Aslında hayal bile kuramıyordum. 12 yaşlarındaydım fakat o zamanki yaş algısıyla şimdiki çok farklıydı. Hayal kurma imkânımız yoktu. Bunun ne demek olduğunu da bilmiyorduk açıkçası. Çok fazla şeyle ilgilenmiyordum. Sadece mahallede çok iyi misket oynadığımı hatırlıyorum.
Hayır, sadece ben doğru kararlar verirdim ve insanları iyi tanırdım. Dinlemeyi bilirdim. Çocukluktan beri lakabım "Baba Zeynel" di. Ben hep o mahalledeki çocuklar arasında sözü geçen çocuktum.
Teslimiyet ve kabullenmeyle ilgili. Çocukken kabullenmiştim bütün bunları. Siz karşıdan bakınca benim trajik bir hayatım olduğunu düşünüyorsunuz. Ben trajik olduğunu 2005 yılında fark ettim. Hayatımı anlattıkça çok farklı tepkiler alıyordum. İşte o zaman yaşadıklarımın çok da normal olmadığını anladım. Yine de bana hala çok da enteresan gelmiyor. Dikkat ederseniz, insanların birçoğu bir dönem varlık yaşarken sonra bir dönem yokluk yaşıyorlar. Bu sadece maddi anlamda değil, manevi anlamda da oluyor.
Tabii… Bugün bunu birebir yaşıyorum. "Ben Allah'ın sevgili kuluymuşum" diyorum. Kaldırabileceğim dönemde zorluklar yaşadım. Çoğunun nasıl geçtiğini anlamadım bile… Fakat insanın farkında olduğu zaman varlıktan yokluğa düşmesi daha kötü.
Tamamı kader. Kader hayatımızın başını ve sonunu oluşturuyor fakat arada kalan alanlar tercihinizden ibaret. Hasta olan mı bilir doktorun kıymetini yoksa hasta olmayan mı? Hasta olunca çok daha iyi tutunuyorsun hayata ve kıymet biliyorsun. O yüzden düşenler daha iyi yükselebiliyor. Çünkü neyin nereden geldiğini biliyorsun ve iradenin sahibinin de farkında oluyorsun.
Hiç kimsemin olmadığı zamanlarda tutunduğum dal şimdikiyle aynı değildi. Evet, ben o dönemde isyan ediyordum. Hep soruyordum, "neden ben?" diyordum.
Bazı acıları derin derin yaşadım hayatımda. Çünkü yaşamam gerekiyordu.
Benim yaşadığım acılar değildi hiçbiri. Başkalarının başına gelen dertlerdi. Mesela hala hatırlarım, Kadıköy'de bir ayağı sakat bastonlu bir adamın ışıklardan karşıya geçmeye çalışmasını. Arabalardan kaçarken o koşuşu gözümün önünden gitmiyor. Trafikteki sürücüler sanki peşlerinden koşturan varmış gibi gaza basmışlardı. Onu hatırladıkça elim ayağım olduğu için şükür ediyorum. Derin yaşadığım acılar gördüklerim ve okuduklarım oldu.
Benimki hayatta kalma isteğiydi. Hayatımızda ikinci bir alternatif yoktu. Ya çok çalışıp var olacaktım ya da çok sıradan ve sefil bir hayat yaşamak. Ben ilkini tercih ettim.
Allah'a hergün şükrediyorum, bize verdikleri için. Mütevazi bir hayat yaşıyorum ve verilenlere layık olmaya çalışıyorum.
Hayır. Her insan ışıltıyı sever. Fakat bunu kullanmak size bağlı... Bizim yaşadığımız hayatla içinde bulunduğumuz camia, bunların hepsi bizleriz aslında. Kendini onlardan ayrı göremezsin. Görürsen o zaman bu işi yapamazsın. Ben sadece isteğimde yaşadığım vadiden aşağıya iniyorum.
Her şeyde biraz yapaylık var zaten. En iyi toplumları düşünün, en iyi aileleri düşünün onların içinde yapaylık yok mu?
Dışarıdan görüldüğü gibi değil, hatta hiç alakası yok. Dışarıdan; çok zevkli ve heyecanlı bir iş gibi gözüküyor. "Çevresinde bir sürü güzel kız var ve çok para kazanıyor" diye düşünüyorlar. İşin gerçeği bu değil. Bir defa ciddi bir stres var işin içinde. Hakikaten çok güzel kızlar da çekiyoruz fakat o güzel kızlarla sinir harbi içinde çekim yapmak durumunda kalıyoruz. Bazıları yönlendirilmeye müsaade etmiyor. Sana daha önce yaptığı işleri çıkarıp gösteriyor. Yurt dışında Armani ile çalışmışsa "Sen kimsin?" diyor. Sende Versage çıkarıp gösteriyorsun. Böyle dönemlerim oldu.
Tabi… Kolay kolay ikna edemezsin fakat o güveni hissettirmek zorundasın. En kolayı porfolyonuzu göstermektir. Fakat sadece onunla bitmiyor. Süper çalışmaların vardır, fakat davranışın bozuktur tercih edilmezsin. İletişim çok önemli, iyi psikolog olman gerekiyor. Yoksa yapamazsın.
Ben kimseye "Bana dünyanın en güzel kadını gibi bak" demiyorum. Şimdiye kadar hiçbir kadına "Çok güzelsin" demedim. Yaptığım işi ruhen kabul edebiliyorsam o iş çok kolay oluyor. Bu iş ruhta bitiyor. Ne kadar iyi fotoğraf makinen, ışığın, stüdyon da olsa iyi frekans kuramadığında yaptığın iş suni oluyor. Karşı taraf sizi ilk defa tanıyorsa önce bir şeklinize, konuşmanıza, başkalarıyla olan diyalogunuza, elinize, fotoğraf makinesini nasıl tuttuğunuza bakıyor. Hazırlık aşamasında çok izliyorlar, eğer orada notu vermişse çekimde ona göre geçiyor. Problem varsa bile onu çekim yaparken karşındakine hissettirmemen gerekiyor. İşte o zaman çekim çok kolay geçiyor fakat hissettirirsen zor geçiyor. Kendine güvenmen çok önemli.
Gördüğüm kişiyi yansıtırım. Emel Müftüoğlu'nun Çağrı adında bir kızı var. İkinci albümünü çıkartıyor. Ben onun iki defa fotoğrafını çektim, ama çektiğim fotoğrafları yayınlamıyorlar.
Emel; "sen çok güzel bir kadın çekiyorsun fakat ben bunu istemiyorum. Ben kızımı genç kız gibi görünmesini istiyorum". diyor. Ben ona bakınca çok güzel bir kadın gördüğüm için çekiyorum. Bazı insanlar inanamıyor benim nasıl o şekilde gördüğüme. Onların içinde gerçekten o var fakat farkında değiller.
Tabiî ki. Yarım saat veya bir saat oturup konuşuyorum. Hemen çekime başlamam. Konuştuktan sonra yanlarına gelmem. Burada önemli olan çabuk anlamak ve anladığını karşı tarafa hissettirmek. Küçük espriler ve samimi ortam insanı rahatlatır.
Bu güne kadar kimseyi reddetmedim.
Hiç öyle dertlerim yok.
Elbette. Biz burada neler yaşıyoruz! Orada Mevlana'nın sözü devreye giriyor. "Sana biri laf ederse, önce lafa bir bakacaksın laf mı diye, sonra adama bakacaksın adam mı diye"
Evet, ciddi bir kibir var. Ama maalesef böyle bir gerçek var. Bu tarz olaylar başımıza çok geliyor. Bazı müşteri geliyor ve "Asla beğenmedim" diyor. Peki, beğenme alalım fotoğrafları verelim paranızı diyoruz onu da kabul etmiyorlar. Böyle durumlarda ben şunu söylüyorum; "bir veya iki yıl sonra fotoğraflara bakıp arayacaksın."
Evet, hep haklı çıktım. Beş yıl sonra bile arayanlar var.
Yaşadığım hiçbir şey birden olmadı. Mesela birden fakir olmadık. İstanbul'a geldikten hemen sonra ölümler olmadı, kimsesiz kalmadım. Hep yavaş yavaş oldu. Hayatı öğrenmemle zihnimin açılması da hemen olmadı. Kitap okumaya yirmi yaşımda başladım. Her şey o kadar yavaş oldu ki! Ben hiç anlamadım.
Bir gün birileri bana "seni bayağı tanıyorlar, herkes seni konuşuyor" dedi. Ben de beni niye konuşuyorlar ki diye şaşırdım. "Niye ki ben de herkesin yaptığı işi yapıyorum" dedim. Ben bazı şeylerin farkına yeni yeni varıyorum.
Evet, Türkiye ve Dünya çapında tanınmayı istedim. Bu isteklerim oldu ama sonra ne olduğunu da anlayamadım. Şimdi çok daha dikkatliyim. Rüzgâr esse ne olacağını tahmin ediyorum. Önceden bu geçişleri avare bir şekilde yaşadım. Ama şu an her şeyi hissediyorum.
Saat yediden sonra çalışmam. Sabah on bir, akşam yedi. Geceye iş bıraktığım çok nadirdir. Hafta sonlarına iş almam.
Bir baktım 48 yaşındayım. Hayat geçiyor. Eşimin bunda çok büyük bir katkısı var. Ben çok işkolik bir adamdım. O "Çocuklarının büyüdüğünü görmen lazım" diye beni dürttü. Hakikaten işin doğrusu da bu… Çocuklar büyüyor, konuşuyor, ilkokul maceraları oluyor. Bu arada biz de eskiyoruz. Saçlarımda daha fazla beyaz var. Bir yanda hayatın, sevdiklerin, diğer yanda da iş hayatın var. En iyisi bunun orta yolunu bulmaktı. Ben de akşam çalışmamayı tercih ettim. Çocuklarımın birini ben yıkıyorum, yatırıyorum. Ben hep dualarımda yaşayamadıklarımın çocuklarımın yaşamasını istedim. Bu hayatın kuralıdır aslında. Eğer baba sevgisinden eksik kaldıysanız, evladı baba sevgisine boğarsınız. O çocuk babadan başka bir şey demez artık.
Her sahip olduğum şey için şükrediyorum. Gönlümden ne geçiyorsa oldu.
Sadece sağlıklı yaşamak, iyi insan olmak istiyorum.
Bir yarım tok çok şükür, diğer yanımda hala aradığım çok şey var. Doyum noktasına ulaşmış değilim. İnsanın fıtratı doyumsuz zaten. Emrine dünyayı veriyorsunuz ama yine de doymuyorsunuz.
Bunları aşabilmek için çok iyi okuyup, gözlem yapmanız, hayatı ve gördüğünüz her şeyi iyi sindirmeniz lazım. Bu herkese nasip olan bir şey değil. Allah bana böyle bir özellik verdi. Başta söylediğim gibi yaşadığım çoğu acı benim değildi. Öyle olmadığı halde üzülüyorsanız, başınıza daha kötüsü gelmiyor. Her şeyin sahibini biliyorum.
Çok isyan ettim. "Madem sen yarattın, niye onda yok da bende var? Beni kurtar, ben sana çok iyi bir insan olacağımı vaat etmiyorum" dedim. Çok açık sözlü davrandım. Bize anlatılan hikâyeler hep, denizde fırtınaya tutulmuş biri vardır. Dua eder ve karaya çıktığında Rabbini unutur. "Ben fırtınadayken karaya çıkınca seni unutabilirim" dedim. Samimi davranınca beni kurtardı. Yanlış yollara da saptım ama sonra iyileştim. Gerçek yokluk o fırtınada gibi görünüyor ama öyle değil.
Benim fotoğraflarımda kurgu yoktur. Ön hazırlık hiç yapmam, o an ortaya çıkar. Dergilere bakmam, internette fotoğraf araştırmam, fotoğraf sitelerinin isimlerini, dünyadaki fotoğrafçıların isimlerini bilmem.
Evet.
Yoo...
Çok okurum ve çok insan tanırım. Yüreğiniz ne kadar açıksa algınız da o kadar açık oluyor. Okuduğunuzda, dışarıya kendinizi kapatmadığınızda her şey yoluna giriyor. Çok ciddi bir proje çekerken bile "ne yapacağız?" diye sorduklarında "valla bilmiyorum" diyorum. "Böyle bir şey olabilir mi?" diye soruyorlar. "Evet, olur birazdan göreceksiniz" diyorum. Bunu söylerken bile o kadar kendinden emin oluyorsun ki... İlhamın geleceği belli.
Öyle gibi görünüyor ama değil. Matematik gibi, rakamların da sonu yok. Ben hep bir gün şarkı sözlerinin de sonu gelecek derdim. Ama öyle değil. Fotoğrafçılığın bittiğini düşündüğüm çok dönem oldu, bitmedi.
Yaşamış insanları çekmek daha keyifli oluyor. Çünkü size saygı duyuyorlar. Bu insanlar eğer zihni dolu yaşamışsa, onlarda bir tortu bırakmışsa çekmek çok zevkli. Bakışları bile farklı oluyor. Beklentileri de o yönde oluyor. Fakat hayat onlarda her hangi bir iz bırakmamışsa çekim çok zevksiz oluyor. Çünkü sadece bedenleriyle ilgileniyorlar.
"Alnımdaki çizgileri sil diyor". Ben de bunu sevmiyorum. 60 yaşında bir kadının alnında dirhem çizgi yok. Tabiata aykırı. Ama bazıları da çizgilerine hiç dokundurtmuyor.
Temkinli yaklaşıyorum çünkü çabuk kırılıyorlar.
Tabi. Üzerinde hiç oynama yapmadığım fotoğraflar oluyor ve kimse anlamıyor. Hülya Avşar'ın bir portre fotoğrafını çektim herkes photoshop var zannediyor ama yok. Yüzdeki her detay görünüyor, çilleri, kırışıklıkları... Bu tarz fotoğraflar isteyenler var ama çok az.
Bana "bir sürü güzel kadın çekiyorsun hiç etkilenmiyor musun" diye soruyorlar. Güzellik olarak hiç biri etkilemiyor. Bir yerden sonra insanların sadece zihnine bakmaya başlıyorsun.