|

Şule’ce yazmak, bir bahçıvan gibi…

Yazar Şule Yüksel herkesin yazısını, kelimelerini, cümlelerini besleyen kendisi gibi kadın yazarlar çoğalsın diye emek veren yol gösteren yön veren, bu konuda bir kibre, kıskançlığa kapılmayan, fikir vermekte yol göstermekte asla hasislik yapmayan biriydi

04:00 - 15/03/2024 Cuma
Güncelleme: 14:23 - 15/03/2024 Cuma
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.
DEMET TEZCAN

“Gazeteci” Şule Yüksel, “Hatibe” Şule Yüksel, “Aksiyon İnsanı” Şule Yüksel, “Direnişçi” Şule Yüksel, “Mücahide” Şule Yüksel, “Müslüman Kadın” Şule Yüksel, “Abla” Şule Yüksel ve tüm bu vasıfları her satırlarında mündemiç “Yazar” Şule Yüksel.


Neden bilmem şu satırları yazarken “Bahçıvan Şule Yüksel” diyesim geldi. Elindeki kalemi bir bahçıvan kovası gibi çiçek çiçek, renk renk tüm kelimeleriyle su veriyor. Her birinin şahsında manevi annesi olduğu milletin evlatlarının filizlenip boy sürmelerini bekliyor, gözlemliyor, sabrediyor, ama ağırdan da almıyor. Yetiştirdikçe yetiştiriyor.

Çiçek düşkünü bazı hanımlar vardır evin bir bölümü yahut balkonu çiçekleri tarafından tutulmuştur günden güne çoğalır, eksilmez artarlar hiçbirinin bir yaprağı, kırılan bir dalı gözden çıkarılmaz hemen toprağına uygun bir saksının içine iliştiriverilir orada yeniden yeşertilir. Öyle maharetlidir o eller, öyle sevgi dolu, öyle inançlı…

Bir de ikram etmeyi severler. En güzel ikramlarıdır çiçeklerinden bir dal koparıp bir başka ocakta yeşersin, bir başka toprakta büyüyüp boy versin diye sunmak, elden ele ulaştırırlar.

İşte, Şule Yüksel Şenler’in yazarlığı da böyledir. Bir yandan çiçek çiçek kendi satırlarında açarken kelimeler, öte yanda senin kelimelerin de filizlensin, boy versin çiçeklensin ister.

Bir yandan yazdıklarıyla bahçıvanlığını sürdürürken, diğer yanda çiçek yetiştirenler çoğalsın ister.


Hatırlıyorum “Sen yazmalısın” dediği ilk karşılaşmamızdan kısa bir süre sonra Güngören’deki evinde ağırlıyor beni. Elimde bir deste kâğıtla acemi yazarlığım, gençliğimden aldığım cüretkârlıkla toprağına, saksısına, mevsimine bakmaksızın saçtığım kelimelerim. Şule Ablanın misafiri olmanın heyecanı ve okuduğu satırlara yapacağı yorumların ürkekliğiyle işte kapısındayım.


İLK ELEŞTİRMENİM ŞULE YÜKSEL

Ürkek, heyecanlı durduğum yer “Şule Ablanın” evinin kapısı mı, yoksa tıklatıp açılmasını beklediğim ve mütebessim kabulüyle açıp, buyur ettiği yazarlığın kapısı mı?

Kapıyı dinç dinamik bir şekilde yüzünde gülücüklerle açıyor. Yüzündeki canlı gülümsemesiyle uyumlu turuncu renk ağırlıklı desenli boydan bir elbise, başında omuzlarından aşağı sarkmış dolama bir örtü, ayaklarında açık düz terlikler aklımda bugün gibi. Yer minderli küçük odasına alıyor beni. Oturmuş bekliyorum. Elinde bir meyve tabağı önüme bırakıyor yavaşça, sonra çevik bir hareketle kıvrılıverip oturuyor yanımdaki yer minderine. Elinde kalem, elinde yazdığım acemi satırları okuyor, nokta koyuyor, virgül koyuyor, karalanması gereken yer olursa nasıl karalayacağımı gösteriyor.


Daha sonra başka buluşmalar, başka yazılar, başka okumalar. Kelimelerimi düzeltiyor şunu demek daha doğru olur diyor ve aslında düzelttiği sadece o satırlar üzerindeki kelimeler değil tüm bakış açımı, olaylar karşısındaki tavrımı, yorumumu yönlendiriyor.


Nice genç kapısını röportaj için çalardı. Hiçbirine “Sen gençsin, toysun, acemisin, bu çiçekler senin toprağında yetişmez.” demezdi. ‘Zaman ayıracağım, röportaj vereceğim, yayınlanır mı yayınlanmaz mı, bu genç okunur mu’ hesabına girmezdi.


Yazar Şule Yüksel herkesin yazısını, kelimelerini, cümlelerini besleyen, kendisi gibi kadın yazarlar çoğalsın diye emek veren, yol gösteren, yön veren, bu konuda bir kibre, kıskançlığa kapılmayan, fikir vermekte yol göstermekte asla hasislik yapmayan biriydi. Kim bilir bilmediğimiz kimlerin yazmasına vesile olmuş, yolunu açmıştı. Ama bilirim ki bunu hep yapmıştı.

Toplumsal olaylara, gençlik hareketlerine, gençliğin içine girdiği bunalıma, kadınlık durumuna, siyasete, ideolojilere, dünya ve ahirete, fert fert sorumlu bir kul olmaya, toplumsal dinamikleri gözlemleyip tavır almaya, duruş sergilemeye dair yazdı.


Katarakt ameliyatı olmuştu, banyoda düşüp başını çamaşır makinesine çarpmış ve gözünün retinası yırtılmıştı. Felç geçirip sağ kolu tutmaz olmuştu. Gecikmiş olabilirdi ama vazgeçmezdi yazmaktan. Keçeli kalemle yazılmış, ancak görebildiği için kalın ve koca koca satırları dururdu arşivinde. Onun yaptığı tüm bedensel sıkıntılara, yaşadığı ruhsal yıkımlara rağmen çiçeklerini sulamaktan vazgeçmemek değilse neydi?


MÜSLÜMANCA BİR DURUŞ

Savunma hattıdır onun satırbaşı durduğu yer. “Kul olmayı”, “Davasını”, “Müslüman Türk Kadınlığını”, “Anne olmayı”, “Eş olmayı”, “Yoldaş Olmayı” , Hayatı mümince yaşamayı” “mücadeleyi elden bırakmamayı” “boş durmamayı” “meydanı boş bırakmamayı” ve dahi “Meydan Okumayı” yaşadığı ve bir öğretmen titizliğiyle öğrettiği alandır.

İsmi bilinen ya da bilinmeyen, öğretmenliğin, yol göstericiliğinin hakkını veren veya vermeyen sayısız kadın yazarın yolunu kalemiyle kazıya kazıya açmıştır.

Bugün kürsülerden hitap edebilen pek çok kadının kürsüye giden ilk adımlarını o atmış, adeta ellerinden tutup peşinden sürükleye sürükleye kürsüye çıkarmış, savunulacak bir davası olduğuna inanıyorsa yola düşmeyi öğretmiştir.


Okuyucu mektuplarının pek çoğuna köşe yazısında yer vererek sütununa taşımıştır. Onların seslerinin dahi zarfın içinde kaybolup gitmesine müsaade etmediği gibi, Necip Fazıl Kısakürek gibi üstatlarla paylaştığı sayfasında yazılarını dört gözle okumayı bekleyen okuyucusuna sütunundan ulaştırır, kitaplarına konu ederdi.

Paylaşmakta çok cömertti. Döneminin tek kadın yazarı, kürsülerin tek kadın hatibi olmasına rağmen kibre bulaşmamış, olanca cömertliğiyle paylaştığı, çoğalttığı bir yazarlığı vardı.

Onun kelimeleri şimdi sadece yazdığı birbirinden kıymetli eserlerde değil, kalemine Şule Yüksel ruhu sinen nice kadın yazarın cümlelerinde yaşamaya devam ediyor.

#aktüel
#edebiyat
#hayat
2 ay önce