|

Propaganda diline mahkum olmak

Yeni Şafak
04:00 - 20/04/2015 Monday
Güncelleme: 20:05 - 19/04/2015 Sunday
Yeni Şafak
ATASOY MÜFTÜOĞLU


İslam, tarihsel özne konumunu kaybettiği için varlığını ancak, ütopik zeminlerde sürdürebiliyor. Bu durumun kökten tartışma konusu yapılması gerekirken, Müslüman düşünürler, bilginler, eleştirel sorumluluklarını, yükümlülüklerini yerine getirmedikleri için, böyle bir konu, böyle bir sorun yokmuş gibi davranılabiliyor. Kendi inanç sistemlerine, kimlik ve değer sistemlerine yabancılaşanlar varoluşlarını yalnızca gösteri yaparak sürdürmeye çalışıyor. Gerçeği görmekle, gösteriyi görmenin birbirinden çok ayrı şeyler olduğunu anlamak gerekiyor. Gerçeği görmemek, gösteriyi görmek zihinsel/ahlaki bir malüliyet karşısında bulunduğumuzu, bu malüliyetin farkında bile olmadığımızı gösterir. Geleneksel bütün cemaatlerin, manevi iktidar sahiplerinin, politik iktidar sahiplerinin, İslam'ın yalnızca vülgarize edilmiş olan boyutlarını gündemde tutmaları, İslami bütünü ve bu bütünü temsil etmesi gereken gerçeği gündeme getirmemeleri ciddiyetle tartışılması gereken bir konudur. Müslümanlar olarak varoluşsal bir belirsizlik içerisinde yaşamakta bulunduğumuzu kabul etmeliyiz. Belirsizliği aşamamak, özgün/bağımsız/ kendilikler inşa edememek, başka bir seçeneğimiz yok demek suretiyle sürüklenmek demektir.



İslami bütüne ilişkin bir dil inşa etmeyi başaramadığımız için, hepimiz çok basit bir propoganda dili kullanıyoruz. Kurucu/inşa edici, bütünlüğü/kuşatıcılığı sağlayacak olan anlamlara yabancılaşanlar, günümüzde olduğu gibi, önyargılar ve çıkarlarla malûl araçsal bir akla kapanır, bayağı ve sıradan gerçekliklerle oyalanır. Basit propoganda aygıtlarının 'cemaat' olarak tanımlanmasının yanlış bir tanımlama olduğunu farketmiyoruz. Toplumlarımızda lider kültlerine, hizip aklına dayalı, vülgarize edilmiş bir din algısı toplumsallaştığı ve kurumsallaştığı için, hepimiz nihai hakikati görmekte çok geç kalıyoruz.


Türkiye'de dini hayat, dünüşce ve kültür hayatı, politik hayat, mistifikasyon yoluyla, gizemselleştirme ve esrarengiz hale getirme yoluyla bir körleşmeye ve yanılsamaya kapatıldığı için, azılı makyavelist hesaplara göre şekillendirilen “cemaat” olgusunu teşhis ve teşrih edememiştir. Vulgarizasyon ve mistifikasyon süreçleriyle ilgili olarak, tevhidi bir duyarlılık ve bilinç sahibi olunsaydı, Türkiye bu azgın makyavalist akım karşısında yaşadığı travmaları yaşamayacaktı. Makyavelist tercihlerin, tarzların ve yöntemlerin, aziz İslam'ı ve Müslüman kitleleri araçsallaştırmaları, İslami dilin çıkara dayalı olarak çarptırılabilmesi, gerçeği çarptıran araçların farkedilmemesi, İslami dilin farklı koşullarda, farklı anlamlara gelebilecek şekilde eğilip bükülebilmesi, İslami bütünle aramızda çok derin bir kopuşun yaşandığını gösterir.



1923; 1789'un taklidi ve kopyasıdır. Bizler, Türkiye'de, taklit edilenin mahiyetini eleştirel anlamda neredeyse hiç konuşmadık, taklit edilenleri maalesef tek referans haline getirdik. Taklide dayalı, kopyaya dayalı bir Cumhuriyet kuruldu. Bu yolla, bu tercihle Avrupamerkezci sömürgeci bir tarihe dahil olduk, yalnızca taklit edenleri, kopya edenleri çok ucuz bir dille konuştuk, tartıştık. Kapitalist, seküler, liberal hayat tarzının acımasız materyalizmini hiç gündeme getirmedik. Mağlupların büyük trajedisi, kültürel-siyasal aşağılanmalar şeklinde somutlaştı. Şeyleştirilmiş bir kültür dünyasına, kendisi olamayan bir kültür dünyasına hapsedildik, Her zaman sayılarla, sayıları çoğaltmakla ilgilendiğimiz için, yetenek yetiştirmek gibi, sıradışı insanlar yetiştirmek gibi bir sorunumuz hiç olmadı. Sayıları duygusal bir dille yönlendirmek kolay olduğu için, düşünsel yoğunluklu bir dil üzerinde çalışma ihtiyacı duymadık. Bugün, halen, sömürgeci tarihe dahil olmakla ilgili kapsamlı bir sorgulama başlatılabilmiş değildir. Bu nedenledir ki, daha iyi, daha adil, daha farklı bir dünya düşünmenin, tasavvur etmenin, imkansızlığına işaret eden “tarihin sonu” iddiaları İslama karşı bir meydan okuma biçiminde sık sık tarihin ve küresel siyasetin gündemine taşınabiliyor.


İslami ideallere dayalı kolektif bir bilinç ve vizyon üzerinde çalışıyor olsaydık, aşırı milliyetçi ve mezhepçi abartılara/tekbenciliklere ihtiyaç duymayacaktık. Türkiye içerisinde bulunduğumuz dönemde sözünü ettiğimiz tekbencilikler ve abartılar sebebiyle Ortadoğu toplumlarına bir kez daha yabancılaştı. Mezhepçi/milliyetçi bir dil ve yaklaşım, hangi mezhep, hangi milliyet adına kullanılıyor olursa olsun, kolaycılığı ve bayağılığı seçmek anlamı taşır. Kolaycılıklarla, bayağılıklarla hangi bağlamda olursa olsun, yalanlar aşılamaz.



Günümüzde çok büyük bir trajediye dönüşen parçalanmalar sebebiyle, İslam'ı, asli-temel-özgün bütünlüğü içerisinde özneleştiremiyoruz. İslamcılık, İslam'ı özneleştirme mücadelesinin adıdır, ideolojik/ütopik bir kurgu değildir. Tarihsel/seküler zamanın karşısında dik durmayı başaramayan ve diz çöken, egemen kanaatler ve propoganda doğrultusunda tercihler yapanlar, ideolojik/politik/ırkçı bir proje adına İslamcılık karşıtlığının sözcülüğünü yapıyor. İslamcılığın tükenişinden söz etmek İslami bilincin/ufkun/vizyonun/içeriğin tükenişinden bahsetmek gibidir. Kim olurlarsa olsunlar egemen propaganda dili doğrultusunda konuşanlar, yazanlar, kesinlikle düşünmezler, yalnızca sürüklenirler. Aziz İslam'ı fanatik, merkezdışı, egzotik olarak tanımlamak, terörizmle özdeşleştirmek kesinlikle bir düşünce olamaz, bir hezeyan olabilir. İslamcılık karşıtı, Müslümanların, egemen statükonun dışında kalan, statükonun devamı olmayan konularda düşünememesi, düşünce üretememesi hayret vericidir. Yirmibirinci yüzyılda, İslam hakkında, İslamcılık hakkında nasıl düşüneceğimizi düşünmek, önceden düşünmediğimiz şekleri düşünmek için olağanüstü zihinlere, olağanüstü içtenliklere, olağanüstü bilgeliklere ihtiyacımız var. Düşüncenin yerini tekniklerin aldığı, insanı her alanda yalnızca bir malzeme gibi kullanan bir çağda, öncelikle hangi konuları gündeme alacağımıza dair nihai anlamda bir karar verebilmeliyiz.


#propaganda
#İslam
#toplum
#tarih
9 years ago