|

En büyük kusuru ‘kusursuzluk’

The Power of The Dog, Oscar’da da büyük ödüllerden birkaçını garantilemiş görünüyor. ‘Dezavantajlı kesim’ vurgusu ve feminist altyapı postmodern dönemin beklentilerini karşılıyor! Kusursuz gibi görünen sinematografisi ise filmin en belirgin kusuru. Çarpıcı doğa görselleri filmin duygusundan fazlasıyla rol çalıyor. Yaşayan mekanlardan çok yaşıyormuş gibi yaptığını haykıran dekorlarla karşı karşıyayız.

Abdulhamit Güler
00:00 - 12/02/2022 Cumartesi
Güncelleme: 01:09 - 12/02/2022 Cumartesi
Yeni Şafak
Kodi Smit-McPhee- Benedict Cumberbatch
Kodi Smit-McPhee- Benedict Cumberbatch
Sinema endüstrisi yılın bu döneminde gözünü Oscar ödüllerine diker. Öncesindeki bazı ödül törenleri ve festivaller (BAFTA, Altın Küre, vs) Oscar’ın habercisi kabul edilir ve buralarda taltif edilen filmlerin şansı artar.
Geçtiğimiz yıl Nomadland, ondan önce Parazit, daha önce Roma ve daha niceleri, adı geçen ve geçmeyen ödül törenlerinde elde ettiği rüzgar ile Oscar’da bazı ödülleri önceden garanti etmişti. Bu yıl sözkonusu rüzgarın sürüklediği film The Power of The Dog. Jane Champion’un yazıp yönettiği film, Thomas Savage’ın aynı adlı romanından uyarlama...
ABD Montana’da geniş bir çiftliğe sahip olan iki kardeşi ve çevresiyle ilişkileri konu edinen film kadın-erkek olgusuna ve yakın zaman algısını yeniden tanımlamaya odaklanıyor.

AİLE VAR AMA YOK!

  • Filmde birbirinden farklı karakterde olan Phil ve George adındaki iki kardeş, Montana vadisindeki en büyük çiftliğin sahibidir. Zeki ve başarılı bir adam olan Phil, zayıflığı hor görmektedir.
    İnsanlara üstten baktığı kadar hassasiyetler de taşımaktadır. Erkek egemen toplumu temsil eder. Kendisini işine adayan, sessiz bir adam olan George ise kardeşinin aksine sevgi dolu bir ruha sahiptir.
    Bir gün George’un dul bir kadınla evlenmesi çok şeyi değiştirir. Ailenin yeni üyesinin oğlu vardır ve o da tarzı sebebiyle çevresinde alay konusudur. Çünkü eşcinseldir.
Netflix yapımı olan film ‘toplumun ötekisi’ karakterleri merkezine alarak yorumda bulunuyor. Erkek egemen toplumun şekillendirdiği toplumsal normları ve sınırları yeniden tanımlamaya çalışan filmin feminist temeli, postmodern zamanın ‘dışlanmışlara dair pozitif ayrımcılığı’ beklentisini avantaj olarak kullanıyor.
Erkeğin ve kadının yeri sorgulanıyor. Daha ötesi, yargıda bulunuluyor. Esasında her film bunu yapar fekat The Power of The Dog, dilindeki genel sakinliğe rağmen hikayesinde bunu sert bir mizahçla uyguluyor. Tam olarak festivallerin ve Oscar’ın aradığı şeydir bu.
Yönetmen sırf ödül almak için bunu yaptı diyemeyiz elbette. Zira filmografisine baktığımızda zaten feminist yaklaşımı, erkeğin konumlandırılması ve toplumsal tanımlamaların eleştirilmesine dair tavrını görüyoruz.

ERKEK KADINI DEĞİL, KADIN ERKEĞİ BELİRLİYOR

  • Roman uyarlaması bir western olan film, elbette western türünün genel yaklaşımını da eleştiriyor ve yıkarak yeniden bir kurgulama/tanımlama ortaya koyuyor. Erkek, bildiğiniz gibi değildir ya da öyle olmamalıdır.
    Bir meydan okumadır, bu. Genel erkek algısına ve elbette erkeği tanımalayacak olan kadının yerine... Kadının yerini tanımlayan erkekten, erkeğin yerini belirleyen kadına dikey ve sert bir geçişten bahsediyoruz. Ve elbette yeni bir cinsiyet vurgusu ve onun da toplumsal baskı altında kendi olamaması, oldurulmaması ve mücadelesine şahitlik ediyoruz. Özellikle Pill ile Peter arasındaki ilişkide ortaya çıkan saklı kalmış bir durum da söz konusudur.
    Ailenin en serti, yöneticisi olan Pill de eşcinseldir ve bunu kimse bilmemektedir. Ya da öyle davranmaktadır. Pill’in çelişkisi ve çatışmasını, kendine sakladıklarını açığa çıkaran da ailenin yeni eşcinsel karakteridir. Yani kendi gibi olalmayanın, kendi gibi olan üzerindeki baskısı ve yanıltıcı tutumu, kendi gibi olabilmesinin veya bir gün mutlaka öyle hissetmesi gerektiğini anlamasının tek yolu olmuştur.

OSCAR NE BEKLİYORSA O VAR

Film, pozitif ayrımcılık bekleyen karakterler dolu olduğundan çokça taltif görmesi şaşırtıcı değildir. Hikayesindeki bu vurguları titiz sinematografisi, cesur ve dingin tavrı ile de besliyor. İyi bir film izliyoruz fekat abartıldığını da düşünüyorum.
Zira 70’ine merdiven dayamış olan yönetmenin meseleye bakışındaki dinamizm filmde de kendini göstermekle beraber, kusursuz gibi görünen sinematografisi filmin en belirgin kusuru olarak beliriyor. Çarpıcı doğa görselleri filmin duygusundan fazlasıyla rol çalıyor.
Döneme uygun mekan ve sanat uygulaması da fazlasıyla kusursuz. Yani böyle bir film için kusurlu. Yaşayan mekanlardan çok yaşıyormuş gibi yaptığını haykıran dekorlarla karşı karşıyayız. Ahır hariç kapalı mekanlara her girişte bu kusurlu kusursuzluk kendini gösteriyor.
  • Filmin en güçlü yanı oyunculukları. Benedict Cumberbatch, Jesse Plemons ile birlikte çok iyi performans sergiliyor.
    Filmin sakinliğine uygun sahici oyunculuğa Kodi Smit-McPhee’nin başarısı da eklenince açıkları kapatan bir yapı ortaya çıkıyor.
    Kirsten Dunst’ın sürekli ağlamaklı ve gergin tavrı ise erkeklerin baskıcı tutumu altında duygusal patlamaların eşiğinde gezen bir kadını resmederken filmin arthouse tavrına ilginç bir arabesk doku ekliyor.
Neticede The Power of The Dog, Venedik’te büyük ödülü aldıktan sonra hemen her ödül töreninde büyük ödülleri kaparak Oscar’da da büyük ödüllerden birkaçını garantilemiş görünüyor.
Ele aldığı ‘dezavantajı kesim’ vurgusu ve feminist altyapı ile de postmodern dönemin beklentilerini karşılıyor!
#​The Power of The Dog
#Oscar
#Netflix
#ABD
#BAFTA
2 yıl önce