|

Sandıktan çıkan göç hikayeleri: Ürettiğimiz arabaların hepsinin içindeydik ama hiç süremedik

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın göç hikayelerini Sandıktaki Fotoğraflar adlı kitapta topladı. Uzun yıllar önce gurbet yolculuğuna çıkanların duygu dolu hikayelerinin bir araya getirildiği kitapta Almanya’nın Köln şehrinde yaşayan emekli bir Türk vatandaşı olan Seyfi Sağlam'ın anlattıkları dikkat çekiyor. Otomobil fabrikasında çalışan Sağlam, “Ürettiğimiz arabaların hepsinin içindeydik ama hiç süremedik. Sabahtan akşama kadar fabrikada çalışıyorduk. Mesai sonrası ve tatillerdeyse caddelerde sokaklarda egzoz şanzıman değiştiriyor tamirat yapıyorduk” diyor.

11:25 - 9/02/2020 Pazar
Güncelleme: 14:11 - 10/02/2020 Pazartesi
Yeni Şafak
Ford otomobil fabrikasında çalışan Türk işçiler.
Ford otomobil fabrikasında çalışan Türk işçiler.

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), yurt dışında yaşayan vatandaşların ve soydaşların geçmişte çekilmiş hatıra fotoğrafları ve hikâyelerini içeren göç temalı “Sandıktaki Fotoğraflar” adlı ödüllü yarışma düzenledi. Yarışmayla birlikte en değerli göç hatıraları gün yüzüne çıkarak, kitap olarak yayınlandı.


Paha biçilmez hikayeler

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanı Abdullah Eren, “Sandıktaki Fotoğraflar’ isimli çalışma, göç eden vatandaşlarımızın birbirinden farklı hâtıralarının sabitlendiği fotoğrafları ve bu fotoğraflara iliştirilmiş hikâyeleri tozlu sandıklardan çıkarıp tüm vatandaşlarımızın bilgisine toplu olarak sunmayı, böylece göç hareketliliğinin sosyolojik boyutlarını daha anlaşılır kılmayı amaçlamıştır. En önemlisi de, aksi hâlde yalnızca o vatandaşlarımızın çocuklarına ve torunlarına miras kalacak olan paha biçilmez hikâyeler ve hayat dersleri, böylece tüm ülkemize ve gelecek nesillere mâl olmuştur” dedi.

  • Almanya başta olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinden ilgi gören yarışma aracılığıyla, göç hatıraları kişisel fotoğraf arşivlerinden çıkarak kitlelere ulaşmış oluyor. Elektronik yolla hatıralarını YTB ile paylaşan fotoğraf ve hikaye sahiplerinden 23’üne ait çok sayıda fotoğraf Sandıktaki Fotoğraflar adlı kitapta yer alıyor.
“Özgünlük, göç konusuna temas, görsellik, hikayenin çarpıcı ve sembolik niteliği ve belgesel nitelik”
kriterleri çerçevesinde değerlendirilerek derlenen hikayeler arasında birinciliği kazanan Seyfi Sağlam Almanya’nın Köln şehrinde yaşayan emekli bir Türk vatandaşı.

Otomobil fabrikasında içine kablo döşedikleri arabaları hiç süremediklerini anlatan Sağlam, “Ürettiğimiz arabaların hepsinin içindeydik ama hiç süremedik. Sabahtan akşama kadar fabrikada çalışıyorduk. Mesai sonrası ve tatillerdeyse caddelerde sokaklarda egzoz şanzıman değiştiriyor tamirat yapıyorduk” diyor.


Çekilen sefalet perdelendi

Seyfi Sağlam’ın bir diğer anısı da 1972’de göç ettiği Almanya’dan Türkiye’ye yolladıkları fotoğraflarla ilgili. Sağlam, Türkiye’ye gönderdikleri fotoğrafları özellikle televizyon önünde poz vererek çekildiklerini anlatıyor: “Türkiye’de insanlar geniş evlerinde otururken bizim evlerimiz 40-45 metrekare idi. Ama televizyon hep baş köşede. Önünde çektirirdik fotoğrafları. Öyle ya Türkiye’ye göndereceğiz. Çekilen sefaletin perdelenmesiydi bu belki de.”


İşte o hikayelerden en çarpıcı bölümler:

Merdiven aralarında kartonların üstünde namaz kıldık

Nihat Özkan (
Köln / Almanya):
Tarlada sabanını, ahırda hayvanını, eşini, çocuklarını ve çok sevdiği anne-babasını geride bırakan diğer gurbetçilerimiz gibi ben de Almanya’ya çalışmaya geldim. 1971 Burdur depremi biraz da işin bahanesi oldu. 72’de uçakla önce Münih’e ardından Köln D 30 Bahnhof’una trenle geldim. Ford fabrikasında işe başladım. Bir Alman bir de Türk tercüman (Yusuf Küpeli) eşliğinde fabrika ve kalacak yerlerimiz gösterildi. Böylelikle uzun yıllar süren gurbetliğimiz başlamış oldu.

Merdiven boşluklarında veya dev gibi makinaların arasında daracık mekanlarda kartonların üzerinde namaz kılarken,
ağır iş yükünün yanında İslamiyet’in öncülerinin peşinden giderek Kabe-i Muazzama’nın şubelerinden olan camilerin inşası için uzun yıllar çaba sarfettik. Yavrularımızın başka bir kültürün içinde kaybolup gitmemesi için mutfak masrafından kıstık ufacık evlere sığıştık ama Türkiye Cumhuriyeti’nin evlatları olarak gerekeni yaptık.

“Denildi mi ki bir belde İslam beldesi, gözlerimiz arar hilal-i ezan-ı Muhammed sesi” Türk toplumu olarak alın teri ile kazandığımız paralarla bugün 15.716 m2 kullanma alanı olan Köln Merkez Camii’ni inşa ettik.

Memleketten uzak buruk bayramlar

Makbule Konmuş (
Emekli, Ev Hanımı / Zonguldak):
Eşim 1982’de, 10 yıl çalıştığı Stalling Basımevi’nden ayrıldıktan sonra kendisini Türk gençleriyle ilgili faaliyetlere adadı. Bizim çocuklarımız o yıllarda henüz küçük olmasına rağmen arkadaşlarımızın ergenlikteki çocuklarıyla yaşadıkları sorunlara şahit olurduk. Bu durum bizi çok üzer, endişelendirirdi. İleride aynı sorunları biz de yaşayabilirdik. Bir Neşet Ertaş aşığı olan eşim küçük yaşlardan beri saz ve bağlama çalardı. Birkaç arkadaşıyla birlikte sokakta boş gezen, okuldan kaçan, oyun salonlarında kumar oynayan gençleri tek tek toplayıp onlara bir Türk kahvehanesinin odasında bağlama çalmayı öğretti. Bir süre sonra bu gençlerin sayısı artmaya başladı. Bir müzik grubu hatta folklor ekibi bile kurdular.

Eşim ve arkadaşlarının bu faaliyetleri çok takdir gördü. Müzik grubu o kadar büyüdü ki artık Türklerin düğün ve özel günlerinde bile sahne almaya başladılar.

Dini bayramlar kış aylarına denk geldiğinde genellikle kimse memleketine gidemezdi. Bir buruk geçerdi o bayramlar. Ama eşim ve arkadaşları bayramlarımızı da şenlendirmeyi başardılar. Büyük salonlar tutulurdu. Şehirdeki Türkler -hatta daha sonra şehir dışından bile gelenler oldu- bir araya toplanıp bayramları kutlar, sıla hasretini böyle gidermeye çalışırdık. “Sıla” kelimesi hayatıma o kadar işlemiş ki sonra torunumun adını “Sıla” koydum.


Ürettiğimiz arabaların hepsinin içindeydik ama hiç süremedik

Seyfi Sağlam (
Köln / Almanya):
1972 yılında Almanya’ya Nürnberg şehrine geldim. Kısa süre bir firmada çalıştıktan sonra işverenle anlaşamadık kontratı bozduk. Amacım abimin yanında Ford’da işe başlamak tabi. Ama Ford almadı bizi. Bunun yerine üç yıl idareten bir kereste firmasında 800 marka çalıştım. Neye yetecek ki bu para? Ev kirasına mı, yiyecen mi içecen mi bu parayla?

27 yaşındayım. Bir çocuk var, diğeri yolda. Paraya ihtiyacım var yani. Ama yılmadım, ısrarla iş başvurusu yaptım. Sonunda işe aldılar. Fabrikadaki ilk gün hemen işlemlerimizi yaptılar. Fabrika giriş kartını verdiler. “Bununla girecen bununla çıkacan, mayışın buna göre hesaplanacak” dediler. Sonra bizi “Halle Halle” (kısım - kısım) dağıttılar. Bize de “ipsolan” çıktı. Yani elektrik montaj bölümü. Ufak tefek gördüler herhalde.

Bütün işimiz arabanın içinde. Kablo döşüyoruz. Arabanın içinde bi oyana bir bu yana, iki büklüm çalıştık. Kışın soğuk oluyordu. Mecbur evden getirdiğimiz minderlere oturup çalışıyorduk. 8 kişi bu bölümdeydik. Granada, Kapri … Günlük 800 araç çıkarıyorduk banttan. Ürettiğimiz arabaların hepsinin içindeydik ama hiç süremedik. Emekli olunca işte Ford sahibi olduk.

Sabahtan akşama kadar fabrikada çalışıyorduk. Mesai sonrası ve tatillerdeyse caddelerde, sokaklarda, egzoz, şanzıman değiştiriyor, tamirat yapıyorduk. Nadiren de olsa diğer Türk arkadaşlara ev ziyaretleri yapıyor, dertleşiyorduk. Çocuklar da bu sayede gezmiş oluyordu.

Televizyon hep arka fonda

Türkiye’de insanlar geniş evlerinde otururken bizim evlerimiz 40-45 m2 idi. Ama televizyon hep baş köşede. Önünde çektirirdik fotoğrafları. Öyle ya Türkiye’ye göndereceğiz. Çekilen sefaletin perdelenmesiydi bu belki de.

Sıla yolu menemeni

Samsun Havza ilçesinin Ortaklar köyündenim. 1972’de Almanya’ya geldim. İlk defa 10 yıl sonra izne gitmek için araba aldım Mercedes. Ama ne Mercedes. Hanım hala o günleri hatırlatarak der ki; “O kadar rahattı ki bu araba, direksiyonda elma soyar bize yedirirdin”. Neyse... Bagajı yükledim, bagajda yok yok. Yolda yemek yapmak için tencere, tava ve piknik tüpü de arkada.

Yugo’ya (Yugoslavya) geldik. Karnımız acıktı. Bizimkiler (Türkler) anlaşmışcasına hepsi bir yerde ama uzak aralıklarla. Almanya’dan yanımızda getirdiğimiz ekmeklerin hepsi kurumuş, olmuş taş gibi. Yumurtalar da kırılmış zaten. Vardım bir dükkana. Anlaşamıyoruz bir türlü. Alamanca bilmiyor ki. Zor şer anlaştık, yumurta ve ekmek için, bu sefer de para geçmez. Allah’tan bagaj dolu, bişeyleri takas ettik, böylece anlaştık.

Vardım hanıma götürdüm malzemeleri. Bir menemen yaptı, parmaklarını yersin. Ondan sonra öyle lezzetli bir menemen daha yemedim. Zaten sonra Yugo karıştı, daha da karayoluyla memlekete gidemedik.

Türkler olmasa fabrikalarımızın hali nice olurdu

Ali Rıza Karagöz (STK Temsilcisi / Norveç):
Norveç istatistik kurumunun paylaştığı bilgiye göre 1970 yılına gelindiğinde Drammen’de yaşayan Türk sayısı yalnızca 36 kişiden ibaretmiş. Birçoğu ilk başlarda sezon işçisi olarak çalışıyormuş. Türklerin yanısıra eski Yugoslavya da dahil olmak üzere farklı ülkelerden işçi göçü yaşansa da sayı itibarıyla Türkler Drammen şehrinde ön plana çıkmaktadır. Türklerin birçoğu kağıt fabrikasında ve endüstriye ait benzer yerlerde çalışmıştır.

Drammes Tidende gazetesinin 14 Şubat 1970 tarihli sayısında bölgenin iş bulma dairesinin müdürü özetle, ‘Türkler olmasa fabrikalarımızın hali nice olurdu’ diye sormaktadır. Drammen’e ait dönemin gazetelerinde Türk işçilerin defalarca gündeme geldiği görülmektedir.

#YTB
#Almancı Türkler
#YURTDIŞI TÜRKLER VE AKRABA TOPLULUKLAR BAŞKANLIĞI
#Göç hatıraları
#sandıktaki fotoğraflar
4 yıl önce