Mehmet Cemil Arslan, üyesi belediyelere eğitim ve danışmanlık sağlayan kamu kuruluşu Marmara Belediyeler Birliği'nin genel sekreteri. Çalışmalarını sahne gerisinde sürdüren ve 'Yeni Türkiye' tanımının içini dolduran çalışkan kamu yöneticilerinden biri. İdeolojilerden arındırılmış, bilgiye dayalı saygın bir tartışma platformunun inşa edilmesinin, hem genel hem de yerel yönetimlerin şehir ve insan tasavvurunu şekillendireceğini söyleyen Aslan'la Marmara Belediyeler Birliği'nin düzenlediği ve çocukların şehre katılımını amaçlayan Uluslararası Çocukların Şehri Sempozyumu'nu konuştuk. İki gün boyunca süren sempozyum bizzat çocukların yöneticisi olduğu çalıştay ve toplantılara da ev sahipliği yaptı. Sonuç: Umut var çünkü çocuk var. Sadece farkına varmamız gerekiyor.
Türkiye'nin yaklaşık yüzde otuzu, bizim çocuk diye tabir ettiğimiz, 0-18 arası insanlardan oluşuyor. Seçilme yaşının düşürülmesi ile ilgili son zamanlarda bizzat Cumhurbaşkanımız öncülüğünde başlayan bir tartışma var biliyorsunuz. Dolayısıyla genç insanların hayata katılımı, karar süreçlerine katılımı ve bırakın şehirleri, hükümetlerin karar alma süreçlerine katılımlarına doğru giderek artan bir süreç var. Şehirlerde ortalama nüfusun yüzde otuzunu teşkil eden bu insanların şehirlerin planlanmasına hiç katkıları yok. Biz büyükler, küçükler için iyi olduğunu var saydığımız bir dünya inşa ediyoruz, küçüklerin o dünyada yaşamasını istiyoruz.
Tam bu noktada bizim çıkış noktamız şu, 'küçük' diye tabir ettiğimiz bu varlık bir insan. Beni gençliğimde müthiş derecede etkileyen bir roman var, rahmetli Cahit Zarifoğlu'nun Savaş Ritimleri. Orada Zarifoğlu, bir köy ortamında henüz ideolojilerinin farkına varmamış birkaç arkadaşın nasıl bir muhteşem arkadaşlık inşa ettiklerini fakat daha sonra önce aileler arasındaki çatışmayı fark etmeleri sonra ideolojik kavgalara şahitlik etmeleri ile o sevginin nasıl ortadan kalktığını ve o inşa edilen güzel dünyanın nasıl paramparça olduğunu anlatmaktaydı. Dolayısıyla çocuk, hiçbir önyargının ve ideolojinin merkez olmadığı safiyette bir varlıktır. Kongremizde Erol Erdoğan'ın güzel bir cümlesi vardı, bizim de bakış açımızı yansıtan 'Eğer bir şehri inşa ederken nasıl bir insanı esas almalıyız diye sorarsak, kadın mı erkek mi özürlü mü sağlıklı mı bence cevap çocuktur' demişti. Çocuğun bizim kirlenmiş ruhumuzu yeniden temizlemede bir aracı olacağını düşünüyoruz.
Evet, Turgut Cansever Sempozyumu'ndan hemen sonra Çocukların Şehri Sempozyumu'nu düzenlememiz de Cansever'in düşüncesinden hareketle oldu. Cansever bütün olumsuzluklardan sonra umudu vurgular. Çocuk, bütün kültürlerde umudu temsil eder.
Elbette. Şehrin kurucu aktörü çocuklardır, çocuklar olmalıdır.
Aslında fiilen uygulama yaptırdık çocuklarımıza. Öncesinde malzemeleri temin etmiştik, sempozyumun çalıştaylarında çocuklar sekizli gruplar halinde masaya oturarak, hayallerindeki mahalleleri kurdular. Fakat doğrusu müteahhitler için üzücü haber, yüksek bina yapan çocuk olmadı. Büyük ihtimalle çocuklarımız, berrak düşünceleriyle bugünkü gibi yüksek yüksek binalarda yaşamak istemiyorlar. Öyle bir mahalle tasavvurları yok. Müteahhitler dua etsinler ki büyükler onların binalarını alıyor yani eğer karar sürecinde çocuklar olsaydı, kararı onlar verseydi büyük ihtimalle müteahhitler o büyük karları edemeyeceklerdi.
Daha detaylı analizlerini yapacağız ama genel olarak vardığımız sonucu söyleyeyim, bir kere çocuklar toprakla ilişki kuruyorlar. Yapı öngördüklerinde muhakkak bir balkon ilişkisi kuruyorlar. Tabi bizim uygulama yaptırdığımız çocuklar, neticede İstanbul'da yaşayan çocuklar, belki de eksik kalan şeyleri talep etmişlerdir. Ama toprakla, havayla ilişkisi olan ve mümkün olduğunca yatay uzanan şehirler talep ediyorlar. Biliyorsunuz yatay şehirleşme tanımı, başbakanımız tarafından birkaç ay önce cesaretle dile getirilmişti. Türkiye'nin en önemli entelektüellerinden biri olarak ve başbakan, profesör sıfatıyla bunu söyledi. Aynı düşünceyi bizim küçümsediğimiz çocuklarımız uygulamada gösterdiler. Ve söylersem acaba şu ne der, bu ne düşünür diye hesap kurmadan bunu yaptılar.
İlginç bir şekilde çocuklar, kurmaca mekâna karşılar. Çocuk çalıştaylarında alışveriş merkezlerine şiddetli bir karşı çıkış oldu. Alışveriş merkezlerinin, alışverişin dışında kullanılmasına bütün çocuklarımız karşı çıktı. Hem büyük alışveriş merkezleri hem de büyük oyun parkları daha çok büyükleri sevindiren ya da büyükleri ilgilendiren yerler.
Tabi belli renklerdeki o plastik oyuncaklar… Onlar zaten bizim hoşlandığımız, bizim iyi olduğunu söylediğimiz şeylerdir. Çocuklar mecburen oralarda bulunuyorlar diye, memnuniyet duyduklarını nereden çıkarıyoruz.
Elbette, bir işin felsefesi yoksa o işin altında muhakkak çok ciddi hatalar olur. Turgut Cansever'den söz ettik, Cansever malzemenin kullanımında coğrafyanın öneminden söz eder. Oyun alanlarında da aynı şey söz konusudur. Biz şimdi üretilen plastik malzemeyi her yerde kullanıyoruz. Bütün coğrafyalarda, bütün hayat biçimlerine uygun bir madde yok. Ne yazık ki plastik bizim için artık neredeyse kutsal bir şeye dönüştü. İngiltere'de gördüm mesela, plastik çim sahalardan vazgeçip toprak sahalara dönmeye çabalıyorlar. Biz de toprak sahalarımızı yok ederek plastik yapmaya çalışıyoruz.
Oyun sahaları öyle, alışveriş merkezleri öyle… Bu tabi insanın biricikliğini yok eden bir şey. Tek tipleştirmek çok tehlikeli bir şeydir. Biz bunu daha çocukluk yaşlarında uyguluyoruz muhatap oldukları araçlar açısından. Bölgesel oyunlar, bölgesel değerler korunmalı bu anlamda. Bunlar öncelikle tanımlanmamalıdır, bunlar kendiliğinden oluşmalıdır. Hayat böyledir.
Bir kere toplumun yüzde otuzunun kanaatini almış olursunuz, onları şehre katmış olursunuz. Ve bu varlık öyle bir varlık ki bizim gibi düşüncesi önyargılarla biçimlenmemiştir. Samimiyet bütün doğruların temelidir. Bizim sözünü ettiğimiz varlık, yani çocuk samimi bir varlıktır, düşüncelerini söylerken yedeğinde başka bir takvimi olmaz.
Sanırım ilk görünen nedeni, kibir. Bu tabiri kullanmama izin verin, insanın tanrılaşma temayülü bu. Eksik olduğunu fark etmeyen insan karar sürecinde yalnız kendisinin olmasını ister. İnsan eksik bir varlıktır, eksik olduğunu bilen insan hayata başkasını katar. Çocuk, her alanda doğru yapar, doğruyu söyler demiyoruz elbette ama diyoruz ki çocuk, menfaat düşüncesiyle hareket etmediği için doğruyu yama olasılığı bazen büyüklerden bile fazla olabilir.
Sokağı çok önemsediklerini gördük. Mümkün olduğunca sokakta oynamak istiyorlar. Biz buradan doğrusu şunu çıkarıyoruz; çocuklar, evleriyle oyun hayatları arasında bir ilişki kurmak istiyorlar. Yalıtılmış, özel bir saha olarak görmüyorlar oyun sahasını. Yaşadığı yerde, eviyle doğrudan ilişkili bir yerde oynayabilmeyi istiyor.
Her gün karşılaştıkları elektronik oyunlardan ziyade daha geleneksel oyunlara daha fazla ilgi duyuyorlar. Tabi burada çocuğun elektronik araçlarla ilişkisini sıfıra indirmek gibi bir anlam çıkmamalı. Bakın, robot üreten çocukların aynı zamanda sokaklarında oynamak istedikleri yönündeki kuvvetli bir talepleri var.