Alessio Romenzi, World Press Photo ödüllü bir fotoğrafçı. Kudüs'te yaşayan bir İtalyan. Ortadoğu'da uzun süre Arap Baharı'nı takip etti, Mısır ve Libya'da yaşanan olaylara çektiği karelerle tanıklık etti. Yine Suriye'de olaylar çıkınca bölgeye giren ilk giren gazetecilerden biri olan Alessio Romenzi, geçtiğimiz hafta World Press Photo - Dünya Basın Fotoğrafları 2013 sergisi için İstanbul'daydı. Forum İstanbul'daki sergiye 12'lik fotoğraf serisiyle katılan Romenzi ile savaş muhabirliğini ve Suriye'nin son durumunu konuştuk.
Sadece marangozluk değil birden fazla farklı meslekte çalıştım. Aslına bakarsanız 4 yıl önce tamamen farklı bir hayatım vardı, normal bir işim vardı. Ama fotoğrafçılık bir tutku ve bunu profesyonel olarak yapmak istedim. İtalya'da bir kursa gittim ve foto muhabirliği üzerine mastır yaptım. Tam bu sırada Kudüs'te yaşayan bir arkadaşım profesyonel fotoğrafçı olarak çalışıyordu. O beni davet etti böylece benim için bir şans oldu. Kudüs'e gidip orada fotoğrafçı olarak kendimi denemeye başladım. Orası çok karışık ve ilginç bir yerdi. Gördüklerimden çok fazla etkilendim. Kitaplarda rastlayacağım türden şeyler açıkça gözümün önündeydi artık.
Neticede fotoğrafçılık benim çocukluğumdan beri tutkuyla bağlı olduğum bir şeydi. Hani bir günde olan bir şey değil, çocukluğumdan beri yapıyordum. Benim için bir hayal gibiydi fotoğrafçı olmak. Ve düşünsenize otuz beş yaşıma geldiğimde bu işi denemeye karar verdim. Kudüs'te bulunduğum dönemde birçok olay meydana geldi ve bu benim için bir antrenman gibi oldu. Çoğu profesyonel fotoğrafçıyla omuz omuza çalışma fırsatım yakaladım ve orada asıl eğitimimi aldım diyebilirim. Evet, zordu ama bu benim tercihimdi. Sıcak bölgelerde çalışmak istiyordum. Hayalim de bu yöndeydi.
Biz İtalya'da daha muhafazakar bir aileye mensubuz ve İtalyanlar da genelde anne merkezlidir ya o yüzden ilk yurt dışına çıkacağım zaman tabi ki gitmemi istemedi. O yüzden ilk başta biraz zor oldu. Bir de onların Ortadoğu ve Arap algısı çok farklı. Tanımıyor ve bilmiyorlar. O yüzden annem ilk başta kendimi ateşe attığımı düşünüyordu.
Aslında oraya gittiğimde beklediğim şeylerle karşılaştım. İtalya'da yaşadığım Batı hayat tarzından daha farklı bir hayat vardı orada bunu biliyordum. Gittiğim yerlerde gerek Kudüs olsun, gerek Mısır olsun işte Libya, Suriye.. Buralarda dinin günlük hayat içindeki yeri gayet fazla bunu hissedebiliyorsun. Ve o bölgelerde daha farklı bir hayat gayesi var. Din günlük hayatlarında çok fazlaca yer tutuyor. Din hayatın genelini yönetiyor. Bana en farklı gelen buydu. İtalyanlar da böyledir ama günlük hayatla bu kadar iç içe değildir.
Bununla başa çıkmaya çalışmıyorum. Kendimi oyunun bir parçası, bir taraf gibi hissediyorum. Gözünüzün önünde insanlar ölüyor. Ama işimi yapıyorum. Bazen kendimi makinenin arkasına saklıyorum ve devam ediyorum. Çok garip, bir suçluluk hissediyorsunuz. Onlar o utanç verici durumları yaşarken orada, onlarlasın. Yok olan aileler var, arkadaşlarım dahil bir sürü insan öldürüldü. Benden genç insanlar öldü ve ben ölmedim. Bu insana kendini suçlu hissettiriyor. Dönerken orada bıraktıklarım sadece arkadaşlarım değil, kardeşlerimdi. Hala iletişim halindeyiz. Onlar orada benim meleklerim oldular.
Bence duygular arasında iki kategori yapmalıyız. Birincisi bu kadar üzücü bir olaya karşı nasıl tavır aldığınız. Ölümler, kadınlar, çocuklar ve yapacak bir şey yok. İşinizi yapmaya çalışıyorsunuz. İnsanların olayları hatırlaması için bir şeyler yapıyorsunuz. Çünkü savaşta çekilen kareler dünyaya en doğru bilgiyi yayıyor. Diğer taraftan risk var. Aynı zamanda o da çok önemli. Bunu hissedebiliyoruz. Korktuğumuzu hissediyoruz. Hayati tehlikenizin olması kimsenin hoşuna giden bir durum değil. Ama dediğim gibi dünya sizden haber bekliyor, çekmelisiniz!
Elbette. Halep'te bir bombalamadan sonraydı. Hemen oraya gitmiştik. İlk yaptığım orada yaralanmış Özgür Suriye Ordusu'ndan gençleri oradan çıkarmaktı. Daha sonra bombalamayı duyanlar geldiler. Ben yaralıları onlara teslim edip fotoğraf çekmeye başladım.
Nisan sonunda.
Sonbaharda belki.
Üç yılın sonunda durum çok değişti. Bu bir iç savaş ve giderek daha kirli bir hale geliyor. Melekler giderek azalıyor. Sivillere farklı bir terör var orada. Savaş mahallelerde yaşanıyor, askeri sahalarda değil. Kamerana ne denk gelirse bir hikaye oluyor. Ve sen o hikayeyi sonuna kadar anlatmak istiyorsun.
Evet sıklıkla düşünüyorum bunu. Oradaki tüm gazeteciler, hepimiz hayatımızı tehlikeye atarak bu çalışmaları yaptık. Ben Arapça bilmiyorum, bu yüzden yanımda mihmandar bulundurmak zorundayım. Kime güveneceğinizi bilemiyorsunuz. Hep aklımızda şu sorular vardı: Kiminle gidiyorum? Yanımdaki insana güvenebilir miyim? Ne yapıyorum ben? Nereye gidiyoruz? Bu soruların bir cevabı yok ama yine de savaşı dünyaya duyurmak için gitmek zorundayız.
Hayır. Benim hayatımı şekillendiren şey aslında merak diyebiliriz. Kendimi bir misyoner olarak tanımlamam. Libya'da, Mısır'da bir tarih yazıldı. Arap coğrafyası yepyeni bir uyanış yaşadı. Biz de orada bulunan gazeteciler olarak tarihe tanıklık ettik. Gazeteci olarak orada bulunmayı istedim. Çünkü savaşı yaşayan halkların gazetecilere ihtiyacı vardır.
Suriye, Mısır'dan biraz daha farklıydı. Mısır'da yüzlerce gazeteci vardı. Libya ve Mısır'daki yüzlerce gazeteci ile beraber oradaki hikayeler daha kolaylıkla duyurulabiliyordu. Suriye'de öyle değil ama. Ben Suriye'ye girdiğim zaman bir ya da iki kez internet bağlantısı bulabildim. O bağlantıyı kurduğumda da arkadaşlarımla konuşmalarımdan öğrendiğime göre o dönem Suriye'de çalışan birkaç gazeteciden biriymişim. Bunu öğrendiğimde büyük bir sorumluluk hissettim üzerimde. Dedim ki 'İşte burada çektiğin fotoğraflarla dünyayı haberdar edeceksin.' Bu insanların o an senden başka bir şansı yok. Ben bu savaşın bir kaç yıl daha süreceğini düşünüyorum mesela. Suriye kendi kendini yok eden bir ülke haline döndü ve biz gazeteciler orada olmak zorundayız.