Bu soruyu kitap merkezli yanıtlayacağım, ilk şiirimin yayımlanmasındaki durumdan çok da farklı değildi zira. Olağanhiçç yayımlandığında ben artık kitap yayımlanmadan önceki ben değildim. Bunu olumlu anlamda söylüyorum. Heyecanlı bir durumdu ve iyi kötü iki kapak arasına girmiş bir eser sahibiydim. Bir şiir yazıp, üzerine günlerce, aylarca çalışıp ‘hah işte oldu, bitti sonunda’ dediğim ve en fazla bir saat süren bir hazza kavuştuğum anlardaki gibi bir hazdı bu. Tabii daha şiddetli. Ama akabinde; yarım kalmış şiirlerimden birini hatırladığımda, ya da kafamda dönen ve yazmak istediğim farklı bir türde eseri yeniden fark ettiğimdeki gibi de moral bozucu ve daha da huzursuz bir hale girdim. Nedeni şu: ‘Olağanhiçç’ tamamdı. Artık benden çıkmıştı. Şimdi ben yeni ne yazacaktım, nasıl yazacaktım? Tabii bunu şiir merkezli söylüyorum. Yoksa kafamın içi de, masamın üstü de hep yazmam gereken şeylerle dolu. Ama asıl olan ŞİİR.
Odama çekildim. Hemen şeklen bir inceledim. Kapağına baktım, sayfalarına baktım, şiirlerin yerleşimine ve duruşuna baktım. Kitaptaki ilk şiir olan ‘Dich dich dich Olebe freut mich’ten başlayarak son şiir ‘Biliyorum Mavisin’e kadar soluksuz okudum. Kitabı masaya bırakıp gözlerimi kapayarak arkama yaslandığımda senfoninin hâlâ devam ettiğini fark ettim. Bir yarım saat sonra kitabımı alıp kitaplığımdaki sevdiğim, saydığım şairlerin eserlerinin arasına yerleştirdim. Beğenmiştim.
EN GÜZEL HATIRA
Kitabımı ilk kızlarıma imzaladım. Bengisu’ya ve Öykü Lina’ya. Ve kitaplığımda onlar için bir bölüm açtım. Kitaplarım çıktıkça ilk onlara imzalayıp kitaplığımdaki o bölüme koyacağım. Birçok yazar, şair vardır böyle yapan ama aklıma ilk Zarifoğlu geliyor. Kızı Betül için imzaladığı ve not düştüğü kitabı vardı. O kısa imzalı kısım beni çok etkilemişti. Bir şair/yazar babanın kızına verebileceği en güzel hatıralardan biri bence budur.
Önce bakarak ve işiterek, sonra görerek ve dinleyerek, daha sonra da yaşayarak ve okuyarak yazmaya başladım.
Gece yazarım, gündüz düzeltirim. Gündüz yazarım gece tekrar üzerinden geçerim; gerek düşüncelerle gerekse farklı ruh halleriyle. Günümün her anında yazmaya ve yazdıklarımı kontrol etmeye çok özen gösteririm. Aslında sadece şunu söylemek de yeterli olabilir: ne zaman yazmalıysam o zaman yazıyorum. Bu konuda profesyonel değilim.
Ben her zaman yanımda bir defter –birçok defterim var-, en azından yazmalık bir şeyler taşırım. Kalemsiz ve kâğıtsız dışarı çıkmam. Sürekli yazan biri değilim, bu sebepten yazmaya dair tüm fırsatları kullanmaya, imkân yaratmaya çalışıyorum. Bazen derste canı sıkılan bir öğrencinin defterine bir şeyler çizmesi gibi ben de günlük hayatın sıkıcılığından muzdarip olup bir şeyler yazıyorum. Evde ise daha çok bilgisayara yazmayı tercih ediyorum çünkü pratik. Tabii yine de yanımda yöremde ya bir defter ya da bir kâğıt bulunur; bazı cümlelerin, dizelerin üzerinde çalışmak için. Konuyu belki biraz farklı bir boyuta getirerek şöyle özetleyeyim: Yazmak için defter ama disiplin için bilgisayar.