- Kur’an Müslümanların hayatını düzenleyen temel değerleri veren bir kitap. Daha ilk inen ayetlerle yaratılandan, Yaratıcıya yükselmeyi ve kâinatı bir bütün olarak görmeyi ve bir kitap okumayı öğretir. Kur’an’dan önce Araplar için kâinatın ve tabiatın bir anlamı yoktu. Tabiat ruhsuz, cansız ve anlamsızdı. Bundan dolayı da insanların tabiata karşı herhangi bir ahlaki sorumluğu söz konusu değildi. Kur’an daha ilk günden başlayarak canlı ve anlam dolu bir alem anlayışını sunarak daha önceki anlayışı kökten değiştirdi.
NASIL SEYİRCİ KALABİLİRİZ
- Ancak soru şu: Çevre madem bu kadar Allah’ın ilmini, kudretini, iradesini, cemalini, celalini gösteren adeta bir sergi yeriyse günümüzde bunun tahrip edilmesine bir Müslüman nasıl seyirci kalabilir? Kur’an bir sayfası yırtılırken seyirci kalmayıp tepki gösteren Müslüman toplumlar, hayatın kaynağı olan sular, nehirler, göller ve denizler sanayi atıkları ile zehirlenirken; ormanlar tahrip edilirken, her biri Allah’ın yaratmasının mucizeleri olan hayvan türlerinin nesli tükenirken seyirci kalıyorlar. Parasını ödediğimiz sürece kimse bize suyu neden boş yere harcandığımızı veya israf ettiğimizi sormasa da Allah soracak.
Hz. Peygamberin ilahi adaletle ilgili uyarısı açık ve net: "Ahiret günü o kadar şiddetli olacak ki, boynuzsuz koyun boynuzlu koyundan hakkını alacak." Bu hadis-i şerifi bilen Müslümanın çevresi ile ilgili ilişkisini ciddi olarak düşünmesi ve adeta titremesi lazım. Hayvanlara ve tabiata karşı sorumluluğumuzu bir an için de olsa aklından çıkarmaması lazım. Allah Rahman suresinde dört defa “mizan” kelimesini zikrederek kainattaki ve toplumdaki adalet ve dengeye dikkate çeker. Adalet kavramı Allah’ın adil ismine ve kâinattaki tecellisi üzerine temellendirilir. Dahası, kainattaki her şey Allah’ın takdiriyse onun cemalinin, celalinin, doksan dokuz isminin tecellisiyse bizim bu tecelliyi muhafaza etme görevimiz var. Müslüman çevrecinin temel amacı bu.
MODERNLEŞME ADINA DEĞERLERİMİZİ KAYBETTİK
- Bu sorunuzu "neden modern zamanlarda İslam dünyasında çevreye karşı bir ilgisizlik olduğunu görüyoruz" şeklinde anlıyorum. On dokuzuncu yüzyılda Müslümanların çevreyle ilişkisi çok sağlıklıydı. İstanbul, Bursa, Edirne, İsfahan, Şam, Kahire vb. İslam medeniyetinin müşahasslaştığı şehirlere baktığımızda insan-çevre ilişkisinin ne kadar canlı ve sağlık olduğunu görüyoruz. Bunun en iyi tanıkları ise bu şehirleri ziyaret eden Batılı Seyyahların yazdıklarıdır.
Müslüman ülkeler modernleşme adına kendi değerlerini kaybettiler; zamana ve tabiata yabancılaştılar. Su akıtan sebiller kurudu. Yeni yapılan binalarda kuşlara yer vermediler. Geleneksel mimarimizin ne kadar bütüncül ve hayvan dostu olduğunun tanıklarından birisi yine şair Ahmet Haşim'dir. "Güvercin" adlı yazısında konuyu ilginç bir gözlemini anlatır. Yeni olan her şeyin yüceltildiği bu dönemde "yeni Türk mimarisi" olarak takdim edilen yeni yapıların “Hakikaten çirkin taş yığınlarından” başka bir şey olmadığından, güvercinler bile bu yeni mimariyi bir türlü sevmiyorlar. Ona göre Osmanlı mimarisinin en büyü özelliği bütüncül olması ve hayatı bir bütün olarak kucaklamasıydı. Dahası yeni mimari dedikleri şey gerçekten iyi bir şey olsaydı güvercinler de bu mimariyi sevecekti.
- Ancak ulus devletler dönemiyle birlikte Müslümanlar, gelişmek ve daha çok zengin olmak için, ruh ve manevi zenginlilerini unuttular. Denizlere, göllere, nehirlere ve hayvanlara sadece birer meta olarak baktılar. Allah’ın belli bir denge, ölçü, ahenk ve anlamla yarattığı şeylere karşı köreldiler. Kalplerimiz ve ruhlarımız dünyevi amaçlarla kirlenince; kalkınma adına denizleri, gölleri, nehirlere ve tabiatı da kirlettik. Bundan dolayı çevrecilik tabiata ve hayata karşı sevgi ve sorumlulukla başlar diyorum. İnsan sevdiği şeyi korur. Biz sevgiyi ve sevmeyi yitirdik. Yunus Emre’nin “Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü” anlayışını unuttuk. Her şeye bize sağladığı kâr kadar değer verince de bugünlere geldik.
KUŞLARIN TÜKENMESİNİ DERT EDİNMEDİK
Kur’an Hz. Peygamberi “alemlere rahmet olarak” takdim eder ve hayatını da bizlere “en güzel örnek” olarak sunar. Onun hayatına baktığımızda bunu açık ve net olarak görüyoruz. Kur'an'ın kalbi olan Fatiha'da Allah kendisini "Âlemlerin Rabbi olarak" takdim eder. Sadece sizin, benim, ailemizin, aşiretimizin, ırkımızın değil; tüm âlemlerin Rabbi. Eskiler on sekiz bin âlem demişler. Âlem içinde âlemleri dahil etmişler. İşte tüm bu âlemleri yaratan ve yaratmaya devam eden bir Rabb, Hz. Peygamberi de bu âlemlere rahmet olarak göndermiş.
- Bu sebeple her birisi ilahi yaratmanın birer mucizesi olan kuşların neslinin tükenmesini Müslüman. Olarak dert edinmedik. Ancak on üçüncü yüzyıl Mısır Baş Kadısı İzz b. Abdisselam (ö.1262) çevre duyarlı bu anlayışın farkındaydı. Tüm Müslümanlara "Kahire'deki köpek ve kediler aç kaldığında" sorumlu olduklarını belirten bir fetva yayınladı. Yukarıda ifade ettiği gibi duyarlı Müslümanlar, kendilerine ev yaparken kuşlar için de ve kuş evleri yaptılar. Göçmen kuşlar için vakıflar inşa ettiler. Köpek, kedi ve diğer hayvanların su içmesi için özel kaplar icat ettiler.Bunun örneklerini Şam’da, İsfahan’da, Kahirde, Endülüs’te ve Osmanlı Coğrafyasının kadim şehirlerinde görebilirisiniz. Bu hayat tarzının temelinde “alemlere rahmet olarak gönderilen” Hz. Peygamber’in bulunduğunu görüyoruz. Kısacası, tüm canlılar ve eko sistemler Allah tarafından yaratıldığı için İslam çevrenin korunmasına çok önem veriyor. Hürmet edilmeleri, sevilmeleri, korunmaları ve geliştirilmeleri ise bizlere emanet edildi.
Tükettiklerimizle değil tasarruflarımızla övünelim
Öncelikle tüketimimize bir sınır koymamız lazım. Her şeyin sınırlı olduğu bir sistemde, sınırsız kalkınma ve tüketim mümkün değil. Allah’ın buyruğu açık ve net: “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.”
Yanlış anlaşılmak istemem: Biz çevreciler kalkınmaya karşı değiliz. Müslümanların ekonomik gelişmeleri, zenginleşmeleri, iyi bir hayat yaşamlarını biz de savunuyoruz. Ancak Müslümanın kalkınma anlayışı Batıdan farklı olmalıdır. Müslüman bireyin tüketim anlayışı da Müslüman olmayan birinde farklı olmalıdır. Allah’ın nimetlerine karşı hamd ve şükür temelli bir kalkınma ve tüketimden söz ediyorum. Yemek yerken, su içerken “Besmele” çeker; "Allah’ın adıyla" diyerek nimet boyutunu hatırlarız. Nimetlere hürmet ve sorumlulukla yaklaşırız.
İsrafı reddeden, serveti putlaştırmayan; yoksulu, garibanı unutmayan, bencilliğe ve hazza esir olmayı reddeden bir anlayıştan bahsediyorum.
- Bu anlayışla çevremizdeki her şeye, öncelikle de hayatın kaynağı olan suya sahip çıkmalıyız. Su olmazsa hayat olmaz. Petrol olmadan ya da suni içecekler olandan yaşayabiliriz. Bu pandeminin çok açık ve net olarak gösterdiği gibi su olmadan yaşayamayız. Su kaynaklarımız sınırlı olduğunu biliyoruz. Üstelik bölgemizde çok ciddi bir kuraklık yaşanıyor. Bundan dolayı suyu verimli kullanmak zorundayız. Abdest alırken suyu israf edemiyorsak, başka kaynakları da israf etmememiz lazım.
Bundan hareketle, Müslüman gençlerin Allah’ın yarattığı ve bizlere emanet ettiği çevreyi ve içindeki her şeyi büyük bir şevkle korumalarını; çevreyi tahrip eden aç gözlü yerli ve yabancı şirketlere barışçıl ve sivil bir ruh ile “dur” demelerini isterim.