|

Geçmişi uzatmaya çalışmak

Yeni Şafak
04:00 - 23/11/2015 Pazartesi
Güncelleme: 02:21 - 23/11/2015 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
ATASOY MÜFTÜOĞLU

YAZAR


Eklektik varoluşların, kimliklerin, kültürlerin ve kişiliklerin oluşturduğu, özgün olmayan bir toplumda, ya da toplumsal dünyalarda yaşıyoruz. Bu nedenledir ki, kesin ve açık olmayan tasavvurlara sahip olmadığımız, olamadığımız gibi, iradi bir varoluşa da sahip değiliz. Mevcut konumumuzu bilincinde olmaksızın sürdürüyoruz, daha doğru bir deyişle koşullar doğrultusunda sürükleniyor, savruluyoruz. Konumumuzun bilincinde olsaydık eğer, nihai tercihlerde bulunabilecek, nihai kararlar verebilecek, büyük ölçekli bağımsız süreçler başlatabilecektik. Nihai kararlar veremediğimiz için, nihai tercihlerde bulunamıyor, hayatlarımıza, konumlarımıza yeniden anlam veremiyor, yeni keşiflerde bulunamıyoruz. İnançlarımız ve dünya görüşümüz, hayat tarzımız doğrultusunda, bütüncül anlamda eylemde bulunamıyoruz.



DEĞERLERİMİZ HAYATIMIZDAN ÇEKİLİYOR

İslami ilgilerimizi/bağlılıklarımızı/hassasiyetlerimizi içsel etkinliklere, bireysel etkinliklere indirgeyerek sürdürüyoruz. İslam adına bugün gündemde tuttuğumuz şeyler, bugün var olmayan şeylerin nostaljisidir. Değerlerin dünyasından, faydalı olanların dünyasına geçtiğimiz için, değerler hayatımızdan çekiliyor. İçi boş hayatlar, tüketime adanmış hayatlar yaşıyoruz. Bugünün aklı faydacılığın hizmetinde olduğu gibi, kimlik ve kişilikler de faydacılığın hizmetindedir. Hem modern anlamda, hem de İslami anlamda içeriği belirsiz, muğlak kelimeler/kavramlar kullanıyoruz. Kavramsal bütünlüğü temsil eden bir çerçeveye sahip değiliz.


Tarihin özellikle son ikiyüz yılını, ideolojik bir iç savaş içerisinde geçirdik. Bu iç savaş bugün derinleşerek sürüyor, sürdürülüyor. Son beş yüz yılın tarihinin, Batılı bir anlam ve değer sisteminin egemenliği altında geçtiğini hatırlamak gerekiyor. Bu beş yüz yıl zarfında bütün dünya, bütün toplumlar “uygarlaştırma misyonu” etiketi altında Batı sömürgeciliğinin çeşitli boyutlarına maruz kaldılar. Sömürgeci süreçlere/dile/kültüre/uygarlığa maruz kaldığımız için, bugünün dünyasında Müslümanlar soyut niceliklere indirgenmiş topluluklar olarak yaşayabiliyor. Modern dünyaya hakim olan ideolojik konformizmi sarsmayı/aşmayı/tartışılabilir hale getirmeyi başaramadığımız için, bu konformizmi sarsmak/aşmak için gerekli/nitelikli/kapsamlı çalışmaları yapmadığımız/yapamadığımız için modern/seküler yanılsamaların yükselişini seyrettiğimiz gibi, şimdi de tükenişini seyrediyoruz. Moden seküler tarih modern bir menkıbe biçiminde üretildi. Modern tarih, Aydınlanma yoluyla akıl tapınmasını mutlaklaştırdığı için, farklılıklarla bir arada yaşamayı imkansız hale getirdi. Aydınlanma İlahi vahye imanın yerine insan'a imanı koydu. Bu süreçler boyunca, bizler de, Müslümanlar olarak gerçek geçmişin yerine, efsanevi bir geçmiş koyduk. Bugün de, ne pahasına olursa olsun, bugünle, yüzleşmeye cesaret edemediğimiz için, geçmişi uzatmaya çalışıyoruz.



ULUS DEVLETİN "MEŞRUİYETİ"

Günümüzde yaşanmakta olan ideolojik iç savaşta, bütün taraflar yalnızca aşırılıklarını ve bağnazlıklarını sergiliyor. Kibirle maskelenmiş bencillikler/kaygılar iletişime imkan tanımıyor. Her nefret-karşıtlık-çatışma, ilgili tarafların/grupların/toplulukların kendilerinin doğru, karşıtlarının yanlış yolda olduklarına inanmalarıyla birlikte başlar. Kendi tercihlerinin-çıkarlarının-tarzlarının vazgeçilemez olduğuna, diğerlerinin tercihlerinin ve çıkarlarının değersiz olduğuna inanmak ikili karşıtlıklara hayat verir. Kendi tercihlerini/doğrularını mutlaklaştıranlar için, diğerleri/başkaları ne olurlarsa olsunlar yanlış yoldadırlar. Bu tür ilişkiler ahlaki dışlayıcılık temelinde gelişen ilişkiler olduğu için kabul edilemez. Öteki'nin, başkasının yanlış yaptığını düşünmek, kendimizi üstün, iyi, doğru görmekle ilgilidir. Her topluluk, grup, cemaat, parti, toplum, ülke, kendi sınırlarının, çıkarlarının farkında ve bilincinde olsa, herkes kendi sınırları içerisinde, kendi yerinde kalsa sorun çıkmayacak. Birbirimizin sınırlarını/çıkarlarını gözetmediğimizde, gerili çatışma alanına girmiş oluyoruz. Evrensel-temel insanlık değerlerine, ahlakına, adalet duygusuna yabancılaştığımız için, her topluluk, her çevre, her ulus-devlet kendi “meşruiyet”ini kendisi kuruyor. Ortak meşruiyet ve referans kaynaklarına başvurmuyoruz. Her ülkede devlet aklı, devlet realizmlerini haklı çıkarmanın yollarını bir şekilde buluyor. İslam ülkesi olarak anılan ülkelerde bile ortak İslami referanslara başvurulmuyor. Ulus-devletler kendi çıkarlarını kutsallaştırmaya/meşrulaştırmaya çalışırlarken, bölgemizde halen yaşanmakta bulunan politik rekabetler/çatışmalar ve kriz sırasında da görülebileceği üzere, ahlaki dışlayıcılık temelinde politik tavırlar geliştiriyor.



İDEOLOJİK BAYAĞILAŞMALAR

Toplumlarımızda yaşanmakta olan ideolojik iç savaş, Aydınlanma felsefesinin/ideolojisinin/mitolojisinin, dünyevi bir din oluşturarak, seküler bir militanlık içerisinde, tarihsel bir yobazlık/bağnazlık oluşturmasıyla birlikte başladı. Modernlikle ilgili hamaset/mitoloji, Aydınlanma felsefesi temelinde yükselen ideolojilerin eseridir. İdeolojiler tarihte hiç bir şeyi açıklayamadılar, gerçeklikle ilişki kuramadılara, gerçeklikleri etkilemeye çalıştılar. Her ideolojik inşa totaliter yöntemlerle gerçekleştirildi. Bolşevik Devrimi de Fransız Devrimi gibi, dünyevi bir “din” şeklinde yapılandırıldı, uygulamaya konuldu. Jakobenizm barbarlığa dönüşün çok açık bir ifadesi olarak tarihe geçti. Radikal her modernleştirme girişimi, her yerde, Türkiye'de de olduğu gibi, faşizm biçiminde hayata geçirildi. Bu faşizm yüzünden toplumlarımız derin yaralar aldı, birbirimize yabancılaştık, zihin dünyalarımızda birbirimize karşı acımasız çerçeveler/kalıplar oluşturduk. İdeolojik bayağılaşmalar çok trajik tercihlere, konumlandırılmalara neden oldu, olmaya devam ediyor. Kim tarafından kime yönelik olursa olsun gerçekleştirilen sözlü/yazılı/fiziksel şiddet yolunu seçenler, ahlaki sorunları olduğu için zihinsel sorunları olduğu için bu yolu seçerler. Şiddet yoluyla hiç kimse sözü ele geçiremez. Daha çok bilgi, daha çok ahlak, daha derin kavrayış sahibi olduğumuzda, daha dikkatli konuşmanın, ilişki kurmanın yollarını bulabiliriz. Ruhsal yoksunluklar da anlayışsızlık nedenidir. Farklı olanı, başkası saydıklarımızı değiştirmeye çalışmak yerine, anlamaya çalışmak gibi bir ölçümüz/dikkatimiz olmalı. Kendi tercihlerimizi/hassasiyetlerimizi/ajandamızı, farklı olana, başkası saydıklarımıza dayatmaya çalıştığımızda, bu kesimler üzerinde bir kontrol oluşturmak istediğimiz gibi bir sonuç ortaya çıkar. Yeterli bilgi ve derin kavrayışa sahip olmamak belirsizlik içerisinde bulunmak, yolun yarısında kalmak gibidir. Yeterli bilgi ve derin kavrayışa sahip olamamak, yetersizliğin tezahürüdür.



İdeolojik iç savaşın yoğunlaştığı bir dönemde, kültürel iktidar sorununu tartışan İslami çevrelerin/kadroların, Türkiyenin kapitalist/seküler/neoliberal dünya görüşü tarafından nasıl fethedildiğini, hayatın bütününü şekillendiren/dönüştüren kültürün/siyasetin/hukukun/ekonominin vb, kapitalist/seküler/neoliberal fatihlerin iradelerin doğrultusunda nasıl oluşturulduğunu, bu durumun nasıl tartışılamaz/katı bir statüko oluşturduğunu hatırlamaları gerekir. Yaşadığımız yenilgileri içselleştirmek, savunmacı mazeretler aramak yerine, hiç bir tevile başvurmaksızın bunlarla hesaplaşmanın yollarını bulabilmeliyiz. Bugün, dünyada, neyin yanlış, neyin doğru olduğunu belirleyen hakim ve merkezi ideolojik bir irade var. Müslümanlara karşı iç savaşta yer alanlar, bu merkezi irade tarafından çerçevesi belirlenen sömürgeci dilin araçlarıyla bu savaşı sürdürüyor.









#ideoloji
#savaş
#düşünce
#geçmiş
8 yıl önce