|

Türklerin kelimelere ihtiyacı yok

Polonya canlandırma sinemasının en yaratıcı yönetmenlerinden Mariusz Wilczynski ve film eleştirmeni Adriana Prodesus İKSV Film Festivali kapsamında Türkiye'ye geldi. Prodeus, 'Türk toplumu renklere, hareketlere, görselliğe duyarlı bir toplum. İnsanların duygularını harekete geçirmek için kelimelere gerek yok' diyor.

Harun Karaburç
00:00 - 4/05/2014 Pazar
Güncelleme: 15:51 - 3/05/2014 Cumartesi
Yeni Şafak
Türklerin kelimelere ihtiyacı yok
Türklerin kelimelere ihtiyacı yok

Uzunuyla kısasıyla, renklisiyle siyah beyazıyla, komiğiyle dramıyla bir festivali daha geride bıraktık. Türkiye'nin en kapsamlı sinema organizasyonu olan İstanbul Film Festivali, birçok filmi izleyiciyle buluşturdu, sinefillerin biraz yüzünü güldürdü, biraz ağlattı. Galalar, ödül törenleri, çeşitli söyleşilerle de içimizdeki sinema tutkusu perçinlendi. Bu yıl 33'üncüsü düzenlenen festivalin pek çok özel bölümü vardı. Bu bölümlerden biri de Polonya Deneysel Canlandırma sineması idi. Polonya'dan birçok film bu bölüm kapsamında izleyicinin beğenisine sunuldu. Festival kapsamında deneysel canlandırma sineması

hakkında konuşmak üzere yönetmen Mariusz Wilczynski ve film eleştirmeni Adriana Prodesus, canlandırma sanatçısı Berat İlk moderatörlüğünde Pera Müzesi'nde bir araya geldiler. Animasyon filmlerinin genelde çocuklar için yapıldığına dair yanlış bir algı var. Mariusz ve Adriana bu algının yavaş yavaş yıkıldığına/ yıkılması gerektiğine vurgu yapıyorlar. Animasyon filmlerin görsel sanatlarla yakın ilişki içinde olduğunu hatırlatan Prodeus, Türk toplumunun renklere, hareketlere ve görselliğe duyarlı olduğunu söylüyor ve ekliyor: Türkiye'de insanların duygularını harekete geçirmek için kelimelere gerek yok.

Canlandırma sineması ile klasik sinema arasında nasıl bağ kuruyorsunuz?

Mariusz: Çok zor bir soru. Animasyon filmleri çok çeşitli formlarda var olabilirler. Kendi çalıştığım film hakkında konuşacak olursam. Şuan uzun metrajlı bir film hazırlığındayım. Bu filmde Polonya'nın çok tanınmış sanatçıları sesleriyle canlandırma yapacaklar. Bu canlandırmada kendi karakterlerini de verecekler. Ancak bu insanların ses tonları, okuyuş şekilleri, seslerini kullanma şekilleri benim karakteri ne şekilde çizeceğimi de yönlendirecek. Klasik filmde eğer oyuncu bir ağaca dönüşürse ondan sonra da bir yıldıza dönüşürse bir acayiplik var demektir ama animasyonda bu mümkündür.

Kill it and Leave This City (Öldür ve Kenti Terk Et) üzerinde çalışıyorsunuz. Film şuan hangi aşamada?

Mariusz: Bütün karakterler çizilmiş durumda. Fon müzikleri hazır. Bütün sahne planları hazır. Senaryo hazır. Montajı da yapıldı. Bu forma animatik diyoruz biz. Artık bundan sonra ekibim ve ben çizimleri hazırlamamız lazım. Sekiz kişi çalışacağız ve yaklaşık iki sene boyunca çizim yapacağız. Ondan sonra sadece seslerin kaydı yapılacak. Efektler yapılacak. Aslında arşivden de sesleme alınabilir ama biz orijinal olsun istiyoruz.

Canlandırma sinemasının zorlukları neler?

Mariusz: Önemli bir noktaya parmak bastınız. Normal filmlerdeki zorluklarla animasyon filmindeki zorluklar farklı aşamalarda ortaya çıkıyor. Şimdi uçan kuş sürüsünü çekmek istesem normal filmde yarım saatte elde ederim. Ama bunları çizmeye kalktığımda iki ayımı alır. Çünkü saniyede 24 kare çizmek gerekiyor. Ama hızlı hareketleri anlatmak için saniyede 12 kare çizmem yeterli oluyor. Ama diğer taraftan da normal filmi çekmek için oyuncuya ihtiyaç var ve onların kaprisleriyle uğraşmak zorundasınız. Halbuki canlandırma sinemasında oturup çiziyorsunuz. Birbirine karşılık gelmeyen aşamalarda zorluklar ortaya çıkıyor.

ANİMASYONDA EVRENSEL BİR DİL VAR
İKSV'de Polonya Deneysel Canlandırma Sineması için ayrı bir bölüm açılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Marius: Bence gerek Polonya animasyon filmlerinin gerek varsa Türkiye'deki animasyon filmlerinin Polonya'da gösterilmesi bu iki halkı birbirine yaklaştıracaktır. İnsanlar deneysel sinemaya karşı aralarında mesafe koyuyorlar. Ancak bu mesafe zamanla kaybolacaktır diye umuyorum. Polonya'da bu tip öncü bir takım akımlara insanlar tepki gösteriyorlar.

Adriana: Animasyon kültürlerarası birleşmenin irtibatın önemli öğesi haline geliyor. Çünkü orada kullanılan dil evrensel bir dil. Türk toplumu renklere, hareketlere, görselliğe duyarlı bir toplum. Orada kelimelere gerek yok insanların duygularını harekete geçirmek için. Biz Türk sinemasını hiç tanımıyoruz. Umarız ki Türkiye sinemasını daha yakından tanıma fırsatı buluruz. Polonya'da Nuri Bilge Ceylan çok seviliyor. Onun yarattığı tiplemeler, gösterdiği manzaralar bize yakın.

Klasik sinema ve animasyon filmlerini eleştirirken hangi kriterlere dikkat ediyorsunuz?

Adriana: Animasyon filmleri güzel sanatlarla daha iç içe. En iyi animasyon filmleri bize bakmayı öğretiyor. Yani çok iyi bildiğimizi sandığımız bazı şeyleri birden bire fark etmeye başlıyoruz. Animasyon filmi bize bir hikaye atlatmak zorunda değil. Normal filmlerde birinci planda duygular var. En iyi kabul ettiğimiz filmler bizim duygularımızı en iyi hareketlendiren filmler oluyor.

Aslında hepimiz sanatçıyız
Öğrencilerle çalışmak sizin için nasıl bir deneyim?

Mariusz: Mükemmel bir deneyim. Profesyonellik gösteren öğrencilerim var. Benden farklı olarak Lost kentindeki film okulunu bitirdiler. Çeşitli tekniklere hakimler. Ben profesyonel değilim çünkü ben bunun okulunda okumadım. Öğrencilerim benimle çalışmayı çok seviyorlar, ben bunun farkındayım. Bana çok destekleri oluyor. Ben de onlara çok şey vermeye çalışıyorum. Ayrıca kendi yetiştirdiğiniz insanları büyük denizlere atmak müthiş bir deneyim.

Adriana: Ben Marius gibi olgunluk çağına gelmiş insanlarla değil de daha genç insanlarla çalışıyorum. Benim öğrencilerim yeni başlayan öğrenciler ve okula geldiklerinde henüz ne yapmak istediklerini bilen insanlar değiller. Film yapıyorlar, müzik yapıyorlar, sahne sanatlarıyla uğraşıyorlar, henüz belirlenmiş yönleri yok. Onların bulunduğu sınıflar, kendilerini tanımaları için ayrılmış sınıflar. Kendilerini anlama çağındalar. İleriki dönemlerde Mariusz'un öğrencileri gibi onlar da artık kendilerini sanat hayatının içinde bulacaklar. Yaratıcılıklarını gösterecekler. Eğitimin amacı artist yetiştirmek değil yaratıcı düşünceyi, duygusallığı ve hassaslığı ortaya çıkarmak. Herhangi bir eser üretmesek de hepimiz sanatçıyız aslında.

Animasyonu beynimiz yaratıyor
Canlandırma sinemasının görsel sanatlar ile arasındaki bağı nasıl yorumluyorsunuz?

Mariusz: Adriana'nın da söylediği gibi filmleri sınıflandırmak bazen çok zor. Film filmdir. Ama gerçekten bir takım farklılıklar var. Çünkü animasyon filmlerinde farklı, diğer filmlerde farklı çalışmak gerekiyor. Normal filmde oyuncunun jest ve mimikleri yoluyla anlatmak istediğiniz duyguyu elde ediyorsunuz. Bunu animasyonda yapmak mümkün değil. Renk ve müziği kullanarak o duyguyu yaratabilirsiniz ancak. Yani farklı bir ifade imkanı var orada.

Adriana: Animasyon; resim, grafik, fotoğraf ile genelde aynı dili kullanıyor. Yalnız burada hareket var. Animasyonun yaratıcıları aslında seyircilerin beyni çünkü seyircilerin beyni olmasa animasyon, art arda çekilmiş hareketsiz resimlerin birbiri ardına sıralanmış hali. Animasyon optik aldanmaya dayalıdır.

Canlı canlı animasyon
Sizin icat ettiğiniz bir teknik var. Sahnede canlı olarak animasyon yapıyorsunuz. Bu teknikten biraz bahsedebilir misiniz?

Marius: Animasyon filmini canlı olarak yaratmaya çalışıyorum. Kendi seçtiğim müzisyenleri çağırıyorum. Son zamanlarda senfonik orkestraları çağırıyorum. Bir ekran düşünün 10 metreye 8 metre. Altında bir orkestra var. Sağ tarafta bir şövale ve ben çizim yapıyorum. Kendi kafamda bir senaryo hazırlamış olarak geliyorum ve sol elimle kamerayı tutuyorum, sağ elimle de çiziyorum. Her şey canlı olarak yaratıldığı için seyirci de çıkardığı seslerle sana eşlik ediyor. Gerek orkestra gerek seyirci ve gerek ben yekvücut oluyoruz. Bazen bir saat olarak planladığım bir performans çok uzun sürebiliyor.

10 yıl önce