Uzun aradan sonra Lübnan'ın populer Başbakanı Rafik Hariri Ankara'ya geliyor. Fiziki ve kişiliği ile rahmetli Turgut Özal'a da benzeyen Hariri bundan 10 yıl önce Türkiye'yi ziyaret etmişti.
Amerika ve Avrupa liderleriyle de çok yakın dostlukları bulunan Hariri'nin Ankara ziyareti bölge liderlerinin Türkiye ilgisinin bir kanıtı niteliğinde... Suriye lideri Beşşar Esad ile başlayan bu ilgi Mısır Başkanı Mübarek, Ürdün Kralı Abdullah ile Fas Başbakanı ve S. Arabistan Dışişleri Bakanı ile devam etti. Arap aleminde Hariri'nin dengeleyici bir rolü olduğu biliniyor. Hariri, Türkiye'ye yapacağı ziyareti öncesinde oldukça zevkli döşenen evinde bizleri misafir etti ve Türkiye'deki durumu, AK parti hükümetini, Başbakan Erdoğan'ı ve kendisine benzeyen Dışişleri Bakanı Gül'ü sordu.
Türkiye bölgenin çok önemli ülkesidir ve Lübnan ile tarihsel dostluk bağlara sahiptir. Ayrıca Lübnan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bir de insani boyutu da vardır. Bir çok Lübnan ailesi ile Türk ailesi arasında akrabalık bağları bulunmaktadır. Kuşkusuz AK parti hükümetinin politikaları ve bölgeye yönelik açılımları bizi ve genel olarak Arapları Türkiye'ye yönelik yeni açılımlara itti. Bu nedenle AK parti hükümetinin başta komşuları olmak üzere Arap ülkeleri ile ilişkilerini geliştirme çabalarına büyük değer vermekteyiz.
Çok önemli bir ülke olduğu için Türkiye'nin Arap ve islam ülkelerine açılımlarına her zaman sıcak bakmaktayız. Ayrıca Avrupa ile Asya arasında bir köprü görevini üstlenen Türkiye çağdaşlık ve modernleşme çabalarıyla Arap ve müslüman ülkeler için bir örnek de teşkil etmektedir. Bu ise Türkiye'nin bölgede ve dünyada oynadığı rolünün önemini daha arttırmaktadır.
Türkiye'nin AB'ye girişini hem istiyor hem de destekliyoruz. Türkiye, gerçekleştirdiği reformlarla bu konuda ne kadar ciddi ve samimi olduğunu kanıtlamaktadır. AB'den beklen ise aynı ciddiyetle ve samimiyetle Türkiye'ye karşılık vermesi ve kapılarını Türklere açmasıdır.
Ziyaretimin öncelikli hedefi iki ülkemiz arasındaki ilişkleri konuşmak ve güçlendirmektir. Ancak benim temennim her zaman var olan tüm anlaşmazlıkların ve sorunların bölgenin barış ve esenliğine katkıda bulunacak şekilde karşılıkla diyaloglarla çözülmesidir.
Allaha şükür bugün Lübnan'daki güvenli ortam, siyasal ve ekonomik istikrar ile ilgili olarak hiç bir sorunumuz yoktur. Ülkemiz bölgenin neredeyse en güvenli ülkesidir. Bu da hem ekonomik hem de ticari faaliyetlere olumlu olarak yansımaktadır. Buna karşın İsrail'in Şabaa bölgesindeki işgali devam etmektedir. Son iki gün içinde İsrail'in topraklarımıza saldırması ve kışkırtmalarda bulunması durumu gerginleştirmektedir.
Iraklı tutuklulara karşı yapılan insanlık dışı işkencelerinin tüm dünyayı olduğu gibi Arap halklarını ve yönetimlerini de şok etti. Sorumluları cezalandırmak yerine Amerikalılar, Irak ile ilgili düşünce biçimlerini ve yaklaşımlarını değiştirirlerse daha iyi olur. Yapılması gereken şey, Abu Greib hapishanesinin derhal kapatılması ve işkenceye maruz kalan herkesin tazmin edilmesidir. İşkence görüntülerini insanlık vicdanı hiç bir zaman unutmayacaktır. Arap ülkeleri ne yaptı diyorsanız; onlar da diğer ülkelerin yaptığını yaptı; yani işkenceleri kınadı!
Kesinlikle hayır. Tam tersi bu herşeyi onlar için daha da zorlaştırmaktadır. Her zaman söyledim; Irak'taki sorun bir güvenlik sorunu değildir. Daha fazla asker ve silaha gerek yoktur. Irak'ın ihtiyaç duyduğu tek şey siyasal bir çözümdür.
Amerikalılar sınırlı bir egemenlikten söz ediyorlar. Yönetimin Irak halkına değil, işgalin uzantısı kişilere devredilmesi hiç bir anlam taşımayacak ve başarsız bir girişim olacaktır. Bu da yalnız Irak değil tüm bölge için bir çok tehlikeyi beraberinde getirecektir. Yönetimin devredilmesi, yeni siyasal yapının oluşturulması ve yeni hükümetin kurulması çabalarında mutlaka BM temel rol oynamalıdır.
Arap ülkeleri Irak'ın istikrarını ve bütünlüğü sağlayacak bir çözüm için büyük devletler ile dost ve kardeş ülkelerle temas halindedirler. Her ülkenin özgün koşulları zaman zaman Arap ülkelerini kendi halklarının beklentilerine karşılık vermesini engellemektedir. Bu nedenle Arap halklarının tepkileri zaman zaman sınırlı kalmktadır.
Sanıyorum Arap ülkelerinin ve halklarının tepkisi net ve açıktı. Hepimiz İsrail'in devlet terörünü kınadık ve protesto ettik. Ancak sorun kınamak ve protesto etmekle bitmiyor. Sorun Arapların İsrail terörüne karşı ne yapabildiğidir. Bugünkü koşullarda Arapların İsrail'in terörist politikalarına karşı yapabileceği tek bir şey var o da uluslararası hukuk ve uluslararası meşruiyeti işletmeye çalışmaktır. Araplar da bunu yapıyor.
Önemli olan liderlerin bir araya gelmesi değil, bu zirvelerden nelerin çıkacağıdır. Şu anda liderleri daha ciddi bir buluşma için 22 Mayıs'ta bir araya getirmeye çabalıyoruz.
Benim karşı çıktığım şey, Amerika'nın böyle bir projeyi bölge yönetimlerine ve halklarına danışmadan gündeme getirmesidir. Bunun üzerine de ben bu proje tartışılırken masa etrafında yani tartışmacı taraf olmak istediğimizi söyledim. Biz masa üzerinde tartışılacak konuların birer malzemesi olmak istemiyoruz. Hiç birimiz demokrasi, reform ve özgürlüklere karşı değiliz. Ancak tüm bunlar kendi özgür irademiz ve halklarımızın beklentileri ve çıkarları doğrultusunda olmalıdır. Bana göre demokrasi, hukuka saygı ve özgürlükler olmadan bölge geleceğinin hiç bir şekilde aydın olması mümkün değil. Bu nedenle böyle bir reform ve demokratikleşme amaçlarını gerçekleştirmek hepimizin sorumluluğudur. Ancak bu yalnızca kendi halklarımızın kararı ile ve çıkarları için olmalıdır. Bir bölgenin geleceğini belirleyecek olan güç o bölgenin insanlarıdır. Amacı ne olursa olsun başkalarının plan ve stratejilerinin hiç bir anlamı yoktur ve olmayacaktır.
Söylediğiniz doğru. Ancak sorunların çözümünde öncelik işgalin sona erdirilmesine ve barışın gerçekleştirilmesine verilmelidir. Elbette demokrasi yaşanan bir çok sorunun ilacıdır.
Son yıllarda yaşanan gelişmeler bir gerçeği kanıtladı: Şaron yönetiminde bir İsrail ile barış neredeyse imkasız. Araplar her vesile ile barış tercihlerini vurgularken, İsrail ısrarla savaş ve terörü tercih etmektedir. Şaron hükümetinin bu politikaları İsrail içinde de giderek redikalleşmeyi kışkırtmaktadır. Likud partisi bile Şaron'un sözde barış planını reddetmektedir. İsrail içindeki barış severlerin sesi giderek cılızlaşmaktadır. Ama bugünkü durum ne olursa olsun bağımsız bir Filistin devletinin kurulması kaçınılmazdır.
Şu anda bizimle Amerika arasında tüm konularla ilgili olarak bir diyalog söz konusu. Bizler Amerika'ya düşman olma eğlimi içinde değiliz. Bu nedenle diyaloğun tüm sorunlarımızı çözecek yegane yol ve yöntem olduğuna inanıyoruz. Baskı ve tehditlerin hiç bir sorunu çözemeyeceğini herkes bilmelidir.
Suriye'nin Lübnan'daki varlığı ile ilgili olarak çok şey söylenir. Hatta Amerika bu varlığı bahane ederek Suriye'yi cezalandırma yasasını bile çıkarttı.
Suriye'nin Lübnan'a çok iyiliği dokunmuştur. Suriye, kendi ayakları üzerinde durabilmesi için, kendi ordusunu, güvenlik güçlerini kurabilmesi ve iç istikrarını sağlayabilmei için Lübnan'a çok yardım etmiştir. Eğer bugün Lübnan'da bir istikrar ve güvenli bir ortam varsa bu da Suriye ile Lübnan arasında var olan koordinasyon ve işbirliği sonucudur. Suriye ile ilişkilerimizde biz hiç bir sorun görmüyoruz. Çünkü Lübnanlıların büyük çoğunluğu bu ilişkiyi onaylamakta ve desteklemektdir.
----------------- imza------------------