|

Hortlatılan mezhepçiliğin temel dinamikleri

Farklı milletlerin çeşitli zamanlarda kabul ettiği, bu sürecin bazen asırlar sürdüğü, dünyanın dört bir yanına yayılmış, güçlü bir medeniyete sahip İslâm gibi bir dinde farklı alt kimliklerin oluşması kaçınılmazdır.

Yeni Şafak ve
04:00 - 9/01/2016 Cumartesi
Güncelleme: 23:23 - 8/01/2016 Cuma
Yeni Şafak
Prof. Dr. Adnan Demircan İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


Aynı dine mensup olsalar da insanlar, fıtratları gereği her konuda aynı düşünmezler. Nitekim herhangi bir konuda duyduğumuz bir sözün, zihin dünyamızda bıraktığı etkiler farklıdır. Zamanla birbirleriyle duygudaşlık ve fikirdaşlık oluşturan insanların birlikte hareket etmesi, kaçınılmaz olarak karşılaştığımız bir durumdur. Bu birliktelik grup, dernek, vakıf, parti, tarikat, fırka veya mezhep şeklinde tezahür edebilir. Din yaşlandıkça kurumları da gelişir, farklılaşır ve değişir. Burada zikretmeye çalıştığımız çerçeve, gruplaşmanın doğal sürecidir. Ancak grupların ya da konumuz olan mezheplerin doğuşu ve şekillenmesi hep böyle olmamıştır.



MEZHEBİ DOĞRU OKUMAK


Öte yandan “gidilen yol” anlamına gelen mezhep kelimesiyle ifade edilen olgu, İslâm Tarihi'nin ilk asırlarında daha çok dinin muamelat alanında gelişmiş ve genellikle çatışma konusu olmamıştır. Muamelat alanında karşılaşılan ihtilaflar, mezhepler arasında ya da mezhep mensupları arasında bazı âlimlerin farklı görüşlere sahip olmaları şeklinde tezahür etmiştir. İtikadî alandaki görüş farklılığı ise daha çok “fırka” kelimesiyle ifade edilmiştir. Günümüzde “mezheb” kelimesi, ayrım yapılmadan itikadî, amelî ya da siyasî gruplaşmaların bir kısmı için kullanılabilmektedir.



Aslında herhangi bir mezhebe bağlı olan insanların çoğunluğu, mezheplerin doğuşu, gelişimi ya da görüşleri hakkında bilgi sahibi değildir. Büyük çoğunluk mezheplerini bizatihi dinin kendisi sanır. Oysa mezhepler, ilahî mesajın yorumu ya da insana bıraktığı alanda yapılan içtihatlar çerçevesinde şekillenmiştir. Yoksa ilke olarak Allah'ın söz söylediği yerde insanın ona aykırı bir içtihat yapması söz konusu değildir. O halde beşerî bir faaliyet olan mezheplerin ilahî olarak görülmesi sorunlu bir yaklaşımdır. İşte mezheplerin çatışma unsuru olarak kullanılması için en mümbit alan da budur. İnsanlar, kendi mezheplerini mutlak hakikat olarak görünce, onun dışında kalanları batıl üzere değerlendirebilmektedirler.



HARİCİLİK VE ŞİİLİK


İslâm tarihinin erken dönemlerinde birer siyasî hareket olarak ortaya çıkan Haricîlik ve Şiîlik gibi gruplaşmaların zaman içinde mezhepleştiği bilinmektedir. Mezhepleşme sürecinde yöneticilerin tutumu, mezheplerin gelişim sürecinde etkili olduğu gibi, zaman zaman bazı yöneticilerin bilinçli olarak farklı mezhep mensuplarını birbirleriyle çatışmaya sürükleyen bir siyaset izlediklerini de söylemek gerekir.



Günümüzde hortlatılan Sünnî-Şiî çatışmasının temelleri İslâm tarihinin çok erken dönemlerine götürülebilmektedir. Gerçekten ilk dönemlerden itibaren Müslümanlar arasında bazı siyasî görüş ayrılıkları vardı. Bu görüş ayrılıkları çerçevesinde ortaya çıkan gelişmeler ve hatta çatışmalar, toplumu ayrıştırdı ve safları katılaştırdı.



Şiîliği besleyen önemli etkenlerden biri Hz. Ali'nin imameti meselesidir. Şiî gruplar, Hz. Ali'nin imamet hakkının gasp edildiğini savunurlar. Bu sebeple onların ilk iki halife Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer hakkındaki yaklaşımları olumsuzdur. Aradan geçen yüzlerce yıla rağmen Hz. Ali'nin mağdur edildiği düşüncesi canlı bir şekilde yaşatılmaktadır. Günümüzde ne Hz. Ali vardır, ne de ona haksızlık yaptığı iddia edilen arkadaşları ve akrabaları… Ama bu gelişmeyle ilgili çoğu tarihte üretilen hikâyeler, insanların zihninde önemli bir yer işgal eder.



Şiîliğin kendisini konumlandırmasında dayandığı diğer bir önemli gelişme de Kerbela olayıdır. Kerbela motifi İran'da gerçekleştirilen devrimde kitleleri harekete geçiren bir dinamik olarak kullanılmış ve hala işlevini devam ettirmektedir.



Şiîler genellikle yukarıdaki gelişmelerin sorumluları olarak Sünnîleri suçlarlar. Ancak bu gelişmeler meydana geldiğinde henüz mezhep olarak ne Şiîlik vardı, ne de Sünnîlik…



İÇ VE DIŞ DİNAMİKLERİN ETKİSİ


Mezhebî farklılıklar, son dönemlerde coğrafyamızda bilinçli bir şekilde kaşınarak çatışmaya dönüştürülmektedir. Bunun iç ve dış dinamiklerinden söz etmek gerekir.



İç dinamikler bağlamında zikredilmesi gereken ilk etkenlerden biri, insanların sorunlu bir din anlayışına sahip olmalarıdır. İslâm dünyasında yaygın olan cehalet, sahip olunan din anlayışının çatışma nedenine dönüşmesine sebep olabilmektedir.



Öte yandan tarih boyunca mezheplerin gelişmesinde ve insanların sorgulamadan bağlı oldukları mezheplerin görüşlerini mutlak hakikat gibi telakki etmelerinde yöneticilerin yabana atılmayacak bir etkisi bulunmaktadır. Yöneticiler bazen doğrudan, çoğu zaman da etkileyebilecekleri âlimler üzerinden belirli bir mezhebe bağlı kişileri yönlendirmeyi başarabilmişlerdir. Kimi zaman da mezhepler, yöneticilere karşı silah olarak kullanılmıştır.



MEZHEP-DEVLET İLİŞKİSİ


Tarihte Müslümanlar arasında mezheplerden kaynaklanan kavgalar ve hatta savaşlar meydana gelmişse de Batı'daki mezhep çatışmaları düzeyinde büyük olaylar yoktur. Ancak birçok devletin varlığını kabul ettirmesinde mezhepler önemli işlevler görmüştür. Günümüzde de mezhebî iddialar, devletlerin hedefleri için bir araç olarak kullanılmaktadır.



Güncel mezhebi gerginlikler ve çatışmalar, bazı devletlerin mezhepleri bir araç ve hatta silah olarak kullanmasından kaynaklanmaktadır. Öte yandan din adamlarının inisiyatif üstlenmek yerine ya sessiz kalmaları, ya da yaşadıkları devletin siyasî tutumunu temellendirmesine yarayacak bir tavır takınmaları da sorunu büyüten bir etkendir.



Halkın büyük çoğunluğunun mezhepleri hakkında sağlıklı bir bilgiye sahip olmadıkları, bir anlamda yöneticilerin ve onların güdümündeki din adamlarının onlar adına karar verdikleri görülmektedir. Din adamlarının belirgin bir şekilde mezhep taassubunu canlı tutan bir tutum içinde olmaları, bireysel tercihlerin ötesinde anlamlar taşımaktadır.



BATILI ÜLKELERİN ARAÇSALLAŞTIRMASI


Bununla birlikte günümüzde yaşadığımız sürecin mimarlarından birisinin, -bazı yöneticiler kadar, hatta onlardan daha çok- Batılı ülkeler olduğunu söylemek, iz kaybettirmek anlamına gelmez. Zira Batılı ülkelerin diplomatik yöntemlerle ve askerî güçleriyle bölgemizde olup bitenlere fiilen müdahale ettikleri açıktır. Dolayısıyla gelişmelerin dış kaynaklar tarafından desteklenen ve kullanılan stratejik bir imkân olarak değerlendirildiği açıktır.



Müslümanların tablonun bütününü görerek içinde bulundukları durumdan çıkmak için irade ortaya koymalarını beklemek büyük bir iyimserlik olur. Ama Allah'tan ümit kesilemeyeceğini biliyoruz. Belki de insanlar, bir gün yüzlerce yıl önce meydana gelmiş olaylara taraf olmanın ayrılığı derinleştiren, faydası olmayan bir tutum olduğunu, bütün insanların aynı düşünceye sahip olmasının mümkün olmadığını ve her insanın Allah'a hesabını bireysel olarak vereceğini anlarlar.





#Adnan Demircan
#mezhebi gerginlikler
#Batılı ülkeler
8 yıl önce