|

‘Mehmet Kaplan gibi hoca bir daha gelmez’

Doğumunun 100. yılında Mehmet Kaplan’ı 60 yıllık öğrencisi Prof. Dr. Birol Emil’den dinledik. Emil, Hocası için “Türk üniversitelerine böyle bir hoca ne daha önce gelmiştir, ne de bundan sonra gelme ihtimali vardır” diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 9/12/2015 Çarşamba
Güncelleme: 15:10 - 9/12/2015 Çarşamba
Yeni Şafak

Prof. Dr. Birol Emil, Mehmet Kaplan'ın İstanbul Üniversitesi'ndeki ilk asistanı ve “60 yıllık öğrencisi". Emil ile çok yönlü bir insan olan Kaplan'ın hocalık vasıflarını, ilim adamı ve mütefekkir kimliğini konuştuk.



Öncelikle şunu merak ediyorum: Hocanız Prof. Dr. Mehmet Kaplan'a dair ilk intibalarınız nelerdi?

Evvela aziz hocamı İstanbul Üniversitesi'ndeki ilk asistanı ve 60 yıllık öğrencisi sıfatıyla rahmetle, hasretle, minnetle, hürmetle ve meftuniyetle anıyorum. Daha ilk derste, şahsiyetinden ve ciddi görünüşünden sirayet eden otoriteye konuştukça ilmin, kültürün fikrin ve tefekkürün otoritesi ekleniyor ve biz öğrenciler önce hayretle, sonra hayranlıkla Mehmet Kaplan'ı dinledik. Sonraki günler ve yıllarda bu hayranlığımız gitgide arttı. Bir konu dağılmadan, intizam ve insicamı kaybetmeden nasıl ele alınır, tam bir kompozisyon bütünlüğü içinde ne şekilde işlenir, konuya ve fikirlere uygun bir dil ve üslup nasıl kullanılır, biz bunları öğrencilik yıllarımızda yalnız Kaplan'dan görmüş, ondan dinlemiştik. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın İstanbul Darülfünûnu'ndan hocası Yahya Kemal için söylediği gibi dersine veya asistanı olduktan sonra yanına adeta çıplak girer, o konuştukça giyinir, zihnimiz ve ruhumuz zenginleşirdi. Mehmet Kaplan'ın tam 60 yıllık öğrencisi sıfatıyla şunu söyleyebilirim: Ben -en azından kendi camiamızda- böyle başka bir hoca tanımadım.





ONUN İÇİN HER YER SINIFTI


Derslerini nasıl işlerdi?

Mehmet Kaplan için her yer sınıftı, daha doğrusu sınıfın dışarıya taşması, genişlemesiydi demek daha doğru olur. Fakültedeki odasında, evinde, yolda, otobüste, vapurda veya herhangi bir yerde o daima hocaydı. Konuştukları hep ilim, fikir, kültür, dil, edebiyat ve Türkiye'nin meseleleriydi. Kiminle ve nerede olursa olsun, sohbetleri daima akademik sohbetlerdi.



Öğrencileriyle münasebeti nasıldı?

Daha aldığı ilk gün asistanlarına “müstakbel profesörler" -ifade kendisinindir- gözüyle bakıyor, onların buna göre hazırlanmalarını isteyerek en iyi şekilde yetişmeleri için her şeyi yapıyordu. Kendi kürsüsünün asistanları da dahil olmak üzere, sonradan hepsi çeşitli üniversitelerimizde profesör olan 19 asistanına doktora yaptırmıştı. Ben aziz hocamı bir “modern mürşit" kabul eder, kendimi daima etrafından sorumlu bilen ve etrafına verebileceği her şeyi veren bir ilim, fikir ve kültür “misyoneri" addederim. Bu büyük hocanın bir başka hocalık vasfı da, Türk üniversitelerine “colloboration" dene ortak çalışmayı getirmiş olmasıdır. Kürsüsünün asistan ve doçentleriyle 12 cilt kitap neşretti. Böyle bir ortak araştırma ve çalışmanın genç akademisyenlere neler kazandırdığı başkalarınca tasavvur dahi edilemez. Bütün bunları düşününce hakikaten “nümune-i imtisal" olan bu “Büyük Hoca" hakkında hiç mübalağasız şu hükme varabilirim: Türk üniversitelerine böyle bir hoca ne daha önce gelmiştir, ne de bundan sonra gelme ihtimali vardır!



Hocanızdan size kalan bir tavsiye var mı?

Bizlere daima tavsiye ve tekrar ettiği iki fikri vardı: Bizde felsefe olmadığı için teori ve metod fikri de yoktur. Avrupa kültür ve medeniyeti felsefe, tenkit ve onlardan gelen teori ve metodlar sayesinde ilerlemiştir. Bizim yapacağımız, Avrupa'nın bu üstün taraflarını iyi öğrenmek ve kendi kültür ve edebiyatımıza tatbik etmektir. O zaman kültürümüzün de, dil ve edebiyatımızın da, medeniyetimizin de nasıl güzellikler, derinlikler ve zenginliklerle dolu olduğunu fark edilecek ve keşfedilmeyi bekleyen hazineler gibi durduğu görülecektir. Her fikri, her teori ve metod bizi vâkıalara ve hakikatlere götüren düşünce vasıtası ve bakış açısıdır.



KAPLAN İLE TANPINAR


Siz Ahmet Hamdi Tanpınar'dan da ders aldınız. Kaplan Bey onun asistanıydı, siz de Kaplan Bey'in. İki “hoca" arasında hangi farklar vardı?

Tanpınar'da felsefî tefekkürün ve objektif hakikatin yerini derin bir sanatkâr sezgisi almıştı. O, bu sezgisiyle yalnız edebiyatta ve Türk edebiyatında değil, bütün güzel sanatlardan (musiki, resim, mimari heykeltıraşlık vs.) başka hiçbir ilim adamının, hatta sanatkârın göremediği ve göremeyeceği incelikler, güzellikler ve derin düşünceler keşfetmişti. Ayrıca Tanpınar sanata, estetiğe ve tarihe doğru genişlerken Mehmet Kaplan felsefe ve psikolojinin derinliklerine doğru inmiştir. Ayrıca Tanpınar'ın tenkit anlayışı “estetik tenkit" veya “sanatkârlara mahsus tenkit"tir. Kaplan'ınkiyse “objektif tenkit" yahut “profesörlere mahsus tenkit/üniversite tenkidi"dir. Fakat her ikisini birleştiren ana fikirler Türk milletinin ortak kültür değerleri, onların behemahal korunması ve yaşatılması, tarih kültür ve medeniyette süreklilik prensibidir. Tıpkı millet gibi dilin, edebiyatın, sanatın ve kültürün de tarihinin malı olduğu vâkıasıdır. Bir başka fark da şudur: Tanpınar'ın Türkçenin içinde nadide mücevherler gibi parıldayan imajlı, sanatkârâne bir üslubu var. Tanpınar bütün yeni Türk edebiyatının en büyük şiir ve nesir üslupçusudur. Mehmet Kaplan'ın üslubu ise vâzıh düşünceler ve sağlam yapılı cümlelerden kurulu bir ilim ve fikir üslubudur.





EDEBİYAT İLE FELSEFEYİ BİRLEŞTİRDİ


Kaplan Hoca'nın bir de mütefekkir yönü var değil mi?

Elbette. “Fikir" kavramı, Mehmet Kaplan'ın ilim ve tefekküründe adeta çelikten temel vazifesi görür. Tek bir cümle ile özetlemek gerekirse Kaplan, musikiyi saymazsak, en hissi sanat olan edebiyat ile insan düşüncesinin eriştiği en yüksek tefekkür olan felsefeyi birleştirmiştir. Eserlerindeki derinliklik buradan gelir. Genelden özele evrenselden milli ve ferdi olana doğru derinleşen bir tefekkür tarzına sahip olmasının sebebi budur. Buna ilmin objektif hakikat fikri ve edebiyatın estetik bakış açısı, ayrıca psikolojinin şuur ve şuuraltı nazariyeleri, insan tabiatına dair keşifleri ilave edilsin, Mehmet Kaplan'ın ilmî ve fikrî eserlerini neredeyse rakipsiz yapan vasıfların neler olduğunu kendiliğinden anlaşılır. Kaplan'ın “fikir"e mutlak bir inancı vardı. O, tarihi değiştiren, ilim ve sanatı geliştiren büyük hareketlerin sağlam fikirlere dayandığına inanıyordu. Fakat nasslaştırılan, taassup haline getirilen katı fikir sistemlerine, ideolojilere karşı aynı derecede inançsızdı. Çünkü nasslar sadece dinde vardır ve onlardan şüphe edilemez. Oysaki, katı, değişmez “iman edilmiş hazır fikrî kalıplar" “her şeyi önceden izah eden fikir sistemleri" olan ideolojiler insanlığın ve milletlerin bütün yüksek değerlerini yok eden en büyük düşmanlardır. Tefekkürün başlıca vasfı ise hür ve bağımsız düşünmektir. Aydın olmak bu demektir. Halbuki “ideolojiler aydınların hapishanesidir". Bu fikirler ve bu vecize gibi cümle Kaplan'ın neden ömrü boyunca herhangi bir ideoloji ve naslara dayanan politikaya asla itibar etmediğini hakiki entelektüel vasfını, keza, her fikri her defasında yeniden ele alarak yeni hakikatlere varmaya çalıştığını gösterir. Fransız filozof Alain'in “Hakikati, daima hakikati arayınız" düsturu yine Fransız fikir adamı Montaigne'in “Her an yenşiden yaşamaya başlarız" düşüncesi ve ebedî Yunus'umuzun “Her dem yeniden doğarız/Bizden kim usanası" mısraları Kaplan'ın bugün de muhtaç olduğumuz o hür, serbest ve derin düşünüş tarzının ta kendisidir.



Mehmet Kaplan'ın dünyasında milliyetçiliğin karşılığı nedir peki?

Mehmet Kaplan milliyetçiliği ve ömrünü verdiği Türk milliyetçiliğini hiçbir zaman katı bir doktrin ve ideoloji olarak kabul etmemişti. Ziya Gökalp gibi, ona göre de millet yalnız ve yalnız tarihinin içinde oluşan kültür değerlerinden mürekkep bir sosyal varlıktır. Bu sosyal varlık, ancak bütün vatandaşlarının benimsediği, üzerine titrediği ortak milli kültür değerleri sayesinde yaşar ve yaşatılır. Bunun içindir ki, Kaplan'ın milliyetçilik anlayışı boş ve köksüz sloganlara dayanan bir milliyetçilik değil, “kültür milliyetçiliği"dir ve o, Cumhuriyet Türkiye'sinde bu kavrama Ziya Gökalp'tan daha geniş ve derin bir muhteva kazandıran yegâne Türk aydın ve fikir adamıdır.



Mehmet Kaplan'ı diğer hocalardan farklı kılan hususlar sizce nelerdi?

Türk edebiyatı araştırmalarına “stilistik"e (üslup incelemelerine) dayanan metin tahlili metodunu getiren Kaplan'dır. Bildiği üç yabancı dilin, Fransızca, Almanca ve İngilizcenin delâletiyle Avrupa ve Amerika'daki metod ve teori kitaplarını, felsefe ve psikoloji eserlerini durmadan okumuş ve bu sayede Türk kültür ve edebiyatına her defasında yeni bir gözle bakmıştır.


#Mehmet Kaplan
#fikrî eserler
#üslup incelemeleri
8 yıl önce