|

Türk aydınına bol gelen elbise: Bohem

Cem Yılmaz Budan’ın kaleme aldığı Türk Edebiyatında Bohem, Sel Yayıncılık’tan çıktı. Bohemi tarihi, sosyolojik ve felsefi bağlamda inceleyen çalışma, edebiyatımızın köşe taşlarını oluşturan isimlerin bohem hayat pratiklerini eserlerine nasıl yansıttıklarını da anlatıyor.

Arzu Şahin
04:00 - 15/02/2024 Perşembe
Güncelleme: 00:19 - 15/02/2024 Perşembe
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv

Bohem denince zihnimizde canlanan resim hemen hemen aynı. “Nerde akşam orda sabah” bir hayat tarzını benimseyen, giyiminden tavırlarına, ideolojik duruşundan gündelik hayatına düzene başkaldıran “birisini” temsil ediyor bohem. Cem Yılmaz Budan’ın kaleme aldığı Türk Edebiyatında Bohem, bu şekilci yaklaşımın dışına çıkarak bohemin ruhuna odaklanan bir çalışma. Kitap, edebiyatımızın usta isimlerinin bohem hayatlarına yakından bakmamızı ve bu yaşam biçiminin eserlerine nasıl etki ettiğini detaylı bir şekilde anlatıyor. Abdülhak Hamid Tarhan’dan Fikret Adil’e, Necip Fazıl Kısakürek’ten Peyami Safa’ya, Attila İlhan’dan Sait Faik Abasıyanık’a, Orhan Veli Kanık’tan Hayalet Oğuz’a, Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e geniş bir yelpazede yazarlara nüfus eden bohem yaşam biçimini okudukça romanlar, hikayeler ve şiirler aracılığıyla bizlere sunulan “bohemi” zaten tanıdığımızı farkediyoruz. İsterseniz sıradan hayatlarımızın sıra dışı kahramanlarını var eden yazarlarla aynı masanın etrafında oturup edebiyatımızı şekillendiren bohem olgusuna daha yakından bakalım.


ÇEKİMSER BOHEMLER; ASMALIMESCİT KUŞAĞI

Bohem, Fransa’da 19. yüzyılın ilk yarısında belirli sanat çevreleri arasında gelişen ve özgün bir yaşam tarzını ifade etmek için kullanılan bir kavram. “Müptezellik” ve “derbederlik” tanımlamalarını içinde barındıran bohem, sanatın her dalında avangart bir tavrı benimsemiş ve gelenekten koparak yepyeni bir dalga oluşturmuş. Türk boheminin doğuşu ise bir asır sonraya denk geliyor. Cem Yılmaz Budan, bu gecikmeyi Osmanlı’nın toplumsal yapısının farklılığına ve burjuvazinin müstakil bir sınıf olarak daha geç ortaya çıkmasına bağlıyor.

1930’larda Fikret Adil etrafında toplanan ve Peyami Safa ile Necip Fazıl Kısakürek’in içinde yer aldığı Asmalımescit Kuşağı Türk edebiyatının ilk bohem topluluğu olarak kayda geçiyor. Bu topluluğu Asmalımescit 74 adlı otobiyografik eserinde detaylı bir şekilde anlatan Fikret Adil, birleştirici ve öncü bir figür olarak karşımıza çıkıyor. İlk bohem kuşağın melez yapısını detaylı bir şekilde anlatan ve yazarların eserlerinden örnekler veren Cem Yılmaz Budan, Peyami Safa’nın bohem hayatından çıkış yolunu evlilikle, Necip Fazıl Kısakürek’in ise dine yönelerek bulduğunu belirtiyor. İlk bohem kuşağın iki önemli isminin 30’lu yaşlardan sonra yeni hayatlara yelken açtığını söyleyen Budan, geleneğin ilk bohemlere galip geldiğini ve Avrupa’daki gibi tüm hayata yayılan bohem bir anlayışın bu kuşaktan çıkmadığını söylüyor.

“Fikret Adil’e göre Türk toplumu batı medeniyetine “bar kapısından” girmiştir” diyen Budan, ilk kuşağın yaşadığı mahalle baskısını ise şu cümlelerle anlatıyor “Bohemi Paris’ten İstanbul’a taşıyan Asmalımescit Kuşağı kendisini onun hiçbir fiili olanağından zorlamamıştır. Bununla birlikte bohem yaşam pratiğine dair deneyim, gözlem ve izlenimlerini naklettiği anlatılarında, maruz kalacağını öngördüğü mahalle baskısından çekinerek onu kendi yerel değerlerine uyarlamaya da çalışmıştır.”

Türk edebiyat tarihinin ikinci bohem kuşağı olan Baylan Kuşağı ise 1950’lerde Attila İlhan’ın etrafında toplanan Demir Özlü, Ferit Edgü, Ahmet Oktay, Demirtaş Ceyhun, Asaf Çiyiltepe, Oğuz Arıkanlı ve Yılmaz Gruda gibi sanatçıların Beyoğlu’ndaki Baylan Pastanesi’nde biraraya gelerek oluşturdukları bir topluluk. Orhan Kemal’in Attila İlhan’ı tesadüfen bu pastaneye çağırmasıyla başlayan hikaye, zaman içinde büyüyerek bu kuşağı oluşturuyor. Kendisi düzenle barışık olsa da bohemin Türkiye’de soykütüğünü çıkaran Ahmet Oktay’a ayrı bir başlık açan yazar, Oktay’ın Gizli Çekmece adlı kitabından önemli anekdotları aktararak ekliyor; “Türk okuru Degüstasyon’un Behçet Necatigil, Sabahattin Kudret ve Melih Cevdet Anday’ın uğrak yeri olduğundan, Edip Cansever’in birahanelerde çevresini gözlemleyerek şiiri için malzeme topladığından, Can Yücel’in rindane duruşundan, Nur Sabuncu’nun hazin intiharından ya da Sait Faik’in Leyla Erbil’e duyduğu aşktan yine Ahmet Oktay’ın anıları aracılığıyla haberdar olma imkanı bulmaktadır.”

Tezer Özlü ve Leyla Erbil üzerinden kadınların bohem meclislerinde uğradıkları cinsiyet ayrımcılığını ve bunun yazarların romanlarında nasıl yer bulduğunu anlatan yazar, Baylan Kuşağı’nın Asmalımescit Kuşağı’ndan farklarını da ortaya koyuyor; Buna göre Baylancılar daha aksiyoner, geleneği rafa kaldırarak tüm çekimserlikleri üzerinden atmış, daha politik ve kendilerine oto sansür uygulamayan bir kuşak olarak var oluyor. Ancak bohem yaşamı bir gençlik hevesi olarak gören Asmalımescit Kuşağı’nın açtığı yolda ilerleyen Baylan Kuşağı da özellikle ideolojik yaklaşımları nedeniyle tam olarak Paris’teki bohemlere benzemiyor.


BOHEMİN VÜCUT BULMUŞ HALİ; HAYALET OĞUZ

İki ana bohem kuşağını detaylı bir şekilde inceleyen çalışma, bu kuşakların dışında tekil örnekleri de ayrı bölümlerde okura sunuyor. Asmalımescit Kuşağı’ndan önce Abdülhak Hamit Tarhan, iki kuşak arasında bir yalnız gezgin Sait Faik Abasıyanık, şarkısı yarıda kalmış Cahit Sıtkı Tarancı ve esrarengiz bohem Oğuz Haluk Alplaçin burada karşımıza çıkıyor.Bu figürlerden Hayalet Oğuz lakabıyla bilinen Oğuz Haluk Alplaçin, en çok dikkatimi çeken isim oluyor. Çevresinde onu tanıyan hiç kimsenin hayatının detaylarına vakıf olmadığı, yıllar boyu mülk sahibi olmadan sanatçıların evlerinde kalan, yaptığı çeviriler ve yazılarıyla günü kurtararak geçinen, bir keresinde kaldığı ucuz motele parası olmadığı için üzerinde çalıştığı çeviriyi rehin bırakan, ona rastlayanları rahatsız etmeden Pera’da dolaşan Hayalet Oğuz, bohemin ete kemiğe bürünmüş hali olarak yaşıyor. Yazar onun için “Bohem sanatkar kimliği hazır bir kıyafet olsaydı, bu kıyafetin üzerine kusursuz bir biçimde oturacağı yegane figür, şüphesiz Hayalet Oğuz olurdu” diyor.

Son söz niyetine bohem kuşağın 1970’li yıllardan itibaren irtifa kaybettiğini ve zaman içinde yok olduğunu söyleyen Cem Yılmaz Budan, bohem topluluklarının, içinde yer alan sanatçıların eserlerine büyük katkı sağladığını ve bugün artık kaybolan eleştiri kültürünün en canlı şekilde yaşandığı ortamlar olduğunu vurguluyor. Ülkemizde bohem sanatçıların yolculuğunu başarılı bir şekilde aktaran Türk Edebiyatında Bohem, bohemlerin mekanlarının yok olmasıyla beraber yitirilen hafızayı kültürel belleğimize kaydettiği için de önemli bir yerde duruyor.


#hayat
#aktüel
#kitap
2 ay önce