|

Filistin’in intikamını sanatçılar alacak

İsrail’in Filistin’de uyguladığı zulüm yaklaşık bir buçuk aydır sürüyor. Dünyanın gözü önünde bir soykırım gerçekleşirken sanatçıların toplumda farkındalık oluşturmak için ne yapması gerektiğini de tartışmamız gerekiyor. Ali Haydar Haksal, Ömer Erdem, Hüseyin Karaca, Cihan Aktaş, Zeynep Arkan, Nurettin Durman, Hasan Hüseyin Çağıran, Sıddık Yurtsever ve A. Ali Ural ile bu konuyu masaya yatırdık.

Merve Akbaş
04:00 - 15/11/2023 Çarşamba
Güncelleme: 12:16 - 15/11/2023 Çarşamba
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.

GundefinedGüney Afrikalı yazar-sanatçı Wilhelmina de Villiers, “Saklambaç oynamayı hiç sevmedim. Kim olduğumu ve nerede durduğumu göstermeyi tercih ederim” diyerek Filistin’e desteğini açıklamıştı. Elbette sadece o değil, dünyanın farklı yerlerinden onlarca, yüzlerce, binlerce sanatçı aynı samimiyetle İsrail’in bir ayı geçkin süredir uyguladığı zulüm karşısında Filistin’e destek açıklamaları yapıp, farkındalık oluşturmak için birbirinden değerli eserler üretip, bunları kamuoyuyla paylaştı. De Villiers’in saklambaç vurgusuna odaklanmamızın nedeni ise şu an yapılan desteğin, gösterilen tavrın ne kadar değerli olduğuyla alakalı. Evet, nerede durduğumuzu göstermek, Filistin için küçük bile olsa bir yarar sağlayabilir. Ve her türlü adımın oldukça önemli olduğu bir noktadayız.

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok kıymetli sanatçılar, yazarlar, şairler Filistin için çırpınıyor. Basın açıklamaları, imza kapanyaları düzenliyor, şiirler, hikâyeler paylaşıp, büyük zulmün karşısında karınca misalı bir şeyler yapmaya çalışıyor. Biz de bu ay dokuz yazar ve şairimizin kapısını çalıp şu soruları sorduk: “Bir yazar/şair olarak Filistin’de yaşananlar sizi nasıl etkiliyor? Tepkiniz günlük hayatınıza ve kaleminize/ eserlerinize nasıl yansıyor? Bu konuda toplumda bir farkındalık oluşturmak için bir yazar/ şairin sorumluğu sizce ne olmalı? Ne yapmalı?”

Şüphe yok ki yüzlerce isme daha ulaşsak, bu sayfalar için çok anlamlı sözlerini bize iletirlerdi. Kıymetli görüşleri için ulaştıklarımız ise Ali Haydar Haksal, Ömer Erdem, Hüseyin Karaca, Cihan Aktaş, Zeynep Arkan, Nurettin Durman, Hasan Hüseyin Çağıran, Sıddık Yurtsever ve A. Ali Ural oldu. Yazar ve şairlerimiz, Filistin için söz söylemenin önemine vurgu yaparken, “şairin-yazarın taşı”nın kelimeler olduğunu belirtiyorlar. Sizi her biri birbirinden değerli görüşlerle baş başa bırakıyoruz.


KALEMİM ACI ÇEKİYOR

Ali Haydar Haksal

İnsan olma bilinç ve sorumluluğu her şeyden önce gelir. Dünyanın neresinde olursa olsun zulüm insana acı verir. Bu sorumluluk ve insanî duyguları yoğun olanlar için geçerlidir. Biliriz ki insan en değerli varlık. Bu değerli varlığın korunması insanlığımızın önceliği.

Ben önce insanım, sonra müslümanım. Müslümanlık apayrı bir bilinç ve bağıştır. “Bir insanı öldürmek bütün insanlığı, bir insanı diriltmek bütün insanlığı diriltmektir.” Bu, Müslüman bilincinin gerekliliğidir.

Bir sanatçının, düşünürün yaşanmakta olan vahim Filistin dramından etkilenmemek insan olmaktan uzak olmak ve hatta insanî duyarlığını yitirmek anlamına gelir. Her an, her kare büyük acılar veriyor. Yedi İklim dergisi olarak her zaman olduğu gibi bir Filistin Özel Sayısı yapıyoruz. Bu sayıyı yapmak bize acı yüklüyor. Genel bir bakışta bile zorlanıyoruz. Çok katmanlı ve çok yönlü. 7 Ekim’den beri sürekli gazetedeki köşemde bu acının kıvrımlarını ruhumun bütün alanlarında duyuyorum. Kalemim soğukkanlı ama öfke yüklü. Ah yüklü.

Duyarlıyım, incelikliyim. Ruhumun perdeleri ve zarları patlamak üzere. Kalemim, bilgisayarım ve tuşlarımda kan damlamıyor. Çünkü ben önce insanım. Çünkü ben önce insanın geleceğini düşünüyorum. Çünkü ben bu kanlı sayfanın kapanmasını, diriliş ruhunun yeniden daha bilinçle başlamasını istiyorum. İnsanlık ve özelde Gazze adına istiyor ve diliyorum.

Zalimlere bile merhamet ediyorum. İnsanlık adına. Zalimlerin kendi zulümlerinde boğulmamaları için. Çünkü ben Siyonizm, emperyalizmin ve sömürgeciliğinin tuzaklarının farkındayım. Zalimin karanlığı içinde boğulması dileğim. Ama biliyoruz ki zulüm insanın içinde var ise bu bitmeyecek.

İnsanlığın bu büyük tehlikeye karşı uyanması, bilinçlenmesi gerekir. Bunu da ancak bir Müslüman olarak ben yapabilirim. İnsanlığın İslâm’ın merhamet, sevgi ve kurtuluşuna ihtiyacı var. İslâm’ın yeniden hayata geçmesi gerekiyor.

Müslüman’ın aşk ve sevgi dili bu karanlığı dağıtabilir. Eğer Müslümanlar birbirini anlar, birlikte olur ve birlikte zulmün üzerine abanır ve bu karanlığı dağıtırsa. Durduk yerde hiçbir şey kendiliğinden olmaz.

Kalemim acı çekiyor. Âh’ı çok güçlüdür. Çünkü ben kalemim ile özdeşim. Kalemim ruhumun acılarını çekiyor öyle akıyor ucu. Kalemim benim duam, yakarım ve silahımdır.


ŞAİRİN TAŞI KELİMELERDİR

Zeynep Arkan

Filistin’de olup biten her şeyi seyretmek, masumiyetin her saniyede canavarca yok oluşunu izlemek büyük bir suçluluk ve sıkılmışlık hissi veriyor hepimize. Şair Nizar Kabbani, her korkunç eyleme şahitlik ettiğinde Valium adlı bir ilacı stokladığını yazıyor. Aklını uyuşturup, korumak için. Dünya zaten uyuşmuş hâlde davranıyor. Uyuşmuş hâlimizden sıyrılmamız gerek diyoruz, herkes kendine “Ne yapabilirim?” diye soruyor ya da sormalı. Bu soru çok uzun yıllardır zihnimizde, trajik olan bu. Büyüklenme, kendini diğerlerinden üstün görme ve bu hastalıklı inançla şekillenmiş her tavır korkunç sonuçlar doğuruyor. Tüm peygamberler “En yüce Allah’tır” derken siyonist İsrail “en yüce biziz” demekte. Ve bu inanç tarihe silinmez kara lekeler, insanlık dışı görüntüler sunuyor. Dünyada sadece 7 gün kalabilmiş bir bebeğin kanı İsrail’in elinde büyüyor. Dünya ise elinde telefonuyla şiddet dolu bir filmi izleyen bir ergene benziyor. Böyle dehşetli bir ortamda “bir şeyi bir şeye benzetme” işiyle yani imgelerle meşgul olmak yeterli değil. Haykırmak da yeterli değil artık, tüm dünya her şeyden haberdar. Tavır, duruş, boykot, ekonomik güç gerekli. Çocukluğumdan beri bu zulme şahidim. Yok edilmeye çalışılan Filistin’e şahidim. Ölen kuşu için ağlayan çocukların yok edilmesine ağıt yakalım evet fakat elimizden gelen somut adımları atmaktan geri durmayalım. Şairin taşı kelimelerdir. Sözünü söylemek ve tarihe, hayata, çocuklara olan borcunu ödemek zorunda. Boykotu canlı tutmak zorunda. İsrail’in katil olduğunu haykırmak zorunda. Bunu söylemek için müslüman olmak gerekmediğini biliyoruz. Savaş etiğinden bile yoksun bu azgın gücün karşısında olmak bir insanlık görevidir. 2014 yılının Ramazan ayında sabaha kadar bombardıman altında alev alev yanan Gazze’yi izlediğimde oturup bir şiir yazmıştım. O şiirin hala çok diri bir acıyı taşımasını istemezdim. Fakat tüm Filistin direnişi için, Özgür Filistin için okunup söylenecek daha çok şiirimiz, haykıracak daha çok sözümüz var:

EPEY

Gece çok uzun sürdü, dostlarımız gelmediler

Otlar uzayacak dediler, mevsimi hiç gelmedi

Bir yokuştan aşağı çoktan indi çıkanlar

Göç döngüsü bitirdi şimaldeki kavimler

Birden otlar boy verdi, mevsim nihayetteyken

Gelmedi dostlarımız, çok uzundu geceler

Ayaz vurdu, uzadı tüyler, şeffaf ve sert tırnaklar

Pusudaydık, paslı sudaydık, taze yemişlerin posasıydı her gece

Eşikteydi kulağımız, düşman her daim tetikte


Dostlarımız gelmediler

Çok yaklaşmıştı oysa, sabahın gelişine denk

Güneşin doğuşuyla dostların gelişini

Otların serinliği, o yumuşak tüylerin

Sert tırnakların ve saç diplerinin

Uzaması çok süren o karanlık gecenin 

Sonunu getirecek bir gelişle gelerek


Hepimiz yanlış bir telaffuzdan utanır gibi

Dostların gelmediğini kendimizden sakladık

Gelmediler, beklemek boş bir sokağa dönüştü

Dokunulmamış eşyalar gibi tozumuzla örtündük

Çok erken gelselerdi yaşımız birden büyürdü

Gelmediler, gecikmenin sonu gelmedi yani


Gelecek demişlerdi, belki gelip de dönmüşlerdi

Artık çok zor olacak

Çürüyerek ufalmış her şeyi yenilemek

Hiç olmadığını bilmek, var sayılan bir şeyin

Gönlümüzü alacakken bir bulut gibi kaçıp

Bir kıymet biçemeden parçalanan o dünya

Her gün kurduğu sofrayı paylaşmadan kaldıran

Merhamete inancı artık aşktan saymayan

O güruh, o karanlık, o kalplerin kamburu

Dost değiller, bizim dostlarımız henüz gelmediler

Onlar öfkemizi beğenmez, aptalca inat ederler

Tırnaksız kalışımız her kavgada istenir

Terimizi akıtsak tadına bayılırlar

Gülüşümüz büyülüyken bir ölüm dayatırlar

Bir rakam değiliz biz, santigrat tanımlamaz

Beklemek, bir dostluk, mevsimsiz bir yeşillik

Biz bu kirli dünyaya göğü için katlandık

Dövüşe dövüşe vardığımız yer kimin yitik cenneti?


BUGÜNLER GEÇTİĞİNDE FELAKETİ YAZACAĞIZ

Sıddık Yurtsever

Edebiyatın acıyı omuzladığına inanıyorum. Ancak bu omuzlayış acıyla ilk karşılaştığımız anda olmamalı bana kalırsa. Çünkü bu ilk karşılamayı sadece insan olarak yapabiliriz. Bu büyük trajediyi sıcağı sıcağına hangi kelime hangi cümle açıklayabilir ki? Karşımızda herhangi bir kurala riayet etmeyen ülke maskesi takmış bir canavar var. Çocuk, kadın, sivil demeden öldürüyorlar. Evet bugünlerin geçeceğine inanıyorum. Zulüm payidar olamaz.Bugünler geçtiğinde yazar kimliğimiz devreye girecektir. İşte o zaman kardeşlerimizin başına gelen bu felaketi yazabiliriz belki. Uluslararası alanda kamuoyu oluşturmanın ne kadar etkili olduğunu görüyoruz çünkü. Diğer yandan bir zaferle noktalanacağına inandığım bu direnişin kahraman halkına, askerlerine de borcumuz var. Bu borç onların kahramanlıklarını yazarak ödenebilir mi, yine bir şey yaptık diyebilir miyiz hatıralarına? Emin değilim.

Nurettin Durman

FİİLİ OLARAK BİR ŞEY YAPAMAMAK KALBİMİZE İŞLİYOR

Vahşetin çığlıklarının giderek arttığı bir zaman aralığında katliamın, soykırımın, acımasızlığın zirve yaptığı bu günlerde yapılanlara seyirci kalmak onuruma, vicdanıma ağır geliyor. Uzaktan bakmak daha çok yaralıyor. Fiili olarak maddi olarak bir şey yapamamak ayrı bir acı olarak kalbine işliyor insanın: Gazze göğe açılan pencere,

Gazze vicdanlardaki çığlık.


FİLİSTİNİN ÇOCUKLARI

Şatillanın çocukları büyümeye hazırlanırken

Ölümün secdesini gördüler yıllar önce

Şükürler olsun tanrım dediler bu dünya

Bir tarladır bizim için

Annemizin kucağı gibidir aslında

Orada ısınır yüreğimiz

Orada açılır gözlerimiz hakikate.


Şatillanın ölünce büyüyemeyen çocukları

Kaç yıl oldu kan revan bir acılıkta

İnsanların vicdanlarına baktılar

Baktılar ki değişen bir şey yok dünyada

Bu defa Gazzenin çocukları çıktılar ortaya

Çıktılar ki bir ölüm tarlası olan dünya

Gazze Şeridinde bulsun onları

Bir İsrailli pilot iyice nişanlasın bombasını

Ve salsın gökyüzünden yeryüzüne

Gazzedeki çocuklar hiç büyümeden

Şatillada ölen çocuk kardeşlerinin yanına

Kanatlanarak varsınlar diye.


Şimdi, daha çok geçmeden birer küçük melek

Birer küçük yol arkadaşı olarak cennette

Kendileri gibi küçük çocukları bekliyorlar.


FİLİSTİN UYANDIRIYOR

Cihan Aktaş

Gazze, Filistinliler için hem açık hava hapishanesi hem de mektep, buna bir kez daha şahit oluyoruz. Haklı direnişiyle bir halk, yolunda gidermiş gibi gözüken sistemin iç yüzünü bir kez daha açığa çıkarıyor. Saflaşmalara zorluyor. Gündemlerin baştan ele alınmasına mecbur ediyor. Yıkamıyor onu Siyonist blok, en gelişmiş silahlarla olsun, yenemiyor.

Orada, kapanmaya zorlayan sisteme rağmen haksızlığa ve zulme asla boyun eğmeyen özgür ruhlu insanlar yetişiyor. Sürekli bir olağanüstü durum içinde yaşamak nasıl olur, bizler, hayal bile edemiyoruz. Gazzeli genç mucid Majd Mashhawari şöyle anlatmıştı bana 2021’de İstanbul’a geldiğinde: “Biz Gazze’de yaşayanlar burada doğmayı seçmedik. Ancak Gazze’de yaşadığımız için cezalandırılıyoruz. Fakat çaresiz veya kurban değiliz. Biz Gazzeliler, insanlara hayatı öğretiyoruz.”

Noami Klein’in şu cümlelerini sosyal medyada yıllardır hatırlatıyorum: “İsrail ancak üç önlemle yalnız bırakılarak durdurulabilir: Boykot, yatırımları geri çekmek ve yaptırımlar.” Şirketlerin hükümetlerden daha etkili olduğu görüşünü öne süren Klein, siyonizmi sorgulayan bir Yahudidir. Gazze işte böyle akla karayı birbirinden ayırma niteliğini haiz bir imtihan alanı. Oradaki halka, bize önceliklerimizi hatırlattığı için borçluyuz.

Talanı, gaspı kendine yediremediği için nasırlaşmamış kalpler elbette ki dönemsel tepkilerin ötesine geçmek istiyor. İnsan hakları aktivisti Benjamin Ladraa, 2018’de memleketi İsveç’ten Filistin’e başlattığı yürüyüşün süreğinde Lübnan’a geçmek için Türkiye’ye gelmişti. Tevafuk, Ankara uçağında koltuklarımız yan yanaydı. Gıpta ve hayranlık içinde Gazze direnişi bağlamında birkaç soru sormuştum. Şunları söylemişti kısaca: “İşgal ve orada yaşanan insan hakları ihlalleri konusunda farkındalık yaratmak için Filistin’e gidiyorum. İşgalin sona erdirilmesi ve Gazze üzerindeki kuşatmanın kaldırılması için İsrail üzerindeki baskıyı artırmak gerekiyor. Rachel Corrie, cesaretinden ilham almamız gereken örnek bir insandı.”

Şu bir gerçek: Gazze’yi hep bombardımana uğradığında hatırlıyoruz. Bu da bir şey gerçi fakat bir sonraki adım ne olacak? Mavi Marmara olayı zamanla bu alandaki sivil tepkileri sınırlayan bir etki oluşturdu ne yazık ki. Kaçımızın Filistin konusunda bir sonraki adımı var? Tersine pek çok Müslüman ülke İsrail ile canlı ilişkilere sahip. Bu da Gazze olgusunu giderek daha da marjinal bir noktaya itilmeye zorlayan bir etki oluşturuyor.

Yine de yarattığı şoklarla zaman zaman sarsıyor bizi Gazze gerçekliği. Kendi kusurlarımızla yüzleşiyor, elimizden gelenlerle harekete geçiyoruz. Bir süre sonra her şey hiç de olağan olmadığı hâlde olağanmış gibi gelen bir noktaya çekiliyor. O nokta içinde büyüyen öfkeyi, acıları ve aşağılanmaları ise sadece arada bir konu ediniyoruz. Rahmetli Akif Emre’nin hayali olan bir Filistin Enstitüsü bile tesis edemedik. Filistin çalışmalarını bir araya getirecek bir enstitüsü, bu alandaki duyarlığı gündemde tutmaya yardımcı olacaktır.


ELDE TAŞ YERİNE KALEM VARSA İŞ ONA DÜŞÜYOR

Hüseyin Karaca

Rahmetli Zarifoğlu, Filistin’in her müminin önünde bir sınav kâğıdı olduğunu söylüyordu. Şimdilerde Filistin tüm insanların, insanlığın önündeki bir sınav kâğıdı. Geçenlerde sosyal medyadaki bir videoda, Amerika’daki Filistin gösterilerinde siyahi bir genç, “Müslüman olup olmamakla ilgili bir mesele değil ki bu. Ben insanım, bu yaşananlara nasıl tepkisiz kalabilirim?” diye feryat ediyordu. Yüz ifadesi ve ses tonundan, kendisinin bunu neden mesele edindiği değil asıl tüm insanların nasıl olup da mesele edinmediğine yönelik bir şaşkınlık seziliyordu. Gerçekten de öyle. Yaşananlar karşısında insanın adeta dünyanın durmasını gerektirecek bir olay varsa, olsa olsa budur, diyesi geliyor. Ama demiyoruz tabii ki. İnancımızda mündemiç umut ve imtihan bilinci bizi bundan men ediyor. Bunu şunun için söyledim; bir yazar, şair olmaktan öte Filistin’de yaşananlar yalın bir insan olarak zaten yeterince sarsıyor, etkiliyor. Filistinli gençler gibi taş bile atamıyorsak zalime, elde taş yerine kalem varsa iş ona düşüyor.

Sanatçının yaşananlar karşısındaki tavrı mizacına, sanat telakkisine göre farklılaşabilir doğal olarak. Kimi sıcağı sıcağına duygusal metinler kaleme alır, kimi meydanlarda haykırılacak şiirler yazar. Bazıları da -ki sanırım ben de öyleyim- bir olay ya da duruma münhasır yazmaz, yazamaz ama tüm zulümler, acılar, insanlığın topyekûn ahvali yazdıklarına siner. Bunlar arasında bir derecelendirme yapmak çok sağlıklı olmasa gerek. Ya da bir şairin yazdıklarına bakıp, Filistin’le ilgili şiiri yok diye duyarlılığını sorgulamak doğru değil. Sanatçının topluma karşı asıl sorumluluğu, aynı zamanda düşünce boyutunda da faal olmasını gerektiriyor bana göre. Özellikle yaşadığımız çağa karşı bir medeniyet olarak sözümüz olacaksa, kendi kavramlarımız, değerlerimiz, kültürel kodlarımız üzerinden olmalı bu. Sanırım biz kültür endüstrisini, kültürel iktidar meselesini biraz yanlış anladık ya da bu meselelerde bazı zokaları çok kolay yuttuk. Çünkü mücadele ettiğimizi söylediğimiz bir anlayışın kültürel kodları içinde debelenip duruyoruz hâlâ. Meseleyi esastan ele alıp sosyal bilimler, akademi, medya ve iletişim konularıyla birlikte düşünmeye başlayıp kolektif bir bilinç geliştirmeli, bir inşâ süreci başlatmalıyız.


FİLİSTİN’İN İNTİKAMINI ŞAİRLER ALACAK!

A. Ali Ural

1969’da Mescid-i Aksa yakıldığında on yaşında bir çocuktum. Ankara Kocatepe Camii henüz tamamlanmamış, zemin katında namaz kılınıyordu. Babamla bir sabah camiye gittiğimizde beton direklerden birinin üzerinde: “Ey Müslüman uyan! Mescidi Aksa yakıldı!”afişini görmüştüm. Bir başka direkte ise ayakkabıların camiye girildiğinde çamur dökülmemesi için nasıl tutulması gerektiğine dair bir resim vardı. On yıllar geçse de beklenen uyanış bir türlü gerçekleşmedi. Ayakkabılarımızdan camiye çamur dökmemeyi başarsak da, Filistin’de oluk oluk akan masum kanına engel olamadık. Binlerce bebek ve o bebeklerin anneleri, babaları, dedeleri, neneleri, amcaları, dayıları, halaları, teyzeleri diri diri yakılmaya devam etti gözlerimizin önünde. Akvaryumdaki kırmızı balıkların yüzüşünü seyreder gibi seyrettik bu manzarayı.

İsrail Başbakanı Golda Meir, 1969 yılında Mescid-i Aksa’nın yakılışının ardından şöyle demiş: “O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannediyordum ki, Müslümanlar dört bir taraftan İsrail’e girecekler. Lakin sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte o zaman idrak ettim ki: Biz dilediğimizi yapabiliriz.” Bu cümleyi okuduğumdan beri kabıma sığamıyorum. Katillerin dilediklerini yapamayacakları bir dünyada yaşamak istiyorum çünkü. Elimden ne mi geliyor bunun için? Bir şair olarak “elimle” ancak boykot yapabiliyorum alışverişte. “Dilimle” şiirler ve yazılar yazıyorum uyanmak ve uyandırmak için. “Kalbimse” hep kaynıyor fokurdayarak. İmza günümde “Filistin’in intikamını şairler alacak!” diye haykırdım. Kelimelerin dünyasında kurulur çünkü ilk mahkeme. Kelimelerden vicdana bir yol bulunabilirse bütün dünya devasa bir mahkeme salonuna dönüşebilir.

HERKESE BU MESELENİN DERİNLİĞİNİ ANLATMAK GEREKİYOR

Ömer Erdem

İlkin ve özellikle bunun bir savaş değil bilinçli ve planlı kıyım, dini ideolojiye dönüştürmüş terörist bir devletin hiçbir yönden kendisi ile mukayese edilemeyecek bir halka karşı giriştiği yok etme eylemi olduğunu vurgulamak gerekiyor. Siyonizm teknik ve ekonomik silahlar yanında sakat bir dini ideolojiyle hemen yanındaki halka şehvetle saldırırken uzun erekte tutamadığı diliyle dünyaya ve yakın bölgesine mesaj veriyor. Bu asla bir devletin güvenlik ve kendisini koruma maksadıyla giriştiği bir zorunlu hareket değildir. Dünyanın ve bizim ne türden bir belayla karşı karşıya olduğumuzun iyi analiz edilmesi gerekiyor. Duygular, hamasi yaklaşımlar, günlük ve genel geçer bakışların hayatta bir yeri olabilir, fakat hiç görülmemiş şekilde batılı devletler ve onun şapkası ABD onayıyla girişilen bu soykırım, 19. yüzyıldan beri yaratılan bütün değerleri altüst edip yok sayma eşiğinde. Hatta içindeyiz bunun. Tarih göstermiştir ki her hangi bir dini ve bununla beraber ırkı yüceltip insanlığa karşı bir yok etme planına yönelen bütün hareketler sonuçta hem kendisi çökmüş hem de insanlığı akıl almaz belalara sürüklemiştir.

İsrail özelinden hareketle, bütün dini hareketlerin kendilerini bu ideolojik mask ve saklı ırksal ideallerden arındırmaları beklenir. Dolayısıyla, Filistin’de olup bitenlere sadece aktüalitenin sıcaklığı ve gerilimiyle bakamayız. Adına İslam Medeniyeti denilen olgu 13. yüzyıldan itibaren yaratıcı yorum ve teklif kabiliyetini yitireli ve bu dünyanın merkezine oturan Osmanlı’nın uzun 46 yıl sürmüş Kanuni iktidarı sebebiyle kendi yıkımını da hazırlayalı beri, dünyada Batı merkezli düşünce ve siyasal hareketlenmelere şahitlik ediyoruz. Her iki büyük dünya savaşı da onların kendi aralarındaki hesaplaşmaların ve çıkar kavgalarının sonucu. Filistin meselesi de hem Osmanlı’nın yıkılışı hem de Batı tarafından dünyanın yeniden dizayn edilmesi sürecinin sonuçlarından birisi. Bu son olaylar gösteriyor ki dizayn planları sona ermemiş. İsrail, bu paln sürecinin koçbaşı olarak kendi özerkliğini ilk kez bu denli küresel bazda ilan etmiş gözüküyor. Öyleyse tepki verirken ve olaylara bakarken çok daha geniş bir perspektiften çıkmak gerekiyor. Özellikle sözün gücüne, düşüncenin değerine bağlanmak şart. Şu halde, bu soykırım karşısında yapılacak en küçük hareket bile çok değerli. Biz Türkiyeli şairler olarak çok geniş katılımlı bir bildiri yayınladık. Bildiri onlarca dile çevrildi. Şiir yazmak, düşünceleri kaleme dökmek de bir yol. Hemen yanımızdaki ve ulaşabildiğimiz herkese bu meselenin derinliğini anlatmak gerekiyor. İsrail’in yaptığının çok yönlü bir hırsızlık olduğunu ise dönüp dolanıp vurgulamak önemli. Bu bağlamda “Yıkılacak Duvar” isminde bir şiir yazdım. Köşe yazılarımda farklı bağlamlarda meseleyi irdelemeyi sürdüreceğim.


KUDÜS’LE İLİŞKİMİZ BİR KIBLE İLİŞKİSİ

Hasan Hüseyin Çağıran

"Aksa Tufanı, varoluş edâlarıyla imânın yegâne imkân olduğunu gösteren Filistinlilerin sesi olarak, “merhaba” dedi ve Batı hümanizminin demir kubbelere sarılmış gayrimeşrû çocuğu İsrail’i, eş deyişle faizin ve ihtirasın vatansız, işgalci ve tamahkâr çocuklarını –neredeyse tüm dünyayı aksine inandırmış olsalar da– nihâî âkıbetlerini bizden çok daha iyi bildiklerini açık eden bir korkuyla yalınayak havaalanlarına koşturdu. Aksa Tufanı, dışarıda, Atina agorasının ve demokrasisinin kronik sorunlarıyla muallel uluslararası kurum ve kuruluşlar, devletler, stk’lar vd. kirli bir mutabakat içinde bir tür yeni hümanizmin paydaşları olarak iş tuttuğu, bu mutabakatın bizlerce de içselleştirildiği bir noktada gerçekleşti. İçeride ise, Türkiye’deki İslam karşıtı temayülün çoğu haksız sebeplerden mürekkep bir Arap nefreti üzerinden meşruiyet devşirme ve bazı sorun arz eden kurucu resmî tezleri aklama noktasında hız kazandığı bir döneme denk düştü. Tam da bu bağlamda Türkiye’de azımsanmayacak bir “İsrail trübünü”nün oluştuğunu gördük ve savaşın çok da “dışarıda” olmadığını bir kere daha müşahede ettik. Açıkça söylemeli: Kudüs’le ilişkimizi, bir kıble ilişkisi olarak değerlendiriyorum. Kendimizle ilgili kısmı da görünmez kılmamalı: Türkiye de kendisini var eden iradeyi mümkün kılan ilişkiyi, bu kıble ilişkisini hatırlamak durumunda, bir yüzyıl daha oyalanmakta yarar görmüyorsa.

Filistin’de yaşananlar, rücû dikkatiyle yaşamanın elde, dilde ve kalpte neleri hâsıl etmesi gerektiğini ertelenemez şekilde ve ayan beyan önüme koydu diyebilirim. Muhtemelin pekâlâ mümkün olabileceğine dair bir işaret fişeği olarak görüyorum Aksa Tufanı’nı. İmkân tasavvurum değişti. Ayrıca orada yaşananlar, dünyanın geri kalanında, –envâi çeşit mazeretle gerekçelendirilebilecek atâletleriyle– idarecilerin ve yetki sahiplerinin aksine, “sıradan insanın” fark yaratabileceği bir alanı görünür kıldı. Alışverişin psikopolitik, ekonomik dolayımları büsbütün fâş oldu ve kardeşeti yememenin, kardeşkanı içmemenin mâhiyeti açığa çıktı. Bu açığa çıkma sürecinde sanatçılar farkındalık oluşturacak öncü bir rol ne kadar üstlendi ve ne kadar üstlenebilir emin değilim. “Sıradan insan”ın rehberlik ettiği bir süreç yaşanan. Ya da şöyle söylemeli: Haddizatında kirli sermayenin, netâmeli şirketlerin ve medya gruplarının ağlarına göbeğinden bağlı olmayan “sıradan insan” deha anlatılarının çoktan boşa çıkarıldığı bir düzlemde oyun bozarak sorumluluk üstleniyor, sanatını icra ediyor; sokaklardaki performansıyla, kamusal alandaki yerleştirmeleriyle, anlamlı boyutlara taşıdığı boykot gibi yeni estetik girişimleriyle, biçim arayışlarıyla. Her zamanki gibi kulak veriyorum, kendime ve onlara: -mış gibi yapmanın ve yaşamanın sürdürülebilir olmadığı açık. -mış gibi yapmadan düşünme, yazma ve yaşama çabasını önceliyorum.



#İsrail
#Filistin
#Soykırım
6 ay önce