|

Kalbimizden başka pusulamız yok

Dostluk Karavanı, TRT Türk ekranlarının farklı yapımlarından biri. Üstelik benzerlerini sık gördüğümüz o gezi programlarından biri değil. Dostluk Karavanı, şehrin turistik yerlerine değil arka sokaklarına, turist mağazalarına değil gerçek inşalarına çeviriyor kameralarını. Karavan’ın enerjik sunucusu Meliha Çelik ‘Dünya, sadece güzel meydanlar ve lüks restoranlardan ibaret değil’ diyor.

Yeni Şafak ve
22:08 - 3/01/2015 Saturday
Güncelleme: 20:15 - 3/01/2015 Saturday
Yeni Şafak

Meliha Çelik, Dostluk Karavanı’nın sunucusu, yapımcısı, metin yazarı kısacası her şeyi… Enerjisiyle ekibini de peşine katıp, bir karavanın dünyasında dünyayı dolaşıyor. Ama bildiğimiz gezi programlarından birini yapmıyor Çelik, onun karavanı şehirlerin, gezi programlarının çok da uğramadığı köşelerine, arka sokaklarına yolculuk yapıyor. Çelik ‘Dünya, başka bir yer’ diyor.


Gezi programı yapıyorsunuz ama gezi programlarında gezilmeyen yerleri geziyorsunuz. Yeni bir format bu…

Evet, bu format yok. Ben eskiden beri gezi programlarını ilgiyle izlerim. Hani tur programları olur ya, şirketle beraber Avrupa’da bir şehre gidersiniz, turistik yerleri size gösterirler, alışverişinizi yaparsınız. Ekibimdeki arkadaşlarım da öyle biz, hani arka mahalleler derler ya, turistik olanın daha dışına çıkarak şehrin arka sokaklarını daha çok merak ediyoruz. İşte dağ köyleri, oralarda yaşayan sıradan insanların hikâyeleri… Hiç plan program yapmadan bir dağ köyüne gidip, çat kapı yapıp misafirliğe gidiyoruz mesela. Şehir meydanlarını, müzeleri, şehrin en güzel binaları bir dağ köyünün yanında aslında o kadar da ilgi çekici değil. Bunu görebilmek gerekiyor, biz de bunu göstermeye çalışıyoruz. 


GÖSTERİLENİN DIŞINDA BİR DÜNYA VAR


Kameranın göstermediği yerler aslında… Şehir kadar kültüre, turizm kadar insana da odaklanıyorsunuz…

İnsan hikâyeleri çok önemli… Ve o insan hikâyelerine politik bir kurgunun dışında yaklaşabilmek… Mesela Halepçe bölümümüzde bunu göstermeye çalıştık. Halepçe denilince 16 Mart 1988’de yaşanan katliam geliyor sadece akla. Ama onun dışında orada yaşayan insanlar var, onlar ne yapıyorlar, nasıl yaşıyorlar, ne giyiniyorlar, yaşadıkları katliama nasıl bakıyorlar… Arka sokaklar, gidilmeyen mahaller… Buralara gidip çekim yapıyoruz.  


Haritanızı neye göre, nasıl belirliyorsunuz?

Kişisel olarak ilgilendiğim yerlerin önceliği ile birlikte bizimle güçlü bağları olan yerleri seçiyoruz daha çok. Mesela geçen hafta İspanya’daydık orada Barcelona, Madrid gibi turistik yerleri değil Endülüs bölgesini tercih ettik. Granada’da, Kurtuba’da dağ köylerini ziyaret ettik. Oralarda yeni yeni Müslüman olan insanlar var, onların hikâyeleri bize ilginç geldi. Onların evlerine gittik, sofralarına oturduk. Aslında haritamızı belirleyen şey, öyle çok da üzerine konuşulabilir bir şey değil. Hani herkesin vardır ‘şurayı göreyim’ diye bir isteği. Neden sorusunun cevabını bilmezsiniz…


ŞEHİRLERİN İNTERNETTE GÖREMEYECEĞİNİZ YÖNLERİ VAR


Nasıl hareket ediyorsunuz? Bütün adımları önceden planlayarak mı yoksa…

Hiç plansız ve programsız hareket ediyoruz aslında. Sezai Karakoç’un bir dizesi var, bizim sloganımızdır o, ‘Yol uzun, uzak kalbimizden başka pusula da yok gövdemizin cebinde’ diye. Bir yere gittiğimizde önceden planlamıyoruz. Yolda giderken bir yerde oturup çay içiyorsunuz, orada biri gelip selam veriyor, evine çağırıyor ya da ‘şurada bir düğün var haydi gelin’ denildiğinde o günkü planımızı iptal edip o düğünün peşine düşüyoruz. 


Erbil bölümünüzü izlediğimde mesela, Erbil’i sadece haber bültenlerinden tanıdığımızı fark ettim. Gerçekte Türkiye’nin bir başka ili gibi…

Evet, Erbil’le ilgili herkeste bir önyargı vardır mesela. Güvenli değildir, şudur, budur bir sürü önyargımız vardır. Ama oraya gittiğimizde bizden ayrı bir şey olmadıklarını görüyoruz. Biziz, bizim şehrimiz orası. O bölümden sonra şaşırdığını söyleyen pek çok kişiden dönüş aldım, gerçekten böyle miymiş diye… İskân Caddesi diye bir bir caddesi var Erbil’in, bir tarafta İbrahim Tatlıses çalıyor bir tarafta Ahmet Kaya. Etrafta çekirdek çitleyen insanlar var. Burası biziz ya dedik. İnternetten araştırdığınızda bulabileceğiniz şeyler değil doğrudan temas edildiğinde ortaya çıkanlar. Bunun için gerçek hayatlarına dâhil olmanız gerekiyor. 


Dışarıdan bakılınca ‘vay be’ denilen bir işiniz var. Sürekli gezmenin pek çok güzel yani var muhakkak peki zorluğu nedir?

Tabi çok güzel tarafları var, sürekli başka hikâyeler başka şehirler görüyorsunuz ama bunun yanı sıra zorluğu da var elbette. Yol çok yoruyor. Mesela dağ köylerine gidiyorsunuz çekim yapmak için, yolun olmadığı yerler oluyor yahut sabahtan akşama kadar yolda olduğunuz zamanlar. Bu, hakikaten tahmin edildiğinden daha fazla yorucu olabiliyor. Herkesin yaşadığı sıkıntılardan biri olarak gümrüklerde beklemek de öyle. Onun dışında hani çok büyük bir sıkıntı yaşamıyoruz, sadece Gazze’de yaşadık. 


Paranızın geçmeyeceği yer


En çok etkilendiğiniz yer neresi oldu?

Halepçe. Ama geçmişte yaşadıklarından bahsetmiyorum, katliam dolayısıyla Halepçe demiyorum. Orası gerçekten çok farklıydı. Çekimlerimiz bittikten sonra bir çay ocağında otururken öğrendik bunu. Orada şöyle bir şey var, siz yabancısınız. Kim olduğunuz hiç mühim değil. Sizin haberiniz olmadan kendi aralarında nerede kalacağınızı, yemeğinizi kimin getireceğini falan konuşuyorlar. Bir çay ocağında, çaylarınızın parası ödeniyor ve kimin ödediğini bile söylemiyorlar. Paranızın geçmediği bir yer orası. Bambaşka bir dünya… 


Halepçe dediğimizde aklımıza ezberlenmiş bir resim geliyor... Ama orada insanlar var, dünyaya ve katliama nasıl bakıyorlar?

Evet, büyük bir katliam yaşanmış ve kimse gidip onlara ‘nasılsınız’ diye sormamış. Hala geçmişin yaralarını taşıyorlar, çünkü o zehir hala orada. Ve öfkeli değiller, kızmıyorlar. Sadece sitemleri var. Orada bulunmanıza o kadar memnun oluyorlar, o kadar teşekkür ediyorlar ki… O yüzden insanlarımızın Halepçe’ye gitmeleri gerekiyor. Sadece güzel şehirler, güzel meydanlar, lüks kafeler, restoranlar değil hayat. Dünya başka bir yer. O arka sokaklara da uğramanız gerekir. 


Farklı coğrafyalarda farklı savaşları atlatmış insanlara doğrudan temas ediyorsunuz. Bir savaştan çıkmış olmak, insanların ya da şehirlerin yüzlerinde neyi değiştiriyor veya hikâyelerinde… Haber bültenlerinin göstermediği o insanlarda… Mesela intikam duygusu var mı?

Irak’ta asla yok. Hiç kimsede görmedim. Süleymaniye’ye gittik, Erbil’e, Halepçe’ye… Hiçbirinde o haber bültenlerine yansıyan görüntüler yok. Sadece Filistin için farklı bir şey söyleyebiliriz. Orada da durum çok farklı biliyorsunuz. Çünkü her an üzerlerine bomba yağdıran bir düşmanları var. Her sabah, her gün yeni bir olaya gözlerinizi açabiliyorsunuz orada. Orada, ölüme karşı hayatı farklı şekilde kurguluyorlar. Bu belki bizim bütünüyle bilemeyeceğimiz bir şey. Onların öfkeleri var.


İspanya’nın dağ köylerinde Davutoğlu var


Gittiğiniz yerlerde insanları konuşturuyor, onlara sorular soruyorsunuz. Size en çok neyi soruyorlar?

Gittiğimiz her yerde büyük bir sempati var Türkiye’ye. İstanbul’u çok merak ediyorlar. Hani belki bize denk gelmemiş de olabilir, hiç olumsuz bir şey duymadım, olumsuz bir soru da. Gittiğimiz her yerde çok iyi tanınan, herkesin bildiği birkaç isim var. Bu isimleri çok seviyorlar. Recep Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu çok ilginçtir ki Balkanlar’da ve İspanya’da gittiğimiz birçok köyde Davutoğlu’nun birkaç defa oralara gittiğini duymuş, çok şaşırmıştım. Polat Alemdar zaten Murat Alemdar olarak, aynı şekilde Muhteşem Süleyman… 


Hiç olumsuz bir şeyle karşılaşmadınız mı gerçekten? 

Şöyle söyleyebilirim. Karavan o kadar sempatik bir şey ki. Gerçekten, normal araçla seyahat etseydik birçok olumsuz şey yaşayacaktık belki ama karavan engelledi biraz bunu. Mesela bizi Bulgaristan polisi için uyardılar, ‘aman dikkat edin rüşvet alırlar’ falan… Ya karavanı görünce, trafik polislerinin bile içindeki o çocuk çıkıyor ortaya. Irak’ta peşmergeler pasaport kontrolünde karavanı görünce suratları değişiyor, sempatiyle bakıyorlar. Dünyanın her yerinde böyle oldu. O yüzden ben biraz karavana bağlıyorum onu. Koca koca adamlar bile ‘ya içine bir bakayım’ falan diyorlar. Çocukları hiç söylemiyorum bile… Herkesin içinde öyle bir hayal vardır biliyorsunuz. 


Karavan meselesi sadece bizim değil dünyadaki herkesin bir gün gerçekleştirmek istediği bir ‘pembe panjurlu ev’ gerçekten de…

Programa başladıktan sonra zaten öyle dönüşler aldım ki, ‘bu benim hayalimdi’ diye… Bir yerden sonra utanmaya başladım, insanların hayallerini tek başıma gerçekleştiriyorum diye. (gülüyor) Birçok insanın böyle bir hayali var evet. 


Yeni Türkiye, asıl dışarıdan görünüyor


Peki gittiğiniz şehirlerin gerçek insanlarının gözünden Türkiye nasıl görünüyor?

Türkiye’nin değiştiğini, büyüdüğünü biliyorlar zaten. Güçlü bir Türkiye görüyorlar. Kimin bir sorunu olduğunda ‘Türkiye bize sahip çıksın’ refleksi gelişiyor. 


Türkiye’nin değiştiği ya da büyüdüğü ile ilgili kanaatlerini belirleyen asıl sebep ne peki? Niye böyle düşünüyorlar?

Bunun en büyük etkisi, hakikaten Recep Tayyip Erdoğan’a ve Ahmet Davutoğlu. Onlara çok güveniyorlar. Özellikle Orta Doğu’daki lider arayışındaki istikameti belirlediğini düşünüyorlar Erdoğan’ın. Bakın çok ilginç bir şey söyleyeyim size, bu beni çok şaşırtmıştı mesela. Tanzanya’da çok ücra bir köyde bir maden ocağına gitmiştik. İnanılmaz bir sefalet içinde yaşayan insanlar ve bunların dünyayla hiçbir ilgisi yoktur diye düşünüyorsunuz. Sabahtan akşama kadar yerin altında madenin içinde çalışıyorlar. Orada genç bir çocuk, Türkiye’den geldiğimizi duyunca ‘Vay Recep Tayyip Erdoğan, selam’ dedi. Çocuğu görmelisiniz ama eli yüzü her tarafı kömür. Ama Türkiye’yi tanıyor, Türkiye’yi seviyor. Aslında ‘Yeni Türkiye’ dediğimiz şeyi asıl onlar görüyorlar ve o yeni Türkiye’yle bir şekilde bağ kurmak istiyorlar. Bunları tabi ekibimizle de konuşuyoruz, benim hissettiğim dünyanın her yerindeki Batı karşıtı olan herkesin Türkiye’ye dair bir ümidi var. Bu beni şaşırtıyor ve sevindiriyor.

#trt türk
#dostluk karavanı
#gezi
#program
#meliha çelik
9 years ago