Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, uzun zamandır kendi çalışma sahasında sessiz sedasız birbirinden hacimli kitaplar ören bir İslam tarihçisi. Sırma''yla ömrünün hülasası da sayılabilecek Beyan Yayınları arasından okurla yeni buluşan 5 ciltlik Müslümanların Tarihi''ni ve eserinden hareketle tarih yazımı ve algısı üzerine konuştuk.
Allah''ın bu fakire verdiği en büyük lütuf, küçüklüğümden beri İslâm''ı ve ilmi, ilim adamlarını sevmekti. Rahmetli Hamidullah Hocam''ı ilk defa 1963 yılında, Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi konferans salonunda gördüm ve o ilmî şahsiyete öyle bir hayranlık duydum ki, içimden, ''Demek ki kitaplarda okuduğum ilim adamları böyleymiş'' diye kendi kendime fısıldadım. O ne tevazu o ne vakardı? On yedi dil bilen, yazdığı eserler, makaleler dâhil bini geçen bu ilmen koca ve fakat cismen zayıf şahsiyet, tarihe mal olmuş büyük âlimlerimizi hatırlattı bana… Demek ki henüz nesli kesilmemiş bu değerli zevatın… Ondan sonra onun her kitabını okuduğumda, gözlerimin önündeydi âdeta… Daha sonra Rabbim öyle bir lütufta bulundu ki, doktoramı Paris''te yaptım ve her hafta, bu büyük âlimle iki defa bir araya geldik: Haftanın birinci görüşmesi Cuma günü Paris Camiinde, haftanın ikinci görüşmesi de Pazar günü Paris''te kurduğumuz Müslüman Talebe Cemiyeti''nde (Association des Etudiants Musulmans en France) verdiği konferanslarda oldu. Ondan sadece ilim değil, yaşam tarzı da öğrendim. Yüce Rabbim, inşallah faydalı olacağına inandığım bu kitabı, Müslümanların Tarihi''ni yazmayı nasip etti. Onun için şükürdarım.
Zaten kitap okunduğunda görülecektir ki ''Müslümanların Tarihi'' ile ''Genel İnsanlık Tarihi'' iç içe ve ayrılmaz parçalardır. Bundan şunu kast ediyorum. İslâm dininin tarihi de, insanlık tarihi de Âdem''le başladığına göre, bu her iki kavram aslında iç içedir.
Bunu şunun için tercih ettim. Bugün, hatta geçmişte, çeşitli dillerde yazılmış olup, bize ''İslâm Tarihi'' olarak sunulan eserler, hattızatında İslâm Dininin tarihi değil, bizim gibi tiplerin, Halifelerin, sultanların, âlimlerin, Müslüman kavimlerin tarihidir. Onun için ''İslâm Tarihi'' tabiri yanlış, ''Müslümanların Tarihi'' tabiri doğrudur deriz. Bunu böyle kabul etmeyenlere de, bu bizim görüşümüzdür; hiç kimsenin bunu kabul etme zarureti de yoktur!
Modern tarih derken, Hz. Âdem öncesi tarihi kastediyorsanız, o tarih, tamamen varsayımlara dayalı, göreceli bir tarihtir. Bazı kitaplarımız, bizim bildiğimiz, yani Kur''an''da ve Kitâb-ı Mukaddes''te anlatılan Âdem (as)dan önce de bazı başka Âdemlerin de gelmiş olabileceğini yazmaktadırlar. Bu olabilir de, olmayabilir de. Fakat biz sadece bu son Âdem''i bildiğimizden, tarihi onunla başlatıyoruz.
Gerek Osmanlı''da, gerekse Osmanlı dışındaki diğer Müslüman devletlerin medreselerinde, hatta günümüz medreselerinde maalesef tarih ilmine pek değer verilmezdi/verilmiyor. Sadece Siyer okutulur, belki de fazla ağır olmasın diye, tarih alınmayıp, Şer''î ilimlere değer verilirdi. Nitekim o dönemlerde yazılmış olan tarih eserleri, medrese dışında yazılmıştır. Medrese hocası bile kendini tarihe vererek, bir eser yazınca, bunu medresede okutmaz ilim mahfillerine arz ederdi. Tabi ki medreseden mücâz olanlar da, müderris olduktan sonra, zaman zaman kendilerine gelen sorulardan dolayı, tarih ilmine ihtiyaç duyduklarından, mecburen tarih kitaplarına başvururlardı.
Tarih mutlaka yorumla okunmalıdır. Ancak bu yorumları yapabilmek için, hem tarih kaynaklarını çok iyi bilmek, ideolojik kaygıları bir tarafa bırakmak ve en önemlisi, olaylara, olabildiğince tarafsız bakabilmektir. Bunu yaparken de, ''hele şu kitaba bakayım da neler yazıyor, benim ideolojime tersse bir şeye yaramaz!'' şeklinde tarih kitabı okunmaz. Zira tarihin bir felsefesi, bir okuma yöntemi ve bir algılama usulü vardır.
Doğrudur. Tartışmalar olabilir. Zaten bu kitabın yazılış gayesi de budur: Batı''nın, ya da bizdeki ''Batılı olamamış Batıcılar''ın dayattıkları yanlış tarih anlayışından sıyrılmak, tarihi gerçek verilerle ele almaktır. Başka bir deyişle, tarihi bir ''övgü hamulesi'' olmaktan çıkarmak, onu ''ibret alınacak bir kaynak'' hâline getirmektir.
Paris''teki Müslüman Talebe Cemiyetinde her Pazar saat 14.30 seminer olur ve genellikle seminerleri Hocamız yapar biz de dinleyici olurduk. Her Pazar, biz idarecilerden birisi görevli olurdu. Görevli olan arkadaş Pazar sabahı Rue Boyyer Barret''de olan lokalimize gider, lokali süpürür, kışsa sobayı yakar (öğrenci paralarımızla aldığımızdan, kaloriferli yere gücümüz yetmemişti), Hoca gelince de 14.30''da konferansını verirdi. Bir kış günüydü ve o Pazar nöbet bendeydi. Güzel ve lapa lapa bir kar yağıyordu. Saat 14.te lokale vardım; lokali süpürdüm ve sobayı yaktım. Saat 14.15''te Hoca geldi. Henüz hiç kimse yoktu. Hocayla birlikte öğrenci arkadaşları beklemeye başladık. Saat 14.30 oldu; hiç kimse yok. Kendi kendime, ''madem saat doldu hâlâ hiç kimse gelmedi, o halde sobayı söndüreyim, gidelim'' dedim ve sobayı söndürmek için eğildim. Dünyada tanıdığım en nazik ve kibar olan Hamidullah Hocam, sert bir tonla, ''ne yapıyorsun?'' diye bana seslendi. ''Hocam, hiç kimse gelmedi; sobayı söndüreyim ve gidelim'' dedim. O kibarlıkta zamanımızda yekta olan hocam, eğilerek kulağımı çekti ve karşısına oturtarak seminerine başladı. Tam kırk beş dakika, beş yüz kişi dinliyormuş gibi konusunu anlattı sonra da bana şöyle dedi: Bugün burayı kimse gelmedi diye kapatırsak, bir daha burası açılmaz!'' İşte o gündür, bu gündür bendeniz de konferanslarıma ve derslerime hem vaktinde giderim hem de iki kişi dahi olsa konuşmamı yaparım. Bu Hocam''dan kalan çok güzel bir prensip. Hatta hiç unutmam: Viyana''daki derslerim sırasında, yine soğuk havadan dolayı olacak bir tek öğrencim gelmişti ve onunla ders yapmıştım… O ve onun gibiler ne güzel insanlardı…
Okuyucu herhangi bir konu arıyorsa, onu bütün kitabı okumaya mahkûm etmemeliyiz. Tabii ki, konu başlıklarını seçerken seçici olduk. Değilse her olay için bir konu başlığı verilse, kitabın muhtevası değişir.
Aslında kısaca da olsa, İstiklâl Savaşına değindik. Fakat kitabın çerçevesi çok büyüdüğünden, fazla ayrıntıya giremedik. Bir de, son zamanlarda, bu konuda çalışan arkadaşlarımız vardır. Ve bize liselerde yalan-yanlış öğretilmiş olan hadiseler, düzeltilerek anlatılmaktadır. Tarihteki her konuya da çok ince teferruata girerseniz, tarih içinden çıkılmaz bir hâl alır.