|

Çizgi romandan beyazperdeye tablo güzelliğinde bir uyarlama

Çağdaş Fransız sinemasının harika çocuğu; yapımcı, senarist ve yönetmen Luc Besson, Frenkler'in Hollywood üretimi 'Indiana Jones' karakterine esaslı bir cevabı görünümündeki 'Adèle'de cins-i latif baş kahramanını coşkulu maceraların içinde diyardan diyara dolaştırırken, artık iyice ısındığı 'animasyon ağırlıklı fantastik serüven' türünde de -özellikle görsel zenginliğiyle- seyri müthiş keyif veren bir yapıta imza atıyor.

Ali Murat Güven
00:00 - 11/09/2010 Cumartesi
Güncelleme: 23:04 - 10/09/2010 Cuma
Yeni Şafak
Çizgi romandan beyazperdeye tablo güzelliğinde bir
Çizgi romandan beyazperdeye tablo güzelliğinde bir
ADÈLE'NİN OLAĞANÜSTÜ MACERALARI / Les Aventures Extraordinaires d'Adèle Blanc-Sec

Yapım Yılı ve Ülkesi:
2010, Fransa yapımı
Türü ve Süresi:
Fantastik serüven / 105 dakika
Gösterim Formatı:
35 mm standart pelikül film
Perde Formatı:
2.35:1
Yönetmen:
Luc Besson
Senarist:
(Fransız çizer Jacques Tardi'nin aynı adlı resimli romanından uyarlamayla)
Luc Besson
Görüntü Yönetmeni:
Thierry Arbogast
Özgün Müzik Bestecisi:
Eric Serra
Kurgucu:
Julien Rey
Yapım Tasarımcısı:
Hugues Tissandier
Kostüm Tasarımcısı:
Olivier Bériot
Makyaj Tasarımcıları:
Stéphane Robert, Aya Yabuuchi
Saç Tasarımcıları:
Olivier Seyfrid, Frédérique Arguello
Oyuncular:
Louise Bourgoin (Adèle), Gilles Lellouche (Müfettiş Léonce Caponi), Nacky Nercessian (Marie-Joseph), Philippe Nahon (Profesör Ménard), Laure de Clermont-Tonnerre (Agathe), Mathieu Amalric (Dieuleveult), Jean-Paul Rouve (Justin de Saint-Hubert)
İthalatçı Şirket:
TMC Film
Dağıtıcı Şirket:
UIP
İçerik Uyarıları:
Genel olarak son derece temiz bir film. Cinsellik/çıplaklık, argo ya da kanlı şiddet barındırmıyor. Fakat, fantastik filmlere özgü bazı aksiyon sahneleri özellikle ilköğretim çağındaki çocuklar için ürkütücü olabilir. O yüzden ebeveyn eşliğinde izlenmesinde yarar bulunmaktadır.
Ailece izlenebilir mi?
/ EVET
Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı:
İnternet Sitesinin Teknik/Tasarım Kalitesi:
9/10
Yeni Şafak-Sinema Puanı:
* * * 1/2

FİLMİN KONUSU:
Yıl 1912… Genç ve güzel Adèle, meslekî hedeflerine ulaşabilmek için gözünü budaktan sakınmayan çok başarılı bir Fransız gazetecisidir. Bu engin cesarete, gizemlerle dolu Mısır'a uzanıp oradaki tekinsiz mumyalarla uğraşmak da dahildir. Öte yandan, kahramanımızın memleketi Paris'te ise tam bir panik havası yaşanmaktadır. Bir uçan dinozor cinsi olan “Pterodactyl”a ait 136 milyon yaşındaki dev yumurta, Fransız başkentindeki Ulusal Tarih Müzesi'nde ziyaretçilere sergilenirken kimliği bilinmeyen biri ya da birileri tarafından durduğu yerde kuluçkalanmıştır. Yumurtadan çıkan zaptedilmesi zor “kuş” da şimdi halk üzerinde terör estirmektedir. Fakat, göbek adı macera olan Adele için kentte yaşanan bu olağanüstü durum bile çok ciddi bir sorun teşkil etmeyecek, kahramanımız her zamanki cesareti ve meraklılığıyla bu garip olayın da tam orta yerine balıklama atlayacaktır.
Sinemayı salt ağdalı diyalog ve oyunculuklarla bezenmiş
“ağır”
mevzuların beyazperdede kağnı hızıyla ilerlediği bir
“yüksek sanat”
türü olarak görmeyen, özünde bir halk eğlencesi olarak dünyaya gelmiş bu büyüleyici gösterinin
“eğlence”
ve
“tempo”
cephesini de gayet ciddiye alan kendine özgü duruşuyla, çağdaş Fransız sinemasının harika çocuğu
Luc Besson
'u sektörde ilk kez boy gösterdiği 1980'lerin ortalarından bu yana hiç eksilmeyen bir ilgiyle takip etmekteyim. Kendisini geniş kitlelere tanıtan
1985
tarihli ilk önemli filmi
“Metro”
dan (Subway) bu yana istisnasız her yapıtına aşk, arkadaşlık, yalnızlık, ihanet, hırs, ihtiras, ideallerinin peşinde giderken fedâ olmak gibi insanlığın değişik hâllerine ilişkin son derece anlamlı mesajlar yerleştiren, fakat bunu yaparken de -sinemayı yorucu tarafından kavramayı seçmiş bir çok ırkdaşının aksine-
“anlaşılmazlık okyanusları”
nda boğulmamayı iyi bilen bir sanatçıdır o…
İster
“Derinlik Sarhoşluğu”
(The Big Blue, 1988), ister
“Tetikçi Nikita”
(La Femme Nikita, 1990); ya da ister
“Atlantis”
(1991) olsun, isterse de
“Leon”
(1994)… Dikkatlice izlendiğinde, Besson'un bütün anlatılarında, yeryüzünün
“insan”
denilen varlığın yaşadığı her köşesinde sahici birer anlamı olan güzel ve özel sözler söylediği görülecektir. Fakat, bunu da çok iyi bir sinematografi, yüksek tempo, sağlam kurgu, izleyiciye sempatik gelen oyuncular, yerinde ve başarıyla kullanılmış müzikler eşliğinde yapmasıyla çağdaşlarından zaman içinde ayrışıp, özellikle 1990'lardan itibaren hayranlarının kolayca tanıdığı
“Bessonesque”
bir sinemanın dilini kurmayı başarmıştır .
Yönetmenlik yapmadığı zamanlarda, sinema anlayışını kendisine yakın bulduğu genç kuşak meslektaşlarına yapımcılık ve senaristlik desteği veren, sinemadan kazandığını yine olduğu gibi sinemaya aktaran bu idealist tavrıyla gönlümüzdeki yerini de iyice perçinleyen
49
yaşındaki sanatçı, son 4-5 yıldan beri, kameranın saptadığı çıplak gerçeklikten ziyade o gerçekliğin
“bilgisayar üretimi görüntü”
(computer generated image) teknolojisiyle dengeli bir işbirliği yaptığı yepyeni bir dile yoğunlaşmaya başladı. Bu yöneliminin sonuncunda da zahiren çocuklara ve gençlere hitap eder gibi görünen, fakat son kertede 7'den 70'e herkesin zevkle izlediğini düşündüğüm
“Arthur”
dizisi doğdu. Farklı bir üslûp denemesine giriştiği
2005
tarihli (ve siyah-beyaz çekilmiş)
“Angel-A”
dan hemen sonra tasarımına başladığı
“Arthur ve Minimoylar”
, yalnızca Besson'un kariyerinde fantastik serüven türüne bir yelken açış değil, aynı zamanda Fransız animatörlerinin de bu yeni akımın köşe başlarını tutmuş olan Hollywood'a çok ciddi bir kafa tutması görünümündeydi. Disney tarzı, alan derinliğinden yoksun klasik iki boyutlu çizimlerin yavaş yavaş yerini aldığına tanık olduğumuz çağdaş animasyon teknolojisinde en az Amerikalı meslektaşları kadar iyi olduğunu göstermek istercesine, anılan filmde gayet iddialı bir reel görüntü-animasyon karışımına imza atan Besson ve ekibi, bu kaliteyi de hemen iki yıl sonra gelen
“Arthur ve Maltazard'ın İntikamı”
adlı devam filminde bir kaç basamak daha yukarı çıkartacaktı.
Dijital sinemanın kendine özgü dili ve dünyasına kısa sürede ısınan, dahası üst üste giriştiği bu gibi yüksek bütçeli denemelerle onda da en az reel oyunculu dramalar kadar yetkin olduğunu ortaya koyan Besson, şimdi ise her iki dünyanın beyazperdede nefis bir biçimde harmanlandığı yepyeni bir yapıtla karşımıza çıkıyor. 20'nci yüzyıl Paris'ini -çoğunluğu dijital tasarım olan, ancak bunu kesinlikle belli etmeyen- arka planlar eşliğinde alabildiğine iknâ edici bir görsellikle yeniden kuran
“Adèle'nin Olağanüstü Maceraları”
, özellikle sanat yönetimi departmanın yetkisindeki dekor, kostüm, saç-makyaj tasarımı gibi unsurları üzerinden değerlendirildiğinde, tek kelimeyle
“a kalite”
bir çalışma… Ha keza,
Thierry Arbogast
'ın, izleyicilerin gözlerine
“Ben bilgisayarda üretildim”
mesajını sokarcasına cayır cayır parlamayan, teknik açıdan artık iyice olgunlaşmış sanal arka planları gerçek oyuncuların birbirinden eğlenceli performanslarıyla buluşturan görüntü yönetimi de aynı düzeyde usta işi…
Bütün bu görsel şölenin üzerine, Besson'u
22
yıldan bu yana, ta
1988
'deki
“Derinlik Sarhoşluğu”
ndan bu yana pek çok filminde desteklemiş olan klas Fransız besteci
Eric Serra
'nın melodileri de giydirilince, ortaya tadından yenmeyen bir sinemasal pasta çıkmış.
Doğrudur; Adèle'nin maceralarını izleyip tükettikten sonra aklınızda öyle pek fazla bir şey kalmayacak, belki de bir kaç saat içinde unutup gideceksiniz bütün o hengâmeyi… Fakat, yazının başında da değindiğim gibi, sinema istisnasız her zaman
“duyguları ve algıları kasmak”
demek değildir. Bazen, tam aksine, kendimizi yalnızca gevşemek, eğlenmek, mutlu olmak, yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımızın en azından göz ucuyla tadına bakmak için karanlık salonlara atarız. Hele de şu an Türkiye'de yaşandığı üzere, hafta sonu tatili en güzel bayramımıza, ardından da ülkenin kaderinin oylanacağı bir referanduma denk gelmişse,
“Adèle”
bugünlerde çoluk çocuk gidebileceğiniz yegane seçeneği oluşturuyor.

Ramazan orucunun tatlı yorgunluğu ve haftalardır ülkeyi esir alan onca siyasal gerilimden sonra, elde patlamış mısırlar, tarih öncesinden hortlayıp gelen yırtıcı bir kuş ve onu kovalayanların ardına takılmak yalnızca size değil ailenizin diğer bütün üyelerine de iyi gelecektir. Arada sırada gevşeyip biraz eğlenmekten hiç kimseye zarar gelmez, öyle değil mi?


* * *

Bu hafta sonu gösterime giren bütün filmlerin ayrıntılı tanıtımlarını, yıldız puanları ve içerik uyarıları eşliğinde internet sitemizde bulabilirsiniz.


14 yıl önce