|

Cesaretle yaşar diyetini öderim

Ünlü yazar Nermin Bezmen, yeni kitabı 'Gönderilmeyen Aşk'la yeniden okuyucusuyla buluşuyor ve bu kitapla eşini kaybetmiş tüm kadınlara 'Kanatlarınızı kimseye kırdırmayın, yeniden uçmak için onlara ihtiyacınız olacak' mesajını veriyor

Arzu Akyol
00:00 - 17/04/2010 Cumartesi
Güncelleme: 22:19 - 16/04/2010 Cuma
Yeni Şafak
Cesaretle yaşar diyetini öderim
Cesaretle yaşar diyetini öderim
2009 yılı Ocak ayında eşi Pamir Bezmen'i kaybettikten sonra eşine yazdığı Bizim Gizli Bahçemizden adlı romanıyla çok konuşulan ünlü yazar, '”Sevgi dolu bir ailede büyüdüm ve sevginin olmadığı bir ortamı düşünemiyorum. Çok özel bir ailem vardı. Dolayısıyla insana ait olan duyguları insan gibi yaşamayı öğrendim” diyor.

Eşinizi kaybettikten sonra yazdığınız ve herkesi imrendiren bir aşkı anlattığınız 'Bizim Gizli Bahçemizden' biraz bahseder misin?

Aslında özel hayatımla ilgili hiçbir şeyi kimsenin onayına sunmam. Bir tesadüf eseri benim özel hayatımda olanlarla kitabın çıkışı aynı döneme rastladı. Kaçak dövüştüğüm, sakladığım hiçbir şey yok. Bunu anlayamamalarına onlar adına üzülüyorum. Yeni bir sevginin uğurlanmış bir sevgiliye olan aşkı öldüreceğine inanıyorlar. Benim yüreğim bundan geniş. Ben hem o yaşanmış ve uğurlanmış aşkı anılarımda baş tacı ederim hem de Allah bana bu hayatı bahşetmişse onun içine de yerine sevgi koyarım. Daha çok sevilmek için yalan bir duruş sergileyemem. Hep cesaretle yaşamaktan yanayım. Cesaretin kendine göre bir diyetinin olduğunun bilincindeyim. Ama korkarak, ödün vererek yaşamaktansa, cesur yaşayıp o diyetleri ödemeye razıyım.

'Gönderilmeyen Aşk' neyi anlatıyor peki?

Ben bu kitapta toplumumuzda yaşamı çok şablon içerisinde oturtulmaya çalışılan yalnız, özellikle dul kadınların, yaşamda kendi benliklerine, seçimlerine, kendilerine ait kalmak, seçimleri üzerinde kendi haklarını koruyabilmek adına kavga verirken nasıl seçimler yapabilecekleri, bu seçimlerden nasıl yaralar alıp, nasıl sıyrılabilecekleri ve bir sonraki adımlarında bu seçimlerin onların hayatında ne kadar önemli olacağına dair bir irdeleme yaptım sadece üç örnekle. Sevdiğini kaybetmiş, yalnız ve dibe vurmuş kadınlara umut vermek istedim. Eğer kendi kanatlarınızla uçmaya niyetliyseniz, onları kimseye kırdırmadıysanız, yine küllerinizden doğar, uçar gidersiniz.

Yazı nasıl başladı sizin için?

Baktım aile öyküleri gittikçe törpüleniyor. Masala dönüşüyor, kısalıyor. Anneannemin anlattığı, annemin anlattığı, benim anlattığım derken bir nesil sonra kaybolacak korkusuna kapıldım açıkçası. Çocuklarımla geçmişim arasında köprü kurmak için başladım yazmaya.


KİTAPLARI SIRADAN AŞK ROMANLARI DEĞİL
Edebiyatınızı eleştirmek için tarzınızın Daniell Stell, Barbara Cartland ya da Kerime Nadir'e benzetilmesine ne diyorsunuz?

Aşk dokunuyor insanlara nedense. (Gülüyor) Bana çok önyargıyla yaklaşan var. Kızamıyorum bu eleştirilere. O duyguyu algılayamamalarından dolayı o kişiler adına üzülüyorum. Aşkın benim için herkesin algılayabildiğinden çok daha çok mistik ve spiritüel bir tarafı var. Allah'ın yarattığı iki ayrı kimyanın, hayatta beraber akabilmeyi keşfetmesidir aşk. Muazzam bir tanrısal olgudur. Bunun dışında da benim kitaplarımın içinde tarih vardır, psikolojisi çok derindir benim kitaplarımdaki karakterlerin. Anlattığım zaman dilimi içerisindeki yaşam kültürünü, mutfak kültürünü, müziği, kıyafeti, sosyo ekonomik koşulları, politikayı, gerçek bir ansiklopedik çalışmayla sunarım okuruma. Böyle laga luga yazılmış aşk kitapları değil bunlar. Herkesin beni sevmesini, yazdıklarımı okumasını ve beğenmesini bekleyemem.

Kitaplarınız sinema perdesine yakışır gibi geliyor… Teklif aldınız mı hiç?

Sır ve Auro'nın İncileri adlı kitaplarımı evvelki sene Fida Film satın aldı. Anlatımımdaki inceliği koruyabilmem açısından çok duyarlı davrandılar ve senaryoyu benden istediler. Şimdi senaryo hazır. Çekim aşaması için yapım şirketinin hazırlıklarını bekliyor. O arada Sırça Tuzak diye zaten televizyon dizisi olarak istenmiş bir öyküm vardı. Sonra yapım şirketiyle kanal anlaşamayınca, onu roman yapmıştım. Şimdi o tekrar dizi oluyor. Bunlar hep masa üstünde, konuşulan, toplantıları yapılan projeler.

Türkiye'de okur kitlesini nasıl buluyorsunuz?

Bütün kitapları bestseller olmuş ve okurla müthiş buluşması olan bir yazar olmama rağmen okuma oranını nüfusa göre çok az buluyorum.

Nasıl aşılabilir sizce?

Bu evden başlayan bir alışkanlık. Ben Çehov'un Vişne Bahçesi'ni 9 yaşında okudum, arkadaşlarım daha kırmızı başlıklı kızı okurken.

Özel bir aileniz varmış…

Annem, babam, anneannem çok iyi okuyucuydu. Annemle babamın birbirilerine şiirler okuduğu, annemim masada şarkılar söylediği, radyoda çalan tangoyla kalkıp dans ettikleri bir ortamda büyüdüm.

Aşkla küçükken tanışmışsınız…

Evet… Onun olmadığı bir zaman dilimi düşünemiyorum. Çünkü ben hakikaten aşk dolu bir ailede büyüdüm. Sonra yine çok genç yaşta beni kendinden fazla seven bir erkekle 34 yıl geçirdim. Ekonomik olarak dahil olduğunuz o çevreden farklı bir duruşunuz var. Markaya ya da görüntüye değil sanata ve kendinize yatırım yapmayı tercih ediyorsunuz. Hem içinde hem dışında biri olarak siz nasıl tarif ediyorsunuz sosyete denilen grubu?

Sosyeteyi imkanları itibarıyla toplumun biraz daha önünde, daha seçerek yaşama şansı olan bir grup olarak tarif edebiliriz. Ama bana göre bu grubun yapıcı, üretken faaliyetleriyle de topluma örnek olacak davranışlar sergilemesi gerekir. Yoksa en pahalı restoranda yemiş, en pahalı arabayı kullanmış ve her gece bir yerde görüldüğü için sosyete sayfalarında yer almış, bana hiçbir şey ifade etmiyor. Bizde burjuva kültürü olmadığı için sosyete sadece magazin sayfasında harcadığıyla, markasıyla gözüken insan. Öyle olunca benden çok uzak bir kavram. Üretkenliği, kendime yatırım yapmayı, sosyal yarası olan yerlerde duyarlılık yaratmayı ve bunları da anons etmeden yapmayı tercih ediyorum. Genç kızlığından beri hep kendi hayatını kazanmış, kendi ayakları üzerinde durmuş, çalışarak bugüne gelmiş ve hala çalışmaya devam eden bir kadınım. Marka merakım yok, alışveriş merakım yok. Berbere gitmem. Kadın kadına toplantılara gitmem. Ben orada ve onlardan değilim. Varlık olmadan görgü ve kültürü yaşayabilmenin mümkün olduğunu bilerek büyüdüm.

Ama tam tersi mümkün değil galiba…

Hayır tam tersi mümkün değil. Varlığın olması görgüyü ve kültürü getirmiyor. Artık çok görüyoruz örneklerini.


İstanbul...

İstanbul benim için bir başka aşk. Benim hem anne hem baba tarafından köklerim Prusya, Rusya, Kafkas, Kırım, Kafkas, Çerkez , Romanya, Fransa diyarlarından gelme. Ve benim bütün bu diyarlardan gelen sülalemin büyükleri gönülsüz sürgün olarak geldikleri İstanbul'u kendilerine ikinci vatan edinmişler. Hayatlarına sıfırdan asılıp, burada yeniden yaşamlarını canlandırmış ve tadına varmışlar. Benim için İstanbul hem hüzünlerin hem mutlulukların hem coşkunun,hem müthiş bir nostaljinin bir arada yaşandığı bir şehir. Aynen benim ruh halim gibi. Benim annem babam aslen İstanbullu. Baba tarafından ben 16. göbek İstanbulluyum. Babamın memuriyeti dolayısıyla hasbelkader Antalya'da doğmuşum. Ben dokuz yaşımda İstanbul'a geldim. Sonra hep buradaydım.



14 yıl önce