|

Dış politikada proaktif ve bağımsız Türkiye

15 Temmuz 2016 FETÖ’cü darbe girişimi Türk dış politikasında önemli bir paradigma değişimini de beraberinde getirdi. Türk dış politikasının son 7 yılda proaktif ve bağımsız politikasını, uzmanlarla değerlendirdik.

Muhammed Vefa Yürekli
04:00 - 15/07/2023 Cumartesi
Güncelleme: 00:31 - 15/07/2023 Cumartesi
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.

PROF. DR. YUSUF ÖZKIR: Kendi göbeğini kendi kesen Türkiye

15 Temmuz FETÖ darbe girişimi sonrası Türkiye’de oluşan dinamikler, dış politikayı da şekillendirdi. Konuya ilişkin görüş bildiren Prof. Dr. Yusuf Özkır şunları söyledi: Türkiye dış politika da tam bağımsız bir çizgi izlemeye başladı. Kendi göbeğini kendi kesti” ifadelerini kullandı. Türkiye’nin terörle mücadeleden enerjiye pek çok sahada faaliyetini artırdığına dikkat çeken Özkır, “Türkiye sert ve yumuşak gücünü eş zamanlı kullanabilen bir ülke olarak zikredilmeye başlandı. FETÖ tarafından 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişiminin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öncülüğünde milli irade tarafından püskürtülmesi Türk siyasal atmosferi bakımından önemli ve olumlu bir eşiktir. Bu sürecin yansımalarından biri de dış politika alanında görülmektedir. Bunu iki başlıkta ifade edebiliriz. Birincisi kendi göbeğini kendi kesen ve bunun için mücadele eden tam bağımsız Türkiye yaklaşımıdır. İkincisi de paradigma değişikliği olarak yerli ve milli siyaset söyleminin öne çıkmasıdır. Bu iki başlığın yansıma alanlarına bakıldığında Savunma Sanayii kapsamındaki Siha-Tiha yapımından, enerji politikalarında doğalgaz-petrol arayışı çalışmalarına uzanan geniş bir yelpaze ortaya çıkmaktadır. Bu alanlarda 15 Temmuz sonrası yakalanan ivme Türk dış politikasında özgül ağırlığı artırıcı bir sonuç doğurmuştur. Terörle mücadele konusunda ortaya konulan güçlü irade bu anlamda belirtilebilir. 15 Temmuz’dan hemen sonra başlayan Fırat Kalkanı harekâtı kritik öneme sahiptir. 15 Temmuz’da FETÖ üyesi hainlerin kullandığı tankları kovalayan toplum ülke güvenliği için Fırat Kalkanı Harekâtına giden tankları bağrına basmıştır. Şunu söylersek abartı sayılmaz diye düşünüyorum: Bu operasyon için tankların paletleri dönmeye başladığında, sonraki süreçte elde edilecek başarıların da ilk adımı atılmış oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle Türkiye bölgesinde kurulan emperyalist oyunları bozan veya kendi oyununu kurabilen bir ülke olma konusunda öne çıktı. Türkiye hem sahada hem masada vurgusu bu sürecin sonunda pratiğe dönüştü ve uluslararası ilişkilerde Türkiye sert ve yumuşak gücünü eş zamanlı kullanabilen bir ülke olarak zikredilmeye başlandı. AA ve TRT bağlamında küresel yayıncılığın kuvvetlendirilmesini de bu yaklaşımın sonucu olarak görmek gerekir. Türkiye’nin desteğiyle işgal altındaki Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan tarafından Ermenistan’dan geri alınması önemli bir çıktıyı oluşturur. Terör örgütü PKK’ya yapılan operasyonlarda elde edilen başarılar ve yine FETÖ konusunda atılan başarılı adımlar önemlidir. Türkiye’nin iç meselesi gibi görünse de pek çok açıdan uluslararası niteliği olan Ayasofya’nın yeniden Cami olarak açılmasını da bu listeye eklemek gerekir. Dolayısıyla Türkiye 15 Temmuz sonrasında büyük yaptırımlara ve küresel baskılara maruz bırakılmasına rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde hem kazanımlarını korudu hem de yeni alanlar açarak konumunu tahkim etme konusunda adımlar attı. Bu süreç yaşanırken Erdoğan 2018 ve 2023’te iki seçim daha kazanarak hem bu kazanımların korunması noktasında hem de yeni politikaların hayata geçirilmesi konusunda milli iradenin onayını aldı. Şimdilerde dış politikada yaşanan dinamik sürece bakıldığında bunun izlerini görmek mümkündür.

YUSUF ÖZKIR

DOÇ. DR. NİLHAN AÇIKALIN: AB’nin FETÖ’ye tavır almaması ilişkileri gerdi

15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye'nin birçok ülkeyle ikili ilişkisinde turnusol kâğıdı görevi gördü. 15 Temmuz gecesi Türk halkının en uzun gecesinin olmasının yanı sıra, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde bir demokrasi zaferi olarak tarihe geçti. Böylesine bir gece yaşanırken, başta Avrupa Birliği ve NATO üye ülkelerinin geç refleks vermesi, Türk dış politikası açısından kırılma noktası oluşturdu. Hatırlarsak özellikle Almanya, İsveç ve Fransa gibi ülkeler girişimden neredeyse bir buçuk gün sonra kınama ve destek mesajları paylaştı. Tonaj olarak da çok güçlü bir ifade kullanmadılar mesajlarında. Bir tek şu an AB üyesi olmayan İngiltere ilk dakikalardan itibaren destek verdiğini duyurdu. Birkaç gün sonrasında da İngiltere'nin AB'den Sorumlu Bakanı Türkiye'yi ziyaret etti. Avrupa Birliği'nin sadece Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı üzerine kurguladığı dış politikasının, hatta bunun ötesinde stratejik körlüğün sonucu olarak 15 Temmuz gecesi refleks verememesi, Türkiye AB ilişkilerini ve bu ülkelerle ikili ilişkilerini çok derin yaraladı. Türkiye, kendi demokrasi zaferini bu ülkelerin çok geç anladığını gördü. Hatta bu ülkelerin kamuoylarında darbeci FETÖ üyesi kimselere destek mesajları verilmesi, Batı ile ikili ilişkilerde ciddi bir gerilim başlattı. İsveç, Almanya gibi ülkelere kaçan, oturma izni alan FETÖ'cüler hâlâ paylaşımlar yapıyor. Şansölye Merkel döneminde Cumhurbaşkanımız Almanya'da yaşayan FETÖ'cülerin iadesine ilişkin bir liste verdi. Ancak geri dönüş alamadı. Geçen süre zarfında bazı ülkelerle siyasi ve ekonomik işbirliği devam etti. Ama gerilim sürdü. Türk dış politikası darbe girişiminden sonra önemli oranda farklılaştı ve değişti. Türkiye artık daha özerk ve güç alanı oluşturan bir ülke konumuna geldi. Geçen süre içerisinde Türk dış politikası bölgesel ve küresel sorunların çözümünde önemli bir aktör olarak ön plana çıkıt. Lider diplomasisi sayesinde, Sayın Cumhurbaşkanımızla ön olana çıkan bir diplomatik bir aktör oldu Türkiye. Bu da tüm ülkelerle ve Avrupa Birliği ile farklı bir ilişki modeli benimsenmesine yol açtı.

NİLHAN AÇIKALIN

Terörle mücadele boyut atladı: FARUK ÖNALAN

Darbe girişimi sonrası Türkiye’nin terörle mücadelesinde farklı bir safhaya geçildi. Bölgedeki terörü kökten bitirmeye yönelik adımlar atıldı. DEAŞ, PKK ve Suriye kolu PYD/YPG’ye yönelik kilit operasyonlar düzenlendi. 5 büyük operasyonla, terör hücreleri felç edildi. 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen hain darbe kalkışması aslında Türk dış politikası ve milli güvenlik açısından tam bir dönüm noktasıdır. Devletin kılcal damarlarına sızmış terör unsurlarının temizliğiyle uğraşıldığı bir dönemde, -aldığı örtülü desteklerle palazlanan ve dünyaya korku salan- DEAŞ terör örgütünün -belli bir plan çerçevesinde- sınırlarımızın hemen ötesindeki hareketliliği büyük riskler barındırmaktaydı. Ayrıca PKK terör örgütü de ABD ve Batı’nın desteği ile mevzi kazanmakta, bu doğrultuda Sincar’ın ikinci Kandil olması planlanmaktaydı. İşte böyle kritik bir süreçte Ankara terörle mücadelede önemli bir karar aldı: Artık savunma pozisyonunda kalınmayacak terör unsurları kaynağında yok edilecekti. Bu kapsamda 15 Temmuz darbe girişiminden yalnızca 40 gün sonra Fırat Kalkanı Harekâtı icra edildi ve “girilemez” diye algı oluşturulan Cerablus saatler içinde DEAŞ’tan temizlendi. Ardından Azez, Çobanbey, Dabık, el-Bab… SDG kılıfı giydirilmiş PKK terör örgütünün kuracağı ve sınırlarımızın hemen ötesinde Akdeniz’e uzanacak terör devleti projesi Zeytin Dalı Harekâtı ile işlevsiz hale getirildi. Barış Pınarı operasyonu sonucu, Resulayn ve Tel Abyad PKK/SDG’den arındırılmıştır. Rejimin saldırgan tutumunu devam ettirmesi sonrasında akan kanı durdurmak ve büyük bir insani krizin önüne geçerek yeni bir göç akışını engellemek amacıyla İdlib bölgesinde Bahar Kalkanı Harekâtı icra edilmiştir. Kuzey Irak’a yönelik Pençe operasyonları kapsamında da terör örgütü PKK’ya ağır darbeler indirilmiştir. Ayrıca Sincar’a düzenlenen nokta operasyonlar ile terör örgütünün Irak ve Suriye arasındaki en önemli bağlantısı önemli oranda kesilmiştir. Hem Irak hem de Suriye’de devam eden operasyonlardaki kararlılığın odak noktası 15 Temmuz’dur. Bugün; gelen tepkilere, tehditlere ya da ambargo kararlarına aldırış etmeyen Türkiye ulusal güvenliği çerçevesinde, uluslararası hukuka dayalı olarak kendi göbeğini kendisi kesmektedir.

FARUK ÖNALAN

DİREN DOĞAN: Asya ile ilişkiler yoğunlaştı

Türkiye’nin 15 Temmuz sonrasında özellikle Asya kıtasındaki ülkelerle ciddi bir diplomasi hamlesine giriştiğini görüyoruz. Bu süreci yürütürken bir taraftan “Yeniden Asya Girişimi” veya “Orta Koridor Girişimi” tarzında kendi enstrümanlarını kullanırken aynı zamanda jeopolitik konumunun getirdiği olumlu rüzgârı arkasına alarak Kuşak Yol İnisiyatifi’nden mümkün olan maksimum faydayı almayı amaçladığını görüyoruz. Bu noktada Asya kıtasının yükselişi paralelinde başta Orta Asya ülkeleri olmak üzere bölgedeki aktörlerle ikili ilişkilerin arttırılmasının amaçlandığını bunun paralelinde bölge ülkeleriyle ziyaretlerin, enerji ve ticaret odaklı ortak projelerin sayısının arttırıldığını görüyoruz. Şüphesiz tüm bu hedeflere en büyük katkı sağlayan unsurlardan birinin son yıllarda artan faaliyetleri ile Türk Devletleri Teşkilatı olduğunu söylemek önemlidir. TDT’nin artan faaliyetleri üye ülkeler arasındaki diplomasi kanallarını çeşitlendirirken bu durum özellikle 15 Temmuz’un ardından, herhangi bir aracı olmadan direkt bu ülkelerle lider ve devlet kurumları düzeyinde ilişki kurmak isteyen Türkiye’nin elini sağlamlaştırmıştır. Diğer taraftan 2022 yılında düzenlenen Şangay İşbirliği Örgütü devlet başkanları zirvesini ve bu zirveden yansıyan görüntüleri düşündüğümüz zaman Türkiye’nin yalnızca Orta Asya ülkeleriyle değil başta Rusya ve Çin olmak üzere Asya kıtasının büyük güçleriyle de bağlarını sağlamlaştırmak üzere stratejiler yürüttüğünü görebiliriz. Bu noktada özellikle Ukrayna savaşının ardından Batı’nın sert yaptırımlarına ve diplomatik dışlamasına hedef olan olan Rusya’ya yönelik Türkiye’nin yürüttüğü dengeli strateji ve Ukrayna-Rusya sürecinde kazandığı arabuluculuk rolü, Türkiye’nin uluslararası arenadaki prestijini de arttırmıştır. Türkiye, Asya kıtasının en batısındaki Avrupalı ve Avrupa kıtasının en doğusundaki Asyalı olarak 2019 yılında başlattığı Yeniden Asya Girişimi’nin çatısı altında elindeki tüm enstrümanlarla bu kıtaya doğru yönelerek kültürel ve tarihi değerlerinin desteği ile Asya ülkeleriyle bağlarını büyük bir hızla kuvvetlendirmiştir. Kazan-kazan prensibi paralelinde ilerletilen ilişkilere verilebilecek en net örnek olan Orta Koridor Girişimi, Çin tarafından yürütülen Kuşak Yol İnisiyatifine değer katmayı amaçlayan bir girişim olarak yola çıkmış ve Ukrayna savaşıyla birlikte işlerliğini yitiren Kuzey Koridoruna önemli bir alternatif olarak dikkatleri üzerine toplamıştır. Bu koridora dâhil olan Orta Asya ve Kafkasya ülkeleriyle yürütülen ilişkiler ticari odaklı kurulan ağları çok taraflı işbirliğine yönlendirmiştir. Netice olarak Türkiye’nin 15 Temmuz sonrasında Asya kıtasındaki aktörlerle yürüttüğü ilişkiler ivmeli biçimde artmış ve yeni işbirliği alanlarına doğru yönelmiştir. Bu artışa katkı sağlayan en önemli faktörlerin başında Türkiye’nin kökleri Asya kıtasında bulunan bir aktör olması, stratejik konumu ve diplomasi kanallarını efektif kullanabilmesi gelmektedir.

DİREN DOĞAN

PROF. DR. ZEKERİYA KURŞUN: Orta Doğu ile ilişkilerde sil baştan

Türkiye Arap Baharı öncesinde Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın rol-model ülkesi haline gelmişti. Bölgede yükselen imajını değerlendiren Türkiye bölgesel ilişkilerini en üst düzeye çıkarmıştı. Ancak Arap Baharı sonrasında 15 Temmuzu hazırlayacak olan odaklar ve FETÖ örgütünün bölgedeki elemanları Türkiye ile Orta Doğu ülkelerinin arasını açmak için ellerinden geleni yaptılar. Suriye meselesinde Türkiye’nin geç inisiyatif üstlenmesine sebep oldular. Hatta Türkiye ile Rusya'yı karşı karşıya getirip daha büyük bir kriz hazırladılar. 15 Temmuz bunun üstüne tuz biber oldu. Türkiye, menfur hadisenin içerideki etkilerinden kurtulmaya çalışırken Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın kimi ülkelerinde konuşlanan 15 Temmuz’un failleri Türkiye'yi zayıf göstermek için kampanyalar başlattılar. Diğer taraftan 15 Temmuzu hazırlayanların Orta Doğu’daki bazı odaklar tarafından doğrudan veya dolaylı desteklenmesi, bazı suç ortaklarının oralarda yaşıyor olması taraflar arasında ilişkilerin gerilmesi hatta kesilmesine sebep olmuştur. Türkiye’nin bölgede geliştirdiği siyasi ve ekonomik çıkarları büyük zarar görmüştür. Bu bağlamda 15 Temmuz'un Türkiye-Orta Doğu ilişkilerine darbe indirdiğini söylemek mümkündür. Ancak Türkiye o travmadan hızlıca çıkarak gücünü göstermesi bölgedeki muhataplarına da olumlu etki bırakmıştır. Zayıfladığı ve bölgesel etkilerini kaybettiği düşünülen Türkiye, FETÖ terör örgütü ve onları yönlendiren kimi nüfuz casusu ve failleri tasfiye ettikçe Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin yeniden ilgisi alanına girmiştir. Başka bir deyişle 15 Temmuz sonrası gelişmeler Türkiye'nin bölgesel ilişkilerde daha gerçekçi hareket etmesine de imkân sağlamıştır.

ZEKERİYA KURŞUN

ASST. PROF. FİLİZ KATMAN: Türkiye ABD’ye karşı kendi çizgisine yöneldi

Türk-Amerikan ilişkilerinin genel seyrindeki inişli-çıkışlı durumda hep sistemsel hem de ülkesel krizlerin etkisi olmuştur. Bunun bir örneği de 15 Temmuz öncesi ve sonrası Türk-Amerikan ilişkilerinde görülmüştür. Bir yandan sistemdeki dönüşüm sancıları bloklaşma yönünde güçlü sinyaller verirken diğer taraftan iç siyasetteki dönüşüm sancılarıyla eş zamanlılık göstermesi tesadüfün bu kadarı dedirten cinstendi. ‘Eksen’ tartışmalarının yaşandığı zamanlardaki vurgulara ‘ulusal çıkarlara dayalı’ politika ile karşılık verilmesinin anlamı 15 Temmuz sonrası sergilenen ‘birlik’ fotoğrafları ile simgesel olarak da ifade edilmiştir. ‘Ulusal güvenlik ve bağımsızlık her şeyin üstündedir’ mesajının verildiği görkemli Yenikapı mitingleri bir tür milat oluştururken ilerleyen dönemlerde ‘ulusal çıkarlara dayalı’ dış politika daha güçlü bir şekilde vücut bulmuştur. Krizli alanlarda da bu durum Türkiye’nin dayatılan değil ‘kendi’ ajandasının çok daha etkin hale gelmesini sağlayarak 2020’lere gelindiğinde Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın sürekli altını çizdiği ‘hiçbir ülkeye bırakılamayacak kadar önemli’ ifadesini daha güçlü bir şekilde vurgularcasına Türkiye’nin 2015 döneminde ABD ile kriz konusu olan Doğu Akdeniz gibi meselelerde Türkiye’nin çizgisine doğru dönüşüm göstermesine yol açmıştır.

FİLİZ KATMAN

#Milli İrade
#15 Temmuz
#FETÖ
10 ay önce