“Tüm çağlardaki şiirin tarihi ay için yeni imgeler bulma girişimidir” der Tom Robbins. Gökçenur Ç.'nin yeni kitabı Söze Mezar'da da alıntılandığı gibi. Elbette aya, geceyi, yağmuru, denizi, kuşları eklemek mümkün. Şair de bu konularda oldukça başarılı bir yol izliyor; yağmurun ellerine alışık okuyucuya onun ayaklarından bahsediyor, gölgesiz tarla kuşlarına üç ayda bir fanzin çıkarttırıyor, rüzgarın tanrının dağa verdiği ama tutamadığı bir söz gibi estiğini söylüyor.
Son yıllarda aforizmik alıntılar pek çok kitabın içeriğinde önemli yer tutmakta. Şairler, yazarlar hem yazma hem de okuma serüvenlerini daha çok ve daha ayrıntılı paylaşır oldular takipçileriyle. Gökçenur Ç. de, Söze Mezar'a bakılırsa Ahmet Hamdi Tanpınar seviyor, Mustafa Köz okuyor, zaman zaman da Mario Levi ya da Melih Cevdet Anday.
Kitabın adından da anlaşılacağı gibi söze pek kıymet vermiyor şair ya da mesafeli duruyor, uzaktan bakıyor. Neden var olduklarını, ne işe yaradıklarını sorguluyor ve elbette içerdikleri anlamı. Sonra çevresine bakıyor uzun uzun. Göğe, toprağa, akıp giden nehre... Ağacın, taşın, otların konuşmazlığının ayak izlerini takip ediyor. Aslında ontolojik bir sorgulama bu. “Doğada hiçbir varlık ihtiyaç duymazken konuşmaya insan neden hiç durmadan sözcükler üretiyor” diyen şair, en çok bu mesele üzerinde duruyor.
Peki dur durak bilmeden sarf edilen sözcükler karşılıyor mu anlamı? Yoksa gerçek, kavram tanrılarına kurban mı ediliyor? İnsan varoluşunu tam manasıyla gerçekleştirebilir mi, vakıf mı neden olması gerektiğine? Veya bilse tüm bu soruların cevabını olmuş olur mu o zaman? Bilmek olabilmek midir? Bu sorulara cevap aradığı “Sessizliğin Ayak İzleri” adlı şiirini ise şu dizelerle sonlandırıyor;
Doğada hiçbir şey konuşmaz
Doğa ölmekten korkmaz
İnsan konuşur
Böylece kendi oluşunu anlamlandırır
İnsan ölmekten korkar
Kendini söze dönüştürür