|

Lowry artık bizden biri

Osmanlı üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan tarihçi Heath W. Lowry, Osmanlı'yı anlamak için Balkanlar'ı iyi bilmek gerektiğini söylüyor. Türkiye'ye ilk geldiğinde Balıkesir'in bir köyünde yaşadığı yılları unutamayan Lowry, antropolog olmak istemiş ancak hocalarının Osmanlı tarihine yönelmiş. Türk vatandaşlığı için işlemleri süren Lowry, ilk kez oy kullanacağı için seçimleri bizden daha heyecanlı bekliyor.

Halil Solak
00:00 - 2/02/2014 Pazar
Güncelleme: 17:37 - 1/02/2014 Cumartesi
Yeni Şafak
Lowry artık bizden biri
Lowry artık bizden biri

Heath W. Lowry Amerikalı bir Osmanlı tarihçisi. Yarım asırdır Türkiye üzerine düşünüyor, araştırıyor, kitaplar yazıyor. Uzun yıllar Princeton Üniversitesi'nde dersler veren Lowry artık temelli olarak İstanbul'da. 1964'te bir proje kapsamında geldiği Türkiye'den bir daha kopamamış. Şimdi elinde not defteri ve fotoğraf makinasıyla Balkanları adım adım geziyor ve Balkanlardaki Osmanlı mirasını anlatan kitaplar kaleme alıyor. Her ne kadar başta Amerikalı dediysek de o aynı zamanda yakın zamanda Türk vatandaşı olacak . Prof. Dr. Heath Lowry ile Bahçeşehir Üniversitesi'ndeki Boğaz manzaralı odasında Balkanlara seyahatini, çalışmalarını ve Türkiye macerasını konuştuk.

Balkanları çalışmak nasıl aklınıza düştü?

Bana kalırsa Osmanlıların kuruluş dönemini anlayabilmek için Balkanlar üzerinde çalışmak şart. Çünkü zaman zaman unutulsa da Osmanlılar aslında Anadolu'dan evvel Balkanlarda bir devlet kurdular. Bir de 14 ve 15. yüzyıllar için pek fazla yazılı kaynak olmadığından dolayı şunu sordum kendime: Acaba Balkanlarda bize ne öğretebilir?

Peki nelerle karşılaştınız?

Osmanlı tarihinde hiçbir zaman akıncı beylerin rolü tam olarak anlatılmadı. Sebebi gayet doğal. Osmanlılar 16. yüzyıla kadar kendileri hakkında bir şey yazmadılar çünkü. Böyle olunca da sanki her şeyi, her zaman Osmanlı hanedanı yapmış gibi algılanıyor. Oysa büyük akıncı aileleri var: Mihaloğulları, Malkoçoğulları, Turhanoğulları gibi, balkanları asıl fetheden bunlar.

EŞİM SELANİKLİ BİRLİKTE GEZİYORUZ
Seyahatlere ne zaman başladınız?

10 sene evvel Kuzey Yunanistan seyahatine gitmeden önce Balkanlara ait defterler üzerine çalıştım. 2003'te ilk seyahatimi yaptım oraya. Zaten o zamanlar senenin 3-4 ayını İstanbul'da geçiriyordum. İstanbul'dan arabayla rahatlıkla gidiyordum. Tabii aynı zamanda eşim Demet'in ailesi Selanik kökenli. O da ben de çok seviyoruz oraları. Başka bir yere gideceğim deyince kızıyor ama orası olunca, 'Haydi Demet, Selanik'e gidiyoruz!' deyince hiç sorun çıkmıyor. (Gülüşmeler)

Sonra bu seyahatleri kitaplaştırdınız sanırım…

Evet. Oradan edindiğim malzemeyi değerlendirerek ilk kitabımı yazdım: Osmanlı Döneminde Balkanların Şekillenmesi: 1350-1550. Burada genel olarak Balkanları ele aldım, önemli ve büyük akıncı ailelerinden olan Evrenosoğullarına da bir bölüm ayırdım. Amacım Balkanlardaki devlet yapısı üzerine çalışmaktı ama, bir türlü nasip olmadı…

Neden?

Çünkü olay çok başka bir yöne doğru gitti. O kitap çıktığı zaman bir televizyon programına misafir oldum. Kitabı anlattım, Evrenosoğullarından da bahsettim uzun uzun. Bir soru üzerine de İstanbul'da olduğumda ya arşivlerde yahut İSAM Kütüphanesi'nde çalıştığımı söyledim. Ertesi gün kütüphaneye gittiğimde beni bekleyen birilerinin olduğunu söylediler.

Sakın Evrenos'un torunları demeyin!

Evet. Onlar! (Gülüyor) 'Evrenosoğulları gelmiş' dediler. Emekli bir deniz subayı olan Ersin Evrenos elinde ailesine ait çok mühim bir şecereyle gelmişti. Bana da bir kopyasını verdi. Ben bayıldım tabii. Gerçekten Evrenos Gazi'ye tam anlamıyla o zaman merak saldım.

BEN DE BİR EVRENOSOĞLUYUM!
Tamamen kaderin sevkiyle yani…

Evet. Sonrası da var… Ardından yine aileden avukat Özer Gazievronosoğlu ile tanıştım. O da eksik olmasın elindeki pekçok eski fotoğraf paylaştı benimle.

Her tarihçiye nasip olmayacak bir şey değil mi?

Şüphesiz öyle. Dedim ya, en başta düşündüğüm meseleyi bıraktım bir kenara. Evrenosoğullarını yazıyorum. Tabii ailenin katkısı büyük. Özer Bey enteresan bir insan. Tüm Evrenosoğullarıyla irtibata geçti ve şu an yaklaşık 250 kişiyle doğrudan temas halinde. Yazın bir yemek düzenledi aile arasında, 60-70 kişi geldi. Bugüne kadar, yanlış hatırlamıyorsam, bu yemeklere 8-9 defa yapıldı ve her seferinde ben de 'fahri bir Evrenosoğlu olarak' katılıyorum bu yemeklere. Hemen her toplantıda da aileden biri yanıma gelip birtakım evraklar veriyorlar, sağ olsunlar. Yayınlayacağım inşallah onları.

SEÇİM HEYECANI YAŞIYORUM

Türk vatandaşı olmak üzere işlemlerim devam ediyor. Bir programda izleyicilerden biri bu arkadaş Türk vatandaşı oldu mu diye sordu. Vallahi rahmetli Özal birkaç kere teklif etti. Ama o zaman Amerika'daydım, düşünmemiştim hiç. Peki şimdi aynı teklif gelirse dediler. Seve seve kabul ederim, dedim. Bundan eski öğrencim Sayın Ahmet Davutoğlu'na bahsetmişler.

Ne hissediyorsunuz?

Benim 50 seneden beri her zaman aklımda Türkiye var. Gazeteleri okurum, TV'leri seyrederim. Ama artık biraz değişik bir gözle seyrediyorum her şeyi. Tamam, her zaman seçimler var, ama o zaman yabancı olarak başka bakıyordum neticelere çünkü beni doğrudan etkilemiyordu. Şimdi ilk defa seçim heyecanı var ben de açık söylemek gerekirse.

Papazın gözyaşları
Yaptığınız seyahatlerde ilginç hadiseler yaşadınız mı?

Evet, yaşamaz olur muyum… 2 sene evvel yaşadığım bir olay var. Yalnız da değildim. Evrenosoğullarından bir grupla beraber Evrenos Gazi'nin fethettiği yerlere 4 günlük bir seyahat yaptık otobüsle. Bu ziyaretin en önemli duraklarından biri de Evrenos'un Gümülcine'de yaptırdığı imaret. Yani o zamanlar zengin fakir, gelen giden, Müslüman gayrimüslim hiç ayırdetmeden herkese yemek veren bir kurum. Binada 1923'ten 1970'e kadar elektrik jenatörleri varmış.

Şu anda ne şekilde kullanılıyor?

Yakın zamanda burası restore edildi ve kilise müzesi yapıldı. Müdürü de 80 yaşlarında Dimitrios adlı bir papaz. Vardığımızda Papaz Dimitrios bizi kapının önünde bekliyordu. Karşısında kalabalık bir grubu görünce şaşırdı ve bana kim olduklarını sordu. Onların asırlar öncesinde bu imareti kuran Evrenos Gazi'nin torunları olduğunu söyledim. Hiç abartmıyorum, adam gözümüzün önünde hüngür hüngür ağlamaya başladı. Hemen genç yaşlı demeden herkesin elini öpmeye kalktı.

Neden

Bizde olayı kendi geldikten sonra anladık, şöyle açıkladı bize: 'Ben çok fakir bir ailenin çocuğuydum, bazen aç yattığımızı bile hatırlıyorum. Bu yüzden babamıza şikâyet ettiğimiz de o hep aynı şeyi söylerdi: 'Ben çok daha fakir bir ailenin çocuğuydum ve öyle zamanlarım oldu ki haftada sadece bir kere yemek yiyorduk. Benim babam Cuma günleri bu imarete, çorba, pilav ve ekmek alır, bize getirirdi.'' Yani 1380'de Gümülcine'den ayrılırken evini imarete çeviren Evrenos Gazi'nin hizmetleri 1900'lü yıllara kadar devam ediyor. Bu çok mühim…

Çok şanslı biriyim
Türkiye'ye ilk kez ne zaman geldiniz?

Kennedy'nin başlattığı bir Barış Gönüllüleri programı vardı. O program dahilinde geldim Türkiye'ye ilk kez 1964'te. Balıkesir'in bir dağ köyüne, adı Bereketli. Orada köy kalkınma projelerinde çalışıyorduk. Bazı arkadaşlarımız İngilizce hocalığı falan da yaptı. Ben orada hayatımın çok kıymetli 2 senesini geçirdim.

Osmanlı tarihi çalışmaya da o yıllarda mı karar verdiniz?

Orada beni bir merak sardı beni evet. Ancak aklımda tarih çalışmak yoktu. Türkiye üzerine çalışmak istiyordum ama antropolog olmak istiyordum. Üniversitedeki Osmanlı tarihi hocalarım sayesinde asıl tarih merakım başladı.

Hasta oldu 13 kitap yazdı
Ardı ardına kitaplar yayınlamaya başladınız? Ne tetikledi sizi?

8 sene evvel, yazın Yunanistan'da çok sıcak bir Ağustos günü, bir kalenin peşindeydim, kaleyi buldum ama yol yok, 40 derecede yürüdüm falan… Sonra İstanbul'a dönmek için yola çıktım. Bir baş dönmesi oldu direksiyon başında. Amerika'ya gidince de kanser olduğumu öğrendiğim.

Hastalık nasıl etkiledi hayatınızı?

Çoğunlukla insanlar şöyle bir reaksiyon verirler. 'Ben vasiyetnamemi yazayım, bu iş bitti!' Bende de tam tersi oldu. Demek ki bu işin garantisi yok, eğer senin söylemek istediğin varsa söyle, yazmak istediğin bir şey varsa yaz, görmek istediğin yerler varsa gör. Bunları bir an önce yap! Herhalde kitapların tetikleyici unsuru bu. Çünkü kanser olduğumu öğrendikten sonra 13 kitap yazdım.

Hatırı sayılır bir hat koleksiyonun sahibi
İstanbul'da hangi muhitlerde vakit geçiriyordunuz?

Doktora yazım sürecimde sabahtan akşama kadar arşivde çalışıyordum. Öğle arasında da Beyazıt'taki meşhur sahaf Enderun Kitabevi'ne gidiyordum rahmetli İsmail Özdoğan'ın yanına. Orası muhteşem bir ilim irfan merkeziydi. Kimler kimler yoktu ki… İzmir'den bir imam İstanbul'a geldiği zaman oraya uğrardı muhakkak. Bir iki kez yemek de yedik beraber: Bu isim Fethullah Gülen'di. Sonra Enderun'da cumartesi öğleden akşama kadar bir sohbet olurdu. Bir genç gelirdi, içerde yer dar olduğu için hep kapının yanında bir sehpanın üzerinde otururdu, kafasını uzatarak dinlerdi sohbeti: Bu genç Abdullah Gül'dü.

Hatırı sayılır bir hat koleksiyonunuz var. Bu merak da orada mı başladı yoksa?

Evet. O anı çok iyi hatırlıyorum: Bir gün Enderun'da elinde hat levhalarıyla bir genç girdi. Baktık falan. İsmail bey'le anlaşamadılar. Ben hepsini satın aldım o almayınca. Biri çok kıymetliydi; Hattat Sami Efendi'nin bir levhasıydı. Doğrudan Taksim'de Uğur Derman'ın eczanesine gittim. O da baktı, hayran kaldı. Şimdi Uğur Bey içeri girse 'Sami Efendi duruyor, değil mi?' diye sorar.

Müzayedelere falan katılıyor musunuz?

Hayatımda ilk ve tek olmak üzere 70'li yıllarda bir müzayedeye gittim. 3 tane levha var. Bir tanesi ufak ve bütçeme uygun, Necmeddin Okyay'ın bir levhasıydı. Ben bunu alırım dedim. 2-3 kişi ilgileniyordu. Ağzımdan birden 1.600 lira çıktı o heyecanla, değeri de 100 lira. Yanımdaki adam 1.700 liraya satın aldı. Ben de döndüm: 'Herhalde hocayı çok seviyorsunuz' dedim. Adam bana; 'Hoca kim?' dedi. 'Bu yazıyı yazan Necmeddin Okyay' dedim. O da; 'Benim için hiç önemli değil dedi, ben ofisime asmak için bir besmele istedim.' O zaman anladım ki bu işlerin vakti geçmiş… Bir daha da gitmedim.

10 yıl önce