Araçları muhteliftir. Bir devletin resmi kurumlarından ve görsel medyaya kadar uzanan geniş bir yelpazede algı yönetimi araçları mevcut. Aslolan insanların zihninin yönlendirilmesi söz konusu olduğu için, burada öne çıkan en önemli araç söylemlerdir. Bu söylemler, kimi zaman medya kanalları kullanılarak sözlü ve görsel öğelerle korku yaratılması veya yeni bir düşman inşası şeklinde ortaya çıkabilir.
Bu süre konu olan kişi ya da topluma göre ve ilgili konunun muhtevasına bağlı. Örneğin 17 Aralık algı operasyonunun hazırlıkları yaklaşık üç yıl öncesinden başladı. Yine Gezi Parkı algı operasyonu da uzun süren bir ön hazırlıktan sonra ortaya çıktı. Devletin yetkili mercilerinde bununla ilgili çok sayıda bilgi ve belge bulunuyor.
Algı yönetiminin sıklıkla bireylerin ya da devletlerin kimlik algıları kullanılarak icra edildiği görülüyor. Kimlik, genel tabirle kişinin ya da devletin kendini nasıl tanımladığıyla ilişkilidir. Araştırmalara göre, insanların “kendinizi ne veya kim olarak tanımlarsınız?” sorusuna verdikleri cevaplar farklılaşıyor. Bu cevaplar; Türk’üm, Kürt’üm, Sünniyim, Aleviyim, Müslümanım, insanım, erkeğim, anneyim, şeklinde ortaya çıkıyor. Kişinin öncelikli ‘değeri’ kimliğini de belirliyor.
Hayır, asıl sorun bu kimliklerin arkasının doldurulmamasıdır. Yani Müslümanlık iddiası taşıyan birinin Kur’an-ı Kerim’i Türkçe mealinden anlayarak okumaması, okuması da yetmez, okuduğunu tefekkür boyutunda irdelememesi ve bu bağlamda içselleştirememesi Müslümanlık iddiasını boşa çıkarıyor. Benzer bir durum milliyetçilik anlayışlarında da var. Algı operasyonlarını bertaraf etmek için sağlam bir benlik idrakine sahip olunması lazım.
Korku, mutluluk, başarı, liderlik, mücadele, inanç, milliyetçilik ve diğer çoğu hissiyatımız algı düzeyinde şekillenen gerçeklerdir. Örneğin İslam dini tektir ama insanoğlunun kendi algıları sonucu şekillenen İslam başkadır. Tek bir dünyada yaşamıyoruz, her insan kendi algısı ölçüsünde dünyasını kuruyor. Bu algılar birbirine yaklaştıkça toplumsal gruplar ya da ulus aidiyeti ortaya çıkıyor.
Evet. İnsanların algılarını yönlendirebiliyorsanız üstünlük sizde demektir. Algıları fethedilmiş milletler ne kadar mücadele ederlerse etsinler, aslında savaşı baştan kaybetmişlerdir.
İlk gençlik yıllarında hayata daha eleştirel bir pencereden bakarız. Fakat sonra doğru ya da yanlış diye bildiklerimiz bizde sabitleşmeye, sorgulanmamaya başlar. İşte asıl sorun bundan sonra başlıyor. Böylesi bir anlayış ben ve öteki, biz ve onlar gibi kategorik ayrımları keskinleştiriyor ve toplumdaki şiddet sarmalı her geçen gün artıyor.
Genellikle siyasi alanı etkilemek ve yönlendirmek için yapılıyor.
Mevcut hükümeti itibarsızlaştırılmasının çok ötesinde amaçları olduğu, darbe teşebbüsü olduğu aşikardır.
Özellikle son 10 yıldır yoğun bir biçimde kullanıldığı bir gerçek. Çünkü, düşük maliyetlerle oldukça yüksek kazanımlara olanak veren bir araçtır. Bu konuda verilebilecek ilk örnek merhum başbakanımız Adnan Menderes’in idam edilmesidir. O dönemde Türkiye’deki yönetimi ele geçirmek isteyen iç ve dış yapılanmaların işbirliği içinde oldukları ve çok ciddi bir algı operasyonu icra ettikleri söylenebilir. Daha yakın tarihsel olaylara bakıldığında ise 28 Şubat Süreci’nin başlı başına incelenmesi gereken bir algı yönetimi stratejisi olduğu görülüyor. Sincan’da yürütülen tanklar, Müslüm Gündüz öncülüğündeki Aczmendilerin o dönemki faaliyetleri ve Fadime Şahin vakası gibi olaylar tamamen algı yönetimi içinde tasarlanmış faaliyetlerdir. Burada iki temel hedef vardı: Tankların yürütülmesi ile ordunun gücünü tüm halka anlatmak ve sözde İslami semboller üzerinden İslamiyeti itibarsızlaştırmak.
Yazılı ya da görsel medyanın algı yönetimi stratejilerinde oldukça merkezi bir konumu var. İnsanların en önemli bilgi kaynağı halen medya. Bu nedenle algıları yönetme noktasında da bilgiyi dağıtma ve yayma gücünü elinde bulunduran medya baş aktörlerden biri.
Twitter, Facebook, Instagram ya da internet ortamları algı yönetimi konusunda her geçen gün etkisini attırıyor. Bu nedenle Türkiye’de ve küresel ölçekte sosyal medya adeta bir algı savaşı yaşanıyor.
Türkiye jeostratejik ve jeopolitik konumuyla, İslam dünyası, Türk dünyası açısından taşıdığı değerle, ekonomik, siyasi, askeri ve toplumsal dinanizmiyle büyük küresel güçlerin oldukça önemsediği bir ülke. Böylesi stratejik öneme haiz bir ülkenin iç ya da dış politikasına algı operasyonları ile müdahale edilmemesi düşünülemez. Özellikle Çözüm Süreci bağlamında ele alınabilecek Kürt Meselesi, dıştan veya içten yönetilebilecek algı operasyonlarına maruz kalma ihtimalimiz yüksek olan çok sıkıntılı bir konudur.
Aynen öyle. Gerek Kobani Olayları’nda gerekse Suriye ve Irak’ta diğer gelişmelerde yoğun bir biçimde algı operasyonlarına başvurulduğu görülmektedir. Ancak, bölgedeki diğer aktörlerle kıyaslandığında IŞID’ın algı yönetimi konusunda en başarılı aktör olduğu söylenebilir. Tarihsel süreçte belki de hiçbir terör örgütü IŞID kadar korku salamamıştı.
Bu nokta çok önemli! Siz dininizi Kur’an-ı Kerim’den değilde kulaktan dolma komprime bilgilerle öğrenmişseniz, zamanla uygulanacak algı yönetimi stratejileri ile dininize en büyük zararı veren kişi haline dönüşebilirsiniz. Ya da milliyetçilik noktasında slogan atmaktan öteye gidemiyorsanız bu duygusal zaafınızı kullanıp, siz kendinizi milliyetçi zannederken sizi memlekete en fazla zarar veren insan haline dönüştürebilirler.
Son birkaç yılda açığa çıkan gelişmeler olmasa Türkiye’de algı yönetiminin ne olduğu noktasında en ufak bir farkındalık yoktu. AK Parti'de bu yüzden hazırlıksız yakalanıldı. Erdoğan'ın kişisel başarısı dışında, devletimizin bekası için bu tarz algı operasyonlarına karşın bilgimizi arttırmamız şart.
Özellikle itibarsızlaştırma ve devlet düşmanlığı burada kullanılan iki önemli algı yönetimi stratejisi oldu. 17 Aralık’ta polislerin ‘cesurluğu’, Gezi Parkı Olayları’nda ise ‘polis karşıtlığı’ ön plana çıkarılmaya çalışıldı ve araçlar üzerinden hedefe ulaşılacağı planlandı. Fakat yöntemler farklılaşsa da her iki olayda da hedef mevcut hükümetin yıkılması oldu. Algı yönetimi stratejisinin yakın dönemde AK Parti’yi ve hatta bizatihi Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef aldığı bir gerçektir. Tarihteki algı operasyonlarının en sertine Recep Tayyip Erdoğan maruz kaldı. Gezi Parkı ve 17 Aralık gibi algı operasyonlarında çok farklı iç ve dış yapılanmaların yekvücut olarak hareket ettikleri görülüyor. AK Parti’yi Recep Tayyip Erdoğan değil de başka bir lider yönetseydi bu partinin ayakta kalması mümkün olmayacaktı.