Bardağın boş tarafı daha fazla. Türkiye''nin ihracatı ile gayrisafi milli hasılasını karşılaştırdığımızda, ekonomik aktivitenin yüzde 80-90''ının ülkenin içinde gerçekleştiğini görüyoruz. Hazırladığımız DHL Küresel Bağlanmışlık Endeksine göre Türkiye son beş yılda bağlanmışlık (connectedness) açısından önemli bir ilerleme kaydetmiş olsa da henüz pek çok aktivitenin yerel sınırlar içinde kaldığını söyleyebiliriz. Aynı şey doğrudan yabancı yatırımlarda, turist ve öğrenci hareketliliğinde ve uluslararası telefon görüşmelerinde de geçerli. Dünya genelinde ise, ülkelerin kendi içinde yapılan telefon görüşmelerinin ülkeler arası yapılan görüşmelere oranı kabaca 10 bin kat daha fazla. Facebook''taki arkadaşlarımızın yüzde 90''ı hala kendi ülkemizden kişiler.
Teknoloji ''bağlanma''yı kolaylaştırıyor olabilir ancak bu ''bağlanmış'' olmayı gerektirmiyor. Son 30 yılda dünya küreselleşmede çok yol almış olabilir. Ancak rakamlar pekçok şeyin hala yerel düzeyde kaldığını gösteriyor. Acaba dünya geçmişte daha mı küreseldi diye sorgulanabilecek bazı gelişmeler var. Mesela, ABD''de ve İngiltere''de yapılan uluslararası etkinliklerin sayısı 20-30 yıl öncesine göre çok ciddi boyutlarda azalmış durumda. MIT''de yapılan bir araştırmaya göre, haber okumak amacıyla internete girenler, vakitlerinin yüzde 95''ini yerel haber sitelerinde geçiriyor. Yani potansiyel ile gerçeklik arasında fark var.
Doğrudan yabancı yatırımlar doğrudan ölçeğe ulaşmakla ilgili olduğundan küçük ve orta büyüklükteki işletmeler bazı zorluklarla karşı karşıya. İspanya''da ve Avrupa''da vurguladığım bir şey var. Çünkü onların iç pazarları büyümüyor. Büyümek açılmak isteyen küçük işletmeler öncelikle küreselleşme hakkında ne bildiğine bakmalı. Küçük ya da orta bir işletme elbette Coca Cola gibi bir ülke pazarını ele geçirmek için 20-30 yıllık startejiler geliştiremez.
Evet. Hükümetlerin küçüklere yardım ettiği modeller var. Mesela Çin''de devlet ağırlık ölçer makinası üreten küçük işletmelere bile yardım eder. Hükümet yılın belirli dönemlerinde büyük etkinlikler düzenleyerek Çin''li üreticilerle yabancı alıcıları bir araya getirir. Bunların hiçbirini kendi başlarına yapamaz. İşletmeler hükümetlerin bu tarz programlarından yararlanmalı. Küçük ve orta işletmelerin ilk küreselleşme deneyimlerinin ihracatla değil ithalat ile olduğunu biliyoruz.
Tek kurşunla çözeceğimiz bir cevabı yok. Yüksek işsizlik varken harcamaları ve açıkları azaltmak toplam talebi yetersiz kılar. Ekonomiye yardım etmez. Avrupa Merkez Bankası''nın analizine göre, borcunun gayrisafi milli hasılasına oranı yüzde 100 olan bir ülke, eğer büyüme oranını 10 yıl boyunca bir puan artarsa bu ülkenin borçluluk düzeyini yüzde 70 oranında azaltıyor. Yani, büyümenin müthiş bir çarpan etkisi var. Avrupa Birliği sonunda uyandı ve kemer sıkma politikalarının kısa vadede aşırı önemsendiğini fark etti.
Her zaman büyüme tarafında oldum. Harvard makroekonomide öğrendiğim her şey büyüme tarafındaydı. Ekonomik dalgalanma dönemlerinde, hükümetler bütçelerini ancak büyüme varsa toparlayabilir. Küçülme ile toparlayamaz. İspanya''da küçük ve orta ölçekli işletmeler ölüyor. Kısa vadede nakite ihtiyaçları var. Bana danışan tüm Güney Avrupa ülkelerine söylediğim şey, verimliliği ve büyümeyi hesaba katmadan yapacağınız tüm piyasa düzenlemeleri uzun vadede ekonomi için yarar getirmeyecektir.
Hayır. Kültürel faktörler de etkili. Bu, Türkiye''nin AB ile olan ekonomik ilişkilerine de yansımakta. AB, Türkiye''nin tam üyelik başvurusunu uzun yıllar kabul etmedi, bekletti. Bu açıkça ayrımcılıktır. Kültürel farklılıklar tamamen bizim kontrolümüzde olmasına ragmen can sıkıcı şekilde ilişkileri etkilemektedir. Şunu da unutmayalım ki, aynı ekonomik gelişim seviyesinde olan ülkeler birbirleri ile ticaret yapmaya daha yatkındır. Mesela, ABD ve Kanada arasındaki otomobil yedek parça ticareti.
Ben yabancı sermayenin gelişmekte olan ülkeleri terk etmeyeceğini düşünüyorum. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkın Konferansı (UNCTAD) verilerine göre, doğrudan yabancı yatırımlar hem gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere hem de gelişmekte olan ülkeler arasında akmaya devam ediyor. Birçok global şirket halen gelişmekte olan ülkelerde uzun vadeli büyüme planları yapıyor. Türkiye, ticaret ortağı Avrupa ekonomisinin kötüleşmesini alkışlamaz çünkü uzun vadede yararına değil. Orta Doğu''da problemler devam ediyor. Orta Asya politik olarak dondurulmuş durumda. ''Türkiye yüzünü Batı''dan Doğu''ya çevirdi'' gibi ifadeler jeostrateji açısından bir şey ifade etmiyor. Meseleyi doğru tanımlaya yetmiyor.
Küresel büyüme tahminlerinin dibe vurduğu bir dönemde, Fransa''nın bu talebini açıkça aptallık olarak tanımlarım. ABD ve AB ikilisi dünya ticaretinin yüzde 45''ini oluşturuyor. İkili arasında NSA dinlemesi, Echelon operasyonu ile ilgili problemler çıktı. Bu iki blok arasında ticaretin serbestleşmesini istemeyenlerin bahanesi oldu.
Aslında Çin''liler ABD''nin bazı Asya ülkeleriyle başlattığı Transpasifik serbest ticaret anlaşmasından çok rahatsız. Çünkü konuştuğum tüm Çin''li yetkililer bu girişimi açıkça, ''Çin''in ABD eksenli Asya ülkeleri tarafından çevrelenmesi'' olarak niteliyorlar. Japonya bile, prinç tarlalarını reforma tabi tutmayı kabul etti. ABD, kendine yakın ülkeleri kullanarak Çin''in iç yönetim sistemini değiştirmeye çalışıyor.
Türkiye Batı Avrupa''nın birçok ülkesine göre coğrafi olarak daha uzak ABD''ye. Bu hala bir engel. Çünkü, A ve B ile C ve D ülkelerini ele alalım. Eğer C ve D ülkeleri, A ve B ülkelerinden coğrafi olarak iki kat daha uzakta ise ticaretlerinin en fazla yarısını ya da daha azını A ve B ülkeleri ile yapmayı tercih ederler.
İrrasyonel davranış. Ama anlaşılır nedenleri var. Şöyle ki, Türkiye milli hasılasının büyüklüğüyle Avrupa''nın doğal bir pazarı konumunda. İşler zorlaştığında günah keçisi aramaya başlarız. Ekonomik düşüş dönemleri ile yabancı düşmanlığının arttığı zamanlar genellikle birbiriyle örtüşür. Göçmen yasaları sıkılaştırılır.
Tamamen psikolojik. Sadece mağarada yaşayıp, dışarıdaki herkesin kendisine zarar vermek için beklediğine inanan insan gibi. İyi zamanlarımızda, başkalarını daha fazla tolere ederiz, serbest ticaret anlaşmaları imzalamakta daha istekli oluruz. Kötü zamanlarımızda da başkalarını suçlama kolaycılığına kaçarız.