Arp Sanatçısı Şirin Pancaroğlu ve ressam Utku Dervent sanatın iki farklı alanında başarılı çalışmalara imza atan bir çift. Ancak son yaşananlar her şeyden önce kültür sanat piyasasını alt üst etti. İptal edilen etkinliklerle birlikte sanat hızla günlük hayatımızdan el etek çekti. Ya da online olarak yeni bir şekilde sanatseverlerle iletişim kurmaya çalışıyor. Peki bu değişim sanatla uğraşan bir çiftin hayatına nasıl yansıdı diye merak ettik. Aslında her şey kötüye gitse de Pancaroğlu ve Dervent asla umutsuz değil. Utku Dervent yaşanan sorunların aynı zamanda yeni fırsatlara kapı açacağını hatırlatıyor. Şirin Pancaroğlu ise mesleki anlamda yaşadığı maddi zorluklar karşısında direnmeye devam etse de yaşanan zorlukların içinde yeni güzelliklerin açacağına inanıyor. İstanbul’dan İzmir’e uzanan online bir röportajı okuyacaksınız.
Şirin Pancaroğlu: Bizler zaten ağırlıklı olarak evlerimizden çalışan insanlarız. Ev merkezli yaşamak bizim için doğal olan. Fakat bugün deneyimimiz dahilinde olmayan değişik çevresel ve toplumsal şartlarda yaşamaya mecburuz. Bu mecburiyet ciddi bir adaptasyon da gerektiriyor. Bu adaptasyon kısıtlamalar ve kat kat zorluklar içermekle birlikte pek çok yeniliğe de gebe; ve de o zorluğun içinden yeşerecek güzelliklere de.
Bu sürecin maddi ve manevi inanılmaz derin etkileri olacağına inanıyorum; ve kalıcı dönüşümlere sebep olacağına inanıyorum.
Utku Dervent: Yaşamın büyük ölçüde ev merkezli olması oldukça zorlayıcı; uyum sağlamak kolay değil. Sanat, icrası ya da sunumu bakımından sosyal bir yüze sahip olmakla birlikte, üretim bakımından sosyalleşmeyi gerektirmez. Bu açıdan bakıldığında zorluk dinleyiciye ya da izleyiciye ulaşmakla ilgili. Yaşam her zaman sorunlarla birlikte fırsatlar da sunar. Yalnızca, değişen dünyaya uyum sağlayabilenler ayakta kalır.
U.D: Sanatla online temas uzun zamandır mevcut olan bir şey. Özellikle “Google Arts&Culture” gibi online platformlar, sanatı anlama bakımından müze gezintisi deneyiminin ötesinde imkanlar sunuyorlar. Örneğin, Amsterdam’daki Rijksmuseum yer alan Rembrandt’ın “gece devriyesi” resmini müzede inceleyemeyeceğiniz bir yakınlıktan izleme olanağı sunuyor GA&C. Bu imkanları nasıl kullanacağımız bize kalmış.
Ş.P: Konserlerin iptal edilmesi, yani dinleyici önünde gerçekleşen canlı performansların iptali onu telafi edecek bir kapı açamaz bence çünkü bu çok eşsiz bir deneyimdir. Taklidi mümkün olmayan bir cereyan söz konusudur, bir mekanın içinde bir icraya tanıklık etmek. Mekan, dinleyici büyük etki eder icraya. Bunun bir muadili yok. Şimdilerde tabii ki internet üzerinden canlı yayınlar yoluyla sanatçılar evlerinden konser veriyor; iyi örneklerinde bir direniş olarak görüyorum bunu ben. Müzik yok olmayacak demek içindir. Bazen da reklamdan ibaret, doğruyu söylemek gerekirse. Belki de bir yıl sahneye çıkamayacak bir sanatçı adını unutturmamak için “reklam” yapıyordur. Sosyal medyadaki salgın hastalık da bu zaten! Kendi kendi kendi…ben ben ben…Müziğin seyrine gelince kimse ne olacağını tam olarak bilemez bence. Albümler bazen efsane olmakla birlikte canlı performansların eşsizliğine sahip olmadıkları için aynı değerde değildir. Destekleyici teknolojiler daha hızlı gelişebilir.Müzik eğitimi konusunda yol alınabilir.
Kendimden söz edecek olursam, benim için şu anda başedilmesi güç bir maddi darboğaz söz konusu. Zaten büyük bir mücadeleyle süren bir mesleğin daha da zor hale gelmesi demek…yani açılan kapı yok, kapanan kapılar var şu anda. Dinleyicisiz de olsa, gerekli tedbirler alınarak konserler bir mekanda yapılmaya devam edilmeli. Kamuyu bu yönde bilinçlendirmek gerekiyor. Şu var: elektiriğimizi suyumuzu veren insanlar sonuna kadar sahada olacak. Kültür niçin ilk iptallerin içinde oluyor? Niye alternatifler aranmıyor? Üvey evlatlığından: başka birşey değil.Elzem olmadığı görüşü toplumumuzu hasta etti, bunu değiştirmemiz gerekiyor.
Ş.P: Aslında sanatta değişimden bahsetmek için erken bir evredeyiz kanımca. Evet, mutlaka, bildiğimiz “o” hayatın içinde değiliz ve bu başlı başına bir değişiklik. Ancak hayat zaten durağan değil; hep bir kaçış halinde. Örneğin ben bulunduğumuz noktada uyum sağlamakla meşgul olduğumu görüyorum. Bu uyum arayışı eldeki imkanları kullanarak varolma, ayakta kalma çabası. Değişimden bahsetmek için daha normal koşullara geri dönmüş olmak, bu süreci geride bırakmış ve “eski” hayatlarımıza kavuşma hevesinde olup, bazı şeylerin geri dönüşü olmayacak şekilde “uyumlandığını” veya tedavülden kalktığını görmek gerekiyor diye düşünüyorum. O gün gelince, geriye dönüp “birşeyler değişti” diyebiliriz.
Şunu söyleyebilirim; müzisyenlerin evlerinden canlı konser yayını yapmaları müzikte bir değişim işareti değildir. Evet, doğru, bu kadarıyla yetinmemiz gereken bir süreçteyiz ve teknoloji buna imkan sağladığı için şu anda evden canlı konser yayını yapmak trend olmaya aday. Müzikteki ve dolaşımındaki değişiklik günlük imkanlar ve buna bağlı trendlerle ölçülmemeli. Bence sanat müziği şu asgarilerle varoluyor: canlı olmasıyla. Canlılık şu koşullara bağlı: akustik imkanları olan bir mekan ve içinde karşılık veren bir dinleyici. Yani müzik insanların gerçekten birarada tanıklığıyla anlam bulur ve bir mekanda yükselir. Karşılık, tanıklık bir tür elektirik gibidir ve sadece birarada olunca cereyan eder. Bu türden bir elektiriği şu anda deneyimlememiz mümkün değil, bunu bir defa kabul edelim. Ama teknoloji mahrum olduğumuz konser deneyimlerini dünyanın bir ucundaki odadan başka bir ucundaki odaya yayınlayarak aslında, görmeye alışık olmadığımız bir mahremi de gözler önüne serdiği için şu anda çok oyuncaklı geliyor. Bu bir değişiklik mi? Bence hayır. Bir konuda bizi rahatlattığı kesin ama; yaşamdan kopma noktasında, bu kadarı dahi iyi geliyor. Nihayetinde, teknolojiyi en mahreme kadar taşıdığımız bu süreçte bence hepimiz onu çok daha iyi kullanmayı öğreneceğiz. Evden çıktığımızda, ki çıkmak ister miyiz onu bile bilemiyoruz, yüzümüze gözümüze bulaştırmadan yeni kanallar, yollar açmak mümkün olsun inşallah müzik için. Müzik insan için çünkü.
U.D: Dilin değişimi bu bakımdan zorunlu değildir ama, ortamın değişimi dile ve dolayısıyla düşünme ve üretim biçimlerine yansıyabilir. Bu da yine sanatçının anlayış ve iradesi dahilinde gerçekleşir.
U.D: Sanatçı bir yönüyle kahin gibi görünse de, aslında özünde büyücüdür; geleceği görmez, inşa eder.
Ş.P: Bence sanat varedildiği çağının ötesindeyse her çağın ötesindedir, ya da sanat değildir. Sanat o güne hizmet etmez. Dolayısıyla zamansızdır. “Yarın” ise sanat kadar üzerine titrendiğini söyleyebileceğim bir mevzu değil, hatta hiç değil: dünyanın haline bakalım, gezegenimize keşke sanatçının sanatına gösterdiği şefkati ve özeni göstersek! Sanatın dilini sanatçıdan başka anlayacak insan az ise, ki insanımız maalesef sanatla çok az hemhal olabiliyor, eğitimin içindeki yerinden tutun, günümüz hayatındaki tüm alışkanlıklara kadar; onun yol göstericiliği maalesef tesis edilemez.
U.D: Her birimiz bireysel ölçekte küçük ve büyük kıyametler yaşayarak sürdürüyoruz hayatlarımızı. Yaşamın doğasının böyle olduğunu düşünüyorum. Bu küçük ve büyük kıyametlerin bireysel değil de toplumsal ölçekte yaygın olarak gerçekleşmesinin, aynı dertlerden muzdarip olduğumuzu göstererek bizi uyandıracağını ve birbirimize yaklaştıracağını umuyorum.
Ş.P: Hepimizi derinden etkileyecek bir sürecin içinden geçtiğimiz kesin. Bir uyanışa vesile olabilecek, yani gezegenimizin ve soyumuzun tükenebileceği gerçekliğiyle yüzleştiğimiz bir savaş veriyoruz. Büyük atılımlara olanak tanıyacaktır. Burdan birşeyler yeşerecek. Büyük bir silkelenme için ciddi bir tokat yedik.
Ş.P: İnsanın insandan bu denli sorumlu olduğu; kendimin, ötekinin sorumluluğunu omuzlarımda bu denli hissettiğim daha büyük bir imkan karşıma çıkmadı benim. İnsanlar arasında, insan eliyle yaratılmış ve varsayılan bütün farklılıkların bir yalan olduğunun sureti adeta yaşananlar. Sıfır noktası gibi bir yerdeyiz. Ayar vakti.
U.D: Sanatta yalnızlık iyidir ve gereklidir. Öncelikle bunu, zorunlu tecritten ayırarak bakmamız gerekir. Maruz kaldığımız tecriti de, naif olmayan bir iyimserlikle yaklaşarak, bir içe dönüş ve arınma fırsatı olarak değerlendirebiliriz.