|

Kimliklerin istikrarsızlaşması

Bugün Müslümanlar olarak trajik ikilimler/çelişkiler/savrulmalar ve tercihler içerisinde yaşıyoruz. Bilgelik ve anlam alanları çölleşiyor, boşalıyor. İnsanlar bir kişilik olmaktan çıkarak, kâr-çıkar peşinde koşan şeylere dönüşüyor.

Atasoy Müftüoğlu
00:00 - 16/12/2013 Pazartesi
Güncelleme: 23:29 - 15/12/2013 Pazar
Yeni Şafak
Kimliklerin istikrarsızlaşması
Kimliklerin istikrarsızlaşması

Güvenlik eksenli, militarize edilmiş, uygarlık şovenizminin egemen olduğu, ötekilerin/mağlupların, özellikle de Müslümanların kriminalizasyona tabi tutulduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünya, Müslümanların soyut niceliklere indirgendiği, bütün toplumların toplumsal değerlere yabancılaştığı, bütün toplumlarda ticari değerlerin, faydanın ve verimliliğin öne çıkarıldığı, medya aracılığıyla toplumlara ahlaki içeriği olmayan değerler kazandırıldığı bir dünyadır.

Modern zamanlar boyunca ve günümüzde her durumda ekonomik kaygılar belirleyici oldu. Günümüzde de, ahlaki, kültürel, düşünsel, entelektüel, felsefi, estetik kaygılar bütünüyle marjinal kaygılara dönüştürülmüştür. Ekonomik kaygıların belirleyici olduğu günümüz toplumlarında, insanların kendilerini gerçekleştirmeleri her tür değerden bağımsızlaşarak, dilediği gibi hareket etmesiyle mümkün olabiliyor.

İletişim devrimi, bütün toplumlarda pek çok şeyi değiştirdi, değiştiriyor ve daha çok değiştirecek. Bütün bu yoğun gelişmeler, değişim ve dönüşümler karşısında İslam dünyası toplumları ne yazık ki; bugünü ihmal pahasına, geleceği ihmal pahasına geçmişi uzatmaya çalışıyor. Geçmişi uzatmaya çalıştığımız için, dünya görüşleri ve hayat tarzları arasında, kültürler arasında halen devam etmekte bulunan ideolojik iç savaşta hep savunma durumunda kalıyoruz. Zihinsel ve ahlaki heyelan devam ettiği için, Batı merkezci ufukları aşmaya takat getiremiyoruz, bunun için zorunlu olan soruşturmalar yapmıyoruz.

GERÇEK AKIL

Hiçbir değer ve ahlak sistemine saygısı bulunmayan kapitalizmin ve kapitalist kültürün sınır tanımayan bir özelliği var. Kapitalist bir toplumda/sistemde insanlar anlam ve bilgeliklerin farkına varmadan yaşarlar ve öylece ölürler. Modern-kapitalist-seküler dünyada, bilim/sanat/edebiyat/estetik/siyaset ahlaki sınırlardan rahatsız olur.

İnsanlar, sınırlarının farkına vardıklarında insan olur. Gerçek akıl, sınırlarının bilincinde olduğunda akıl olur. Sınırlarının farkında olmayan birey, sınırlarının farkında olmayan toplum/ekonomi/siyaset/bilim/kültür/edebiyat/sanat, düpedüz büyük bir küstahlıktan ibarettir. Doğru ya da haklı gibi tanımlara ihtiyaç duymayan bir dünyada, bilimde bir ideoloji gibi algılanıyor. İdeolojilerin hiçbir şekilde bütüncül açıklamalar yapamadığını hatırlamak gerekiyor. Her ideoloji, ancak, bir tahakküm sistemine dönüşerek etkisini sürdürebiliyor.

Eleştirel bir farkındalığa sahip olmadığımız için, platonik düşüncelerle hayatımızı sürdürüyor, kıtalararası kültürel transferlerin yoğunlaştığı bir dönemde, eleştirel bir kültürel bilanço çıkarma ihtiyacı duymuyoruz. Kendilerini İslam''a nispet eden gelenekler, geleneksel cemaatler aracılığıyla düşüncesizleştirilen Müslüman topluluklar, bu nedenle bir türlü siyasal özneye dönüşemiyor. Sözünü ettiğimiz düşüncesizleştirme süreçleri nedeniyle, tevhidi bilinç/duyarlık/tavır/tarz/duruş/algı maalesef çok ciddi bir biçimde yozlaşıyor. Yozlaşan, yozlaştırılan din algısı sebebiyle Müslüman topluluklar teslimiyetçiliği seçiyor. Teslimiyet uzlaşma, hoşgörü her durumda, bu yolda tercih yapanları rahatlatıyor. Teslimiyetçiliği, uzlaşıyı reddettiğimizde, karşımıza çıkabilecek rahatsızlıklara göğüs germemiz gerekiyor.

VAROLUŞSAL KRİZLER

İslam dünyası toplumlarında düşünce ve fikir üretiminin, geleneksel din algısı yoluyla imkansız hale getirilmesi, toplumlarımızı radikal belirsizliklere mahkum etmiştir. Bu belirsizlik ve mahkumiyet sebebiyle, modern akıl adına dinin reddedilmesi, dini reddetmenin özgürlük olarak algılanması, din ve bilim arasında radikal karşıtlıklar oluşturulması dini/politik/kültürel alanlar arasına ideolojik ayrımlar konulması karşısında İslami düşünce hayatı savunmacı tepkiler dışında hiçbir şey ortaya koyamamıştır.

İdeolojik tahakküm sistemleri karşısında içerisine düştüğümüz çaresizliğin anlaşılabilir, kabul edilebilir bir gerekçesi yoktur. İdeolojiler, insanlık fıtratına/tabiatına/ruhuna aykırı kurgular, ütopyalardır. Bunun içindir ki, günümüzde modern-seküler toplumlar ciddi bir varoluşsal kriz içerisindedir. Bunun içindir ki, bugünün dünyası insani olmayan her şeye açık bir dünya halini almıştır. Kötülük ideolojileri karşısında ancak mücadeleci özneler bir direniş gerçekleştirebilir.

Pazarların ve bilgi ağlarının dünya ölçeğinde yayıldığı bir dönemde, bütün kimlikler/kültürler/kişilikler istikrarsızlaşıyor, itibarsızlaşıyor ve bayağılaşıyor. Küreselleşme çağında Müslümanlar ulus-devlet aklının, mantığının, ufkunun denetimi dışına çıkabilmeliydiler. Maalesef bu mümkün olmadı. Ulus-devlet sınırlarının ''din'' aracılığıyla kutsallaştırıldığı bir dönemde, ümmet ahlakını/yaklaşımını/terbiyesini/bilincini gündemimize, kalbimize, ruhumuza kazandıramıyoruz. Günümüzde bütün sözcükler, tanımlar, yapılar çok ciddi bir biçimde anlam tahribatına maruz kalıyor.

BİLGELİK ÇÖLLEŞİYOR

İslam dünyası toplumlarında, toplumsal/zihinsel/kültürel/politik/ekonomik yapılar değişmediği halde, bizler ''devrim''lerden söz etmeye devam edebiliyoruz. Gerçek bir mücadelenin zihinsel bağımsızlık mücadelesi olduğunu düşünmediğimiz için, yirmi birinci yüzyılın zihinsel ufkuna hiçbir alanda bir katkımız olmuyor. Bugün, Müslümanlar daha çok militan bağnazlıklar/zorbalıklar/barbarlıklarla birlikte anılıyor.

Her alanda güçlü ve bilinçli bir kendiliğindenliğe ihtiyacımız var. Tarihin ideolojik anlamda kurgulanışı ne kadar yanlış ve yanıltıcı ise, tarihin nostaljik ve romantik bağlamda kurgulanışı da bir o kadar yanlış ve yanıltıcıdır. Bugün Müslümanlar olarak trajik ikilimler/çelişkiler/savrulmalar ve tercihler içerisinde yaşıyoruz. Bilgelik ve anlam alanları çölleşiyor, boşalıyor. İnsanlar bir kişilik olmaktan çıkarak, kâr-çıkar peşinde koşan şeylere dönüşüyor.

10 yıl önce