|

Türk halkının metanetinden çok etkilendim: Şehitler ve hayatta kalanlar

Kendi değişim hikâyesini anlattığı “Su Üstüne Yazı Yazmak” kitabıyla Türk okurlarının tanıdığı ve aynı zamanda psikoloji, eğitim ve aile danışmanlığı alanlarında çalışmalar yapan Prof. Dr. Muhyiddin Şekur, depremin yaralarını sardığımız şu günlerde Yeni Şafak Pazar okurları için bir yazı kaleme aldı.

04:00 - 26/02/2023 Pazar
Güncelleme: 03:49 - 26/02/2023 Pazar
Yeni Şafak
Prof.Dr. Muhyiddin Şekur depremin yaralarını sardığımız şu günlerde Yeni Şafak Pazar okurları için bir yazı kaleme aldı.
Prof.Dr. Muhyiddin Şekur depremin yaralarını sardığımız şu günlerde Yeni Şafak Pazar okurları için bir yazı kaleme aldı.
MUHYİDDİN ŞEKUR

Tüm Türkiye 6 Şubat sabahına, insanoğlunu ürperten, sarsan ve dehşet içinde bırakan bir haberle uyandı; Türkiye’nin Güneydoğu bölgesi ile Suriye çok büyük bir depremle sallanmıştı. En ufak bir deprem sarsıntısı yaşamış her kimse, damarlarında adeta nabız gibi atan korkunun, ailesine ve yakınlarındaki diğer insanlara dair zihnini dolduran endişe ve kaygının kıskacından kaçamaz. Her ne kadar bu hadisenin merkez üssünden uzakta olsak da, İstanbul’da olan bir çoğumuz Türkiye’nin güneydoğu şehirlerinde inşa edilmiş binaların kumdan kaleler gibi yıkıldığı görüntüler karşısında derinden sarsıldık. Birisinden şöyle bir cümle duydum: “Her yılın sonunda, kötü bir yılı geride bıraktığımızı düşünerek yeni yıla adım atıyoruz. Fakat sonra daha da büyük bir felaketle karşı karşıya kalıyoruz.”

BOSNA SAVAŞI GİBİ ETKİLENDİM

Gaziantep bölgesinden 7.8’lik yıkıcı deprem haberlerini, fotoğrafları ve sarsıcı video kliplerini gördüğümde çok sarsıldım. 15 Temmuz sürecinden sonra televizyondaki haberleri hiç bu kadar düzenli bir şekilde takip etmemiştim. Aslına bakarsanız, iki hafta boyunca depremle ilgili haberleri ve görüntüleri takip ettikten sonra, televizyonun başından kalkmakta zorlandığımı fark ettim, zira durmaksızın ayrıntıları yakalamaya çalışıyordum. İki hafta sonrasında dahi depremle ilgili haberler günün neredeyse yirmi dört saati boyunca yayınlanmaya devam ediyordu. Kendi açımdan, depremle ilgili haberleri daha sık takip ettikçe, bedenimin ve zihnimin pusulası, beni neredeyse yirmi yıl önce savaş zamanı Bosna’da bulunduğum anılarıma götürdü. Türkiye’nin doğusundaki yıkıcı depremlere dair farkındalığım savaş bölgesindeki eski anılarımla bir araya geldiğinde; tıpkı milliyetçi Sırbistan tarafından kuşatılan Bosna için hissettiğim şefkat ve endişeyi tüm Türkiye için de hissettim. Deprem ile ilgili paylaşım yapmam rica edildiğinde, bir yazı ile dahi olsa destek verebilme fırsatı beni çok onurlandırdı. Bu sayede hiç değilse Türkiye halkının ve ailelerinin yanında olduğumu ifade edebilme fırsatım olacaktı. Türkiye halkının içinde bulunduğu mevcut şartlara rağmen, zorluklara karşı verdiği mücadele, hayatta kalma çabası ve yıkıcı kayıplar karşısında sergilediği vakar, cesaret ve metanet beni derinden etkiledi. Sözümdür ki, trajik bir şekilde sevdiklerini kaybetmenin büyük acısını yaşayanların kalplerinden hıfzını, merhametini ve lütfunu esirgememesi için Allah’a dua edeceğim. Ve yine istiyoruz ki Allah’ın lütfu, muhabbeti ve merhameti, deprem dehşetini yaşayıp enkaz altından sağ çıkan ama kendisine gelecekte bir yol çizmek için önünde hâlâ zorluklar bulunanların üzerine olsun inşaallah. Şu ana kadar tüm dünya, Türkiye’de meydana gelen depremin görüntülerine şahitlik etti.

HEPİMİZ FELAKETE ŞAHİT OLDUK

Bazıları televizyonlarından, bazıları uzaktan, bazılarıysa çok yakından hatta enkazın yanı başında şahit oldular tüm olanlara. Olağanüstü arama ve tarama çabaları hem mucizevi kurtarmalarla hem de yürek parçalayıcı kayıplarla sonuçlandı. Yakından veya uzaktan bir felakete şahit olmanın, yadsınamaz içsel bir etkisi vardır. Elbette yakında olmakla uzakta olmak aynı olamaz. Fakat çağdaş teknoloji ağı ile, giderek daha çoğumuz trajik hadiselere dair haberleri evlerimizden, telefonlarımızdan görebiliyoruz. Afet şiddetinin hızına, ne denli yıkıcı ve tahrip edici olabileceğine ve bizlerin ne kadar kırılgan olduğuna dair fikir sahibi olabiliyoruz. Devasa binaların saniyeler içinde un ufak olduğunu görüyoruz. Başımızdan daha önce herhangi bir felaket geçmediyse, insanın evinin ve yaşadığı semtin tamamının toz ve parçalanmış taş yığınına dönüştüğüne ve insanların da bu yıkıntılar tarafından yutulduğuna şahit olmasının nasıl bir şey olduğunu idrak etmek muhtemelen bizim için zor olacaktır. Türkiye’de son yaşanan deprem hadiselerine tanık olsak dahi, böylesi bir felaketten nasıl sağ çıkılabileceğini aklımız almıyor. Türkiye ve Suriye’de depremin vurduğu şehirlerinde yaşayan çok sayıda kişi ilk dehşet anlarını bizzat yaşadılar. Bazıları, erkek, kadın ve hatta çocuklar olsun, dışarıda sokakta gözlerinin önünde saniyeler içinde yıkılan binaların gürültüsünü duydular, karşılarındaki manzaranın inanılmazlığını görüp hissettiler. Aramızdan bazıları televizyon karşısında oturma odalarından şahit oldu yaşananlara. Nereden izlemiş olursak olalım, hepimiz derinden etkilendik. Fakat, derinden etkilenmiş olmak, bizi meselenin derinliklerine götürmeyebilir. Yapmaya çalışmamız gereken şey, gördüklerimizin bizi dönüştürüp dönüştürmediğini fark etmek olmalı. Enkaz yığınlarını gördüğümüzde, “Oradaki ben de olabilirdim” düşüncesi çakıyor mu zihnimizde? Depremin etkisini ve sonuçlarını gördükten sonra, hayatta ve güvende olduğumuz için daha çok şükrediyor muyuz? Böylesine büyük bir trajediye tanık olduğumuz için günlük rutin alışkanlıklarımızda değişikliğe gidiyor muyuz? Yaşananlar kişisel farkındalık seviyemizi değiştirdi mi? Evimizde çıkış kapısına yakın acil durum çantalarımız hazır mı? Başka bir deyişle, depremin yaşadığım şehir, mahalle ve hatta evimi de vurabileceği ihtimalini idrak ediyor muyum?

İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

DEPREM ŞEHİTLERİ VE HAYATTA KALANLARA DAİR

Evet, enkazın iki tarafında da muhtemelen suçlu insanlar olduğunu biliyoruz ve şüphesiz kaçmaya çalışan bencil emlakçılar ve meslek ahlakına uymayan müteahhitler de var. Bütün bunlara rağmen, akıl almaz acıların boyutu karşısında sarsılırken, insanın olabileceği en iyi hali bize göstererek gurur duymamızı sağlayan şeyler de olduğu konusunda okuyucular da hemfikir olacaklardır. Günlerce yorulmadan ve umutsuzluğa kapılmadan çalışan kurtarma ekiplerine şahit olduk. Zaman fazlasıyla geçmiş olsa dahi, ekipler olağanüstü ve mucizevi kurtarmalar yapmaya devam ettiler. Muazzam çaptaki ihtiyaçları karşılamak için aciliyet duygusuyla hareket edilmesi gerektiğinin farkındaydılar. Dünya genelinde fevkalade maddi bağışlar yapıldı ve kurtarma operasyonlarına aktif katılımla destek verildi. Fakat aynı zamanda, şu anda, olayların olağanüstü ürkütücü boyutu karşısında kişisel bir denge bulmak son derece zor görünüyor. Depremlerin oluşmasına sebebiyet veren tektonik plakalar ve sismik hareketlilik neden var Allah bilir. O’nun bize kendimizi kurban gibi hissettirme niyetinin olduğunu düşünmüyorum. Fakat savunmasız olduğumuzu anlamamızın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ülkemizin depremlere son derece yatkın olduğunu biliyoruz. Yaşanan son olaylar, Türkiye’de “mağdur” teriminin deprem sözlüğünden çıkarılması gerektiğini düşündürtüyor bana. Deprem gibi zor ve yıkıcı bir sınamadan geçip sağ kalanların mağdur yerine “hayatta kalanlar” olarak anılmasının çok önemli ve güçlendirici olduğunu düşünüyorum. Hayatını kaybedenlerin “şehit” veya şahit olarak anılıyor olması da şeref ve hürmettendir. “Hayatta kalan” teriminin, “mağdur” teriminden çok daha az kendini yerici ve çok daha fazla iyileştirme potansiyeline sahip olduğunu düşünüyorum. Hayat mumu cılızlaşmış ama hâlâ yanmakta iken kendini mağdur olarak tanımlamak, umudu kaybetmeye ve pes etmeye doğru bir adım gibi geliyor. Bir kişi felakete yakalandığında, kendini sabote eden fısıltıları duyabilir veya güçsüz ve yenilmiş hissedebilir. Böyle olsa dahi, “hayatta kalan” unvanı ve tanımı, “mağdur/kurban” unvanına kıyasla şifa ve yenilenmeye doğru çok daha fazla bir potansiyel barındırır. Felaketten sağ kurtulanın da bir tür tanık olduğunu söyleyebiliriz. Ancak tanık da olsa “hayatta kalan” da olsa asla mağdur/kurban olarak değerlendirilmemelidir. Anlamanızı isterim ki, umudum bu önerimi kişisel hayatınızda gerçekleştirebilmeniz. Sistem, “mağdur” terimine ve kavramına güçlü bir şekilde bağlı olabilir. Doğrusunu söylemek gerekirse, mağdur ya da diğer bir deyişle kurban kelimesi göründüğünden çok daha karmaşık bir anlam taşır.

TANIKLIK FARKINDALIK OLUŞTURUR

Fakat kişisel olarak, sizin ve benim için, “mağdur/kurban” yerine “hayatta kalan/tanık” bakış açısı, tüm ülke genelinde televizyonun daha etkin bir şekilde kullanılmasına yardımcı olabilir. Böyle bir bakış açısı kişisel olarak bize fayda sağlayabilir ve olağanüstü yıkım, kriz ve değişim anlarında koruyucu olabilir. Genellikle televizyonlarımızın önünde geçirerek boşa harcadığımız saatlerin arasında birkaç dakika anlamlı bir “farkındalığın” ilhamını duyabiliriz. Deprem sonrası günlerin yavaş akan anlarında, muhtemelen günlük hayattaki önceliklerle ilgili bazı değişimler kaçınılmaz olacaktır. Şimdi de içinde bulunduğumuz anda, insan yaşamının ve hayatta kalmanın, kişisel denge haline, amellere ve zamanın nasıl kullanıldığına açık bir şekilde bağlı olduğunu görebiliriz. Bu dünyada, bu zamanda, şimdi ve burada, kendimize ve başkalarına hizmet ederek ahirette mizanımızın dengesini değiştirebileceğimizi fark edebiliriz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin hocası Şems-i Tebrîzî der ki: “Cehennem azabından kurtulmak istiyorsan, hizmet et!” Televizyonu açtığımızda ya da trajedinin yaşandığı bölgede bulunurken, değişik kökenlerden insanların iş birliği içinde çalıştığını görmek yüreklendirici değil mi? Farklı fikirlere ve inançlara sahip kişileri, şahsi bakış açılarını ve önyargılarını bir kenara bırakmış halde, felakete uğramış, acı ve ıstırap içinde olan diğerlerine yardım ederken görmek umut verici değil mi? Benim için, kurtarma bölgelerindeki beyaz baretler, yardım eden herkesi anlatan çok güzel bir sembol. Yardıma giden kişilerin samimi olmaları yeterlidir, fakat şüphesiz ki olağanüstü kriz zamanlarında bazı tecrübelere sahip olmaları da azami önem taşır. Bununla birlikte, yardım, kocaman bir traktörle ya da damperli bir kamyonla gelebilir. Molozları elle ya da kürekle kaldırarak ya da enkazda sıkışmış bir kişiyi çıkararak da. Yardıma koşanlar, eğitimli kurtarma köpekleri ile onlardan sorumlu yetkililer olabileceği gibi, bir kap yemek veren, çadır kuran, battaniye dağıtan, bağış yapan, samimi bir dilekte bulunan veya gönülden dua eden, ya da sadece gönülden güvenlik ve yenilenme umutlarıyla geleceğe devam edenler de olabilir. Elem Tera? Kur’an’da sorulan bir farkındalık sorusudur bu. Depremden sonra geride kalanların hepsi “tanık/şahit” oldular. Ve muhtemelen depremlerin sonunu da henüz görmedik. Sadece Allah bilir ama, bu son derece zor ve dönüştürme potansiyeli taşıyan bu zamanda, iyi bir soru Elem Tera. Sizlerin ve benim fark edip etmeyeceğimize, bu zamanda gördüklerimiz ve şahitlik etmekte olduğumuz şeyler karşısında değişip değişmeyeceğimize dair basit, fakat insanın içine işleyen bir soru: “Görmedin mi?”


(*) Görmedin mi?


Not:
Sevgili okurlar, görüp görmeyeceğimizle ilgili soruyu şimdi hakikaten sorma zamanı. Bu makaleyi teslim etmeden önce bölgede başka bir deprem daha meydana geldi. Üç kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi de yaralandı. Allah’ın rahmeti hepimizin üzerine olsun.
#Muhyiddin Şekur
#Deprem
#Yardım
#Türkiye
1 yıl önce