bugün bunu daha doğru bir şekilde değerlendirebiliyoruz. Nerelerden döndüğümüzü artık rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Sadece bir grup vatan ve vatandaş haini darbeciyle karşı karşıya olmadığımızı biliyoruz. İhaneti ve cinayeti hafifletmeye çalışanların çabalarını görüyoruz. Hatalı yürüme.15 Temmuz, millet hayatımızın dönüm noktalarından biri olmuştur. Malazgirt gibi, Çaldıran gibi. Yıllar geçtikçe mesele daha iyi anlaşılacaktır. Neyi başardığımız, neye karşı direndiğimiz iyice açığa çıkacaktır. Karşımızda belli bir sayıya, imkâna ve cesarete ulaşmış ihanet şebekesi yok sadece. Şahitlik ettiğimiz şey, bir kişinin cinnete varan ihtirası değil yalnızca. Biz o gün kimleri, hangi adresleri yendik? Bize kalırsa, bu soru büyük ölçüde cevabını bulmuştur.  Bazı batılı ülkelerin tavrına, tutumuna bir bakalım. Neredeyse darbeyi bastırmak suçlamasına maruz kalacağız. Zorluğun arkası kolaylıktır. Zahmetin devamı rahmettir. Allah bütün tuzakları tersine çevirecek kudrete sahiptir. Ülkemizi yıkıma sürüklemek isteyenler yeni bir dirilişe vesile olmuşlardır.


Her şeyden önce genel geçer yargı


Sakarya’daki dehşet verici cinayet ve geçen hafta mahallelerde ortaya çıkan olayları değerlendirirken bir iki noktanın üzerinde durmak istiyorum.Bunların başında kültürel farklara bakış ve buna bağlı olarak ırkçılık ve ayrımcılık içeren söylemler geliyor. Mültecilerle mahalle kavgalarını sıkça duymaya başladık. Yaşam kültürleri birbirinden farklı iki halk elbette birlikte yaşarken bir uyum sorunu çekecektir. Birisi gece, gürültülü, sokaklara taşarak bir arada yaşamaya alışkın bir halk, diğeri ise tam tersi. Semboller, vücut dilleri, kızgınlık, beğeni ifadeleri bile birbirinden farklı. Farkında olmamız gerekir ki bunlar olağan hayatın akışının bir parçası. Biz de başka halklar tarafından benzer duygularla karşılanıyoruz. Almanya’ya çalışmaya gidenler anlatırlar; Türklerin oturduğu apartmanlarda  çocuk sesi, kapıda ayakkabı yığıntısı, akşam 8’den sonra artan misafir trafiği ve buna bağlı olarak bağırıp çağırarak konuşan bir halkın gürültülü yaşantısı Almanlarda o kadar çok sorun olmuş ki; komşular çareyi polis çağırıp ceza yazdırmakta bulurlarmış. Avrupa’da ziyaret ettiğimiz Türk evlerinde daha gitmeden böylesi uyarılar duyarım. 


#​Taha Kılınç
#İsmail Kılıçarslan
#Hatice Karahan
#İbrahim Tenekeci
#Ayşe Böhürler
7 yıl önce