Türk-İslâm medeniyetine ait Osmanlıca eserleri günümüz Türkçesine kazandırarak, takdire şâyân bir hizmeti yerine getiren Büyüyenay Yayınları’ndan, kıymetli bir eser daha raflardaki yerini aldı.
İşte burada tanıtımını yapmaktan mutluluk duyduğumuz eserde de yazar, İslam dünyasının bugün karşı karşıya bulunduğu bazı temel problemleri, daha 20. yüzyılın başında mevzu etmiş olması bakımından dikkat çekicidir. 1910’da basılan bu kitapta Şehbenderzâde, esas olarak bu tarihlerde Avrupa devletlerinin, Doğu-İslam dünyasına yönelik siyasetlerini ve buna karşılık Osmanlı Devleti’nin mevcut durumunu ele almıştır.
Eserin Osmanlıcadan çevirisini yapan Bedri Mermutlu, yazdığı uzun giriş bölümüne, “Batı sömürgeciliği karşısında aydın ihtilâl ahlâkı ya da Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi” başlığını vererek, Filibeli’nin asıl mücadelesinin ne olduğuna işaret etmektedir. Zira bu eserde, Batılılaşmaya karşı olmadığını açıkça ifade etmesine rağmen yazarın, Batı medeniyetine karşı ciddi itirazları yer alır. Bunun başında da kuşkusuz, batının sömürgeciliği gelir. Zaten Şehbenderzâde, 1901’de Fizan’a sürgün edilmesi vesilesiyle, yaklaşık yedi yıl kaldığı Kuzey Afrika’da, Fransız ve İtalyan sömürgeciliğinin acımasız uygulamalarına da yakinen şahit olmuştur.
Ama bu nevi itirazlara rağmen, “Akılca fakir olanlar ne kadar bahtiyardır!” diyen yozlaşmış Hıristiyanlığın şekillendirdiğini söylediği ve “insanların elinden tefekkür ve araştırma hassasını almış ve hayvan sürüsü gibi bırakmıştı” diye tarif ettiği kadim Avrupa medeniyetinin, 20. asırda ulaştığı seviyenin de farkındadır. Bu farkındalık aynı zamanda, vahşi sömürge yöntemleriyle açgözlü biçimde servet edinme hırsının, bu medeniyetin mümessillerinin hangi insanlık suçlarını işlediklerini anlamaya mâni de değildir.
Şehbenderzâde kitabın bir yerinde, Avrupa medeniyetine bakışını ve eseri kaleme alış nedenini şu vurucu cümlelerle ifade eder: “Avrupa haçlıları bizi hayvan sürüsü gibi kullanmak, kanımızı emmek, vatanlarımızı kendilerine çiftlik yapmak ve bizi de esir etmek istiyorlar, heyhat ki istiyorlar değil, öyle yaptılar. Lâkin acaba bu derece kuvvetli midirler? Acaba hakkımızı geri almak kabil değil midir? Acaba boynumuza esaret zincirini asan onlar mı? Yoksa bizim gafletimiz, kansızlığımız, hamiyetsizliğimiz, dinsizliğimiz mi? İşte bu eser, bu bahisleri tetkik ediyor. Bugün İslâm âleminin hangi köşesine baksak, gadir ve mezalim zulmetiyle orasını kararmış görüyoruz. Bugün üç yüz milyondan fazla muvahhidin (Müslümanlar) mazlum boyunlarına yalancı medeniyetin astığı esaret zincirini görüyoruz.”
Şehbenderzâde eserinde, Avrupa devletlerinin dış siyasetlerini tek tek ele alarak inceler. Rusya’nın, diğer devletlere nazaran daha geç ortaya çıkmasına rağmen, sahip olduğu güce “İslâmiyeti ve Türk unsurunu kahretmekle” ulaştığını söyler. Rus siyasetinin değişmeyen yapıtaşlarını sıralar. Almanya ile Rusya arasında, sanıldığı gibi bir düşmanlık olmadığı, aksine Alman nüfuzu altında bulunan Rusya’nın “Almanya’nın bir nevi müstemlekesi” olduğu iddiasında bulunur.
Sağlam fikrî muhakemesinin yanı sıra, Şehbenderzâde’yi dikkate değer kılan başka bir hususiyeti de dile olan hâkimiyeti ve eserlerindeki üslup zenginliğidir. Yaşadığı dönemde toplumun Batı kültürü karşısındaki halini özlü şekilde ifade ettiği şu satırlar, onun dile hâkimiyetinin en güzel numunesidir: “Bugün zenginlerimiz, evlatlarını sahte ve zararlı bir terbiye ile, gülünç bir kukla şekline koydukları vakit gerek vatan ve milletlerine, gerek kendi aile ve nesillerine ne kadar büyük fenalık ettiklerini fark bile etmiyorlar. Garp Medeniyetinin iğrenç tortularını haris bir şekilde alıyor ve taklitte maatteessüf avamımız bile gayret gösteriyor. Bir işçi, bir satıcı, bir dükkâncı, bir küçük sanatkârın meyhanede oturup da, ‘bana konyak, apsent, bira, cin getir!’ demesi ciddi teessüflere layıktır.”
Batı medeniyeti karşısında nasıl bir duruş sergilemek gerektiği; bilimsel ve teknolojik gelişmelerin beraberinde getirdiği sıkıntılar; Osmanlı ve İslam toplumu arasındaki ayrılık ve ferdiyetçilik gibi, günümüzde de hâlâ devam eden kronik problemlere, yüz yıl öncesinde bir Osmanlı entelektüelinin özgün yaklaşımını merak edenler için, Şehbenderzâde’nin bu eserini okumayı tavsiye ediyoruz.