|

'Hafif' silahlarla Suriye feda edildi

Dünyaca ünlü İngiliz yönetmen Sean McAllister, son belgeseli 'Suriyeli Aşk Hikayesi'nde Şam'da iki direnişçiyken mülteci olan bir ailenin serüvenini anlatıyor. 5 yıl boyunca aileyi Şam'da takip eden yönetmen, "Esed hafif silahlarla Suriye'yi feda etti. O gitmeden ülke için bir gelecek söz konusu olamaz" diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/03/2016 Pazar
Güncelleme: 21:11 - 12/03/2016 Cumartesi
Yeni Şafak

İngiliz yönetmen Sean McAllister, 20 yıldır Ortadoğu'da belgesel yapıyor. McAllister'ın son yapımı 'Suriyeli Aşk Hikayesi' dünyadaki gösteriminin ardından İstanbul seyircisiyle buluştu. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali'nde gösterilen film Filistinli bir özgürlük savaşçısı Amer ile Suriyeli bir muhalif olan Raghda'nın hikayesini anlatıyor. Sheffield Jüri Ödülü'nü alan filmin konusu kısaca şöyle; "Amer ve Raghda hapiste tanışırlar. Amer, Raghda'yı ilk gördüğünde dayaktan yüzünün şişmiş, gözlerinin morarmış olduğunu anlatıyor. Sonra sesini duyar ve birbirlerine âşık olurlar. Ortadoğu'nun siyasi çalkantılarla dolu günlerinde evlenirler, üç çocukları olur. En küçük çocukları iki yaşına bastığında Raghda yine hapse atılmıştır. Suriye'den mecburen başka ülkelere taşınacak hikâyede çocuklar büyüyecek, yeni diller öğrenip kendilerini başka vatandaşlıklarla tanımlayacak, Raghda ve Amer arasındaki ilişki değişecektir."


“Bu konuları konuşacak çok az insan var” diyen yönetmen ile buluştuk. Hem filmi hem Suriye'de yaşananları konuştuk...



Öncelikle belgeselin serüvenini dinleyelim. Hikâyeyle nasıl buluştunuz?

Yirmi yıldır Ortadoğu'da film yapıyorum. Suriye çok ilgimi çekiyordu ama başka pek kimsenin çekmiyor gibiydi. 2009'da Şam'a gidip Suriye'de yaşamaya başladım. Ülkeyi gezerek Halep, Humus, Hama ve Şam gibi muazzam şehirlere gittim. Ondan sonraki sekiz ayda da bu karmaşık ve muazzam yeri anlamaya başladım. Sekiz ay bir hikâye aradıktan sonra Şam'ın tarihi kısmında kaldığım bir gece Amer ile karşılaştım. Karısı kitap yazmaktan ötürü hapiste olan Amer'in hikâyesi bana daha önce görmediğim bir gerçekliğe dokunuyor gibi geldi. Suriye'deki siyasi mahkûm durumundan tabii ki haberdardık, ama pek de bahsi geçmezdi ve karşımdaki bana “Bu ülkenin gerçeğini görmek istiyorsan gel benim filmimi çek” diyen ilk kişiydi.



Neden böyle bir hikâyeyi anlatmayı tercih ettiniz?

Oranın gerçeklerinden haberdardık ama bu konuda konuşacak kadar cesur çok az insan vardı. Bir belgeselci olarak seyircinizi kameranız aracılığıyla götürmek istediğiniz dünyaya bir kapı, bir pencere açacak insanlar ararsınız. Sinemacılar olarak cesur savaşçılar gibi bir yere gidip hikâye aramaya başlıyoruz, ama kadraja girecek cesarete sahip cesur karakterlere de ihtiyacımız var. Amer de bu insan olarak karşıma çıktı.





TERAPİST GİBİ OLDUM


Aileyi 5 yıl boyunca takip etmişsiniz. Nasıl bir süreç yaşandı?

Çok zor ve karmaşık olduğunu söyleyebilirim. Uzun süre herhangi bir yayıncı filmle ciddi olarak ilgilenmedi. Benim bu aileyle ve bu insanlarla olan bağım ve ilişkim esastı. Fransa'ya vardıklarında her şey bozulmaya başlamıştı. Ben de bir sinemacıdan daha fazlası olmaya başladım. Kendimi bu ailenin içine sokmuştum. Fransa'ya vardıklarında artık manevi bir oğul, çocukların manevi kardeşi ya da bir nevi babası gibi olmuş, bir yandan sinemacı bir yandan kötü bir evlilik terapisti gibi her şeyi bir arada tutmaya çalışıyordum.



REFORMCULARIN TEK İSTEĞİ VARDI....


Siz işlerinizde sıklıkla 'savaşın hayatlarını değiştirdiği insanlar' denen adı olmayan, sadece sayılardan ibaret kalan insanlara yakından bakıyorsunuz. Bu konuya odaklanan bir yönetmen olarak savaşın insanların üzerindeki etkisi hakkında sizin gözlemlerimiz neler?

Savaş insanları yerlerinden yurtlarından ediyor, bu bakımdan çoğu kişinin kaçınmak istediği bir şey; fakat devrim zamanlarında –çoğunluk diyemesem de bir azınlık– toplumsal değişikliği arzuluyor. Çoğunluğun genellikle keyfi yerinde, sadece bir hayatı olsun istiyor. Çocuklarını doyurup işlerine devam etmek istiyorlar, ama savaş patlak verdiğinde acıya boğulan, yerlerinden edilen, öldürülen, bombalanan, yaralanan, ya da Suriye'nin durumunda açlık çeken işte tam da o insanlar, sadece bir hayat isteyen o masum insanlar oluyor. Savaş Suriye'yi mahvetmiş durumda. 2009'da ben oradayken ülkenin durumu gayet yerinde gibiydi. Etrafa iyimser ve umutlu bir hava hakimdi. Beşar Esed devrimcilerin, 2011 Mart'ında sokağa dökülen gençlerin isteklerini yerine getirseydi ki tek istedikleri Esed'in 2000'de iktidara geldiğinde vaat ettiği reformların sözünü vermesiydi farklı olabilirdi ama öyle yapmadı; “hafif” silahlarla karşılık verip ülkeyi feda etti. Bana kalırsa Beşar Esed düşmeden Suriye için bir gelecek söz konusu olamaz.



Filmde de yer verdiğiniz üzere çok sayıda çocuk farklı ülkelere sürüklenip oranın dili ve kültürüyle bir yaşam sürdürüyor. Savaş mağduru çocuklar farklı bir nesli de beraberinde getiriyor. Kültürel devamlılık için de bir risk bu...

Ben bir ailenin oradan oraya taşınmasını izledim.Ne tuhaftır ki film aslında gücünü pozitif ve iyimser başlangıcından alıyor. Esed'e karşı mücadele veren iki devrimciyi izliyoruz. Ben Arap Baharı'nın bölgeyi etkisi altına alacağını ve filmin iki devrimciyle ilgili başlayıp beş yıl sonra iki mülteciyle ilgili biten bir yol izleyeceğini tabii ki bilmiyordum. Benim için Bob'un Fransızca konuştuğunu ve Fransız arkadaşlar edindiğini görmek güzel bir şey, çünkü onunla beraber Suriye'de olduğum üç sene boyunca doğru düzgün ne bir hayatı ne de bir okul hayatı vardı. Aile filmin yapımı boyunca on altı kere taşındı. Ve bu o kadar büyük bir şey de değil eğer mülteci kamplarını düşünecek olursanız – yani bu aile şanslı olanlardan. Dünyanın her yerinde kamplar var artık. Bir ülkede yaşanan ve Batı'nın hiçbir şey yapmayıp yardım etmeyişinden kaynaklanan durum herkesi her yere savurdu. Bunu Irak'ta da gördük. Amer'in filmde dediği gibi: “Bir gün problem kapınıza dayanacak.” Problem kapımıza dayandı.





Rusya ve ABD işi karıştırdı


Suriye'de ve bölgede yaşananlara siz nasıl bakıyorsunuz?

Bizim hiçbir şey yapmıyor oluşumuzun yarattığı boşluktan yararlanarak bizim girmediğimiz bir alana adım atan Rusya durumu daha da karmaşık hale getirdi ve Esed'in çocukların üzerine kimyasal silahlar yağdırarak bir kırmızı çizgiyi aşmasına izin veren Obama, ona yeşil ışık yakmış oldu. Şimdi de boyuna insanlarına misket bombaları yağdırıyor gördüğüm kadarıyla. Suriye'deki insanların çoğu onun tarafından öldürülüyor ama haberlerin çoğu IŞİD'le ilgili, onunla ilgili değil. Suriye'nin geleceğine ve olan bitene dair gerçeklerin biraz hatalı temsil edildiğini görüyoruz.



30 saniye görüyoruz


Batı'nın yaşananlara duyarsız kalmayı özellikle tercih ettiğini görüyoruz. Mülteci meselesine kulaklarını tıkadılar ve sorunu sadece parayla halletmeye uğraşıyorlar. Siz hem bir İngiliz hem de bir yönetmen olarak mülteci sorununa yeterince dikkat çekildiğine inanıyor musunuz? Bu konuda sizin gibi yönetmenlere de bir misyon düşüyor olabilir mi?

Bence filmin en iyi taraflarından biri belli bir şekilde başlayıp tamamen farklı bir hikâyeye dönüşmesi. Biz bunun mültecilerle ilgili bir filme dönüşeceğini bilemezdik. O yüzden aslında bir geçmişi görüyorsunuz. Durumun değişimini de içinde bu insanların bulunduğu bir büyük resim haliyle görebiliyorsunuz ve bunu haberlerde görmek o kadar da kolay değil. Zira genellikle 30 saniyelik kesitler ya da şanslıysanız 3 dakikalık çarpıcı, neredeyse pornografik görüntüler çıkıyor karşınıza – çocuklar ve aileleri, botlarla gelip kıyılarımızı işgal eden bu insanların karartılmış fotoğrafları, bazen ölü bir şekilde kıyıya vuranlar, bazen canlı bir şekilde botun üzerinde gelenler... Ama her halükârda karakterleri çizilmiyor. Beş yıla yayılarak çekilmiş böyle bir filmin iyi tarafı bu insanların oturma odalarında yaşamanızı sağlaması, böylece onların acılarını, sevinçlerini duyabiliyor, onlarla gülüp onlarla ağlayabiliyorsunuz, tıpkı kendi ailelerinizle yaptığınız gibi. Bu yüzden umut ederim ki seyirci bu filmi izlediğinde artık haberlere bakışı değişir. O mukavvadan gibi duran figürlerin, botlara doluşmuş gelen ve karakterleri yokmuş, hayatlarımızla hiçbir ilişiği yokmuş gibi duran çocuklara karakterlerini hayal etmemizi sağlar. Haberlere bir karakter kazandırır ve empati kurmamıza yardımcı olur.


#Sean McAllister
#Suriyeli Aşk Hikayesi
#mülteci
8 yıl önce