|

Utanmıyorsan dilediğini yap!

Bütün peygamberlerin temel vasıflarından biri hayâdır. Her biri gönderildikleri toplumlara ısrarla bu erdemi öğütlemişti. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz de ashabına şöyle buyurmuştur: "İnsanlık, ilk günden beri bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri bir söz bilir: Şayet utanmıyorsan, dilediğini yap!" (Buhârî, Edeb, 78)

Zeynep Betül Erhun
04:00 - 9/02/2024 Cuma
Güncelleme: 02:36 - 9/02/2024 Cuma
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Sözlükte “utanmak, çekinmek” anlamlarına ve Türkçede daha çok “ar” kelimesiyle ifade edilen hayâ duygusu, genellikle yüzün kızarması, kişinin başını öne eğmesi, gözlerini kaçırması, şaşkın davranışlar sergilemesi gibi şekillerde dışa yansır. İslam dini, insanın doğasında var olan hayâ duygusunu, Allah Teâlâ’nın belirlediği ilkeler doğrultusunda şekillendirerek şahsıyla bütünleşen bir karakter özelliği haline getirmesini ister. Böylece doğruyla yanlışı ayırt ederek Rabbinin kötü ve çirkin görüp yasakladığı söz ve fiilleri yapmaktan hayâ eden kulun, haramları terk edip helallere sarılması, dolayısıyla dinin gereklerini yerine getirmesi daha kolay olacaktır. İşte bu nedenle Allah Resûlü, “İman, yetmiş küsur parçadır. Hayâ da imandan bir parçadır.” buyurmuş, hayâ ile imanın birbirine bağlı olduğunu, biri olmazsa diğerinin de olamayacağını ifade etmiştir. Bir defasında fazla utangaç olduğu gerekçesiyle din kardeşini azarlayan birini görünce, “Onu (kendi hâline) bırak. Çünkü hayâ, imandandır” demiştir.

ÜÇ BOYUTU VARDIR

Nefsi kontrol altında tutan iffet ve hayâ duygusunun üç boyutundan söz edilir. Bunlardan ilki kişinin Allah’tan hayâ etmesi, ikincisi kendisinden hayâ etmesi, üçüncüsü de insanlardan hayâ etmesidir. Burada öncelikle kişinin Allah’tan hayâ etme duygusunun geliştirilip kökleştirilmesi gerekmektedir. Çünkü hayânın özü ve esası, Allah’tan hayâ etmektir. Hayâ duygusunu bunun üzerinde temellendirdiğimizde imanla yakın bir ilişki içinde olduğunu görürüz. Hayâ ile ihsan kavramı arasında da sıkı bir ilişki vardır. İhsan, Allah’ ı görüyormuş gibi O’na kullukta bulunmaktır. Her an Allah’ın gözetimi ve murakabesi altında olduğunu düşünme ve bu bilinçle yaşama halidir. Bu bilinçle yaşayan insan bir kötülük veya günah işleyeceği zaman hemen Allah’ı hatırlar ve bundan vazgeçer.

İNSAN KENDİNE SAYGILI OLMALI

Hayâ duygusunun ikinci bir boyutu ise insanın kendinden hayâ etmesi yani kendisine saygılı olmasıdır. Nitekim kendi mahremiyetine saygısı olmayanın başkalarının mahremiyetine de saygısı olmaz. “Gücün yettiğince avret yerlerini kimseye göstermemeye çalış” diye nasihatte bulunduğu bir sahabinin, yalnız kaldığı zamanlarda avret yerlerini örtmesinin gerekli olup olmadığını sorması üzerine Allah Resülü: “Kendisinden hayâ edilip utanılmaya en layık olan Allah’tır” buyurarak kişinin tek kaldığı zamanlarda bile yalnız olmadığını, hem kendisine hem de Cenab-ı Allah’a karşı saygılı olması gerektiğini bizlere bildirmiştir. Bazı ahlakçılar da hayâyı; Hak’tan ve halktan utanmak diye tarif etmişlerdir. Hak’tan utanmayan halktan da utanmaz, dolayısıyla her türlü kötülüğü yapabilir ve bundan da rahatsızlık duymaz.

YARATILMIŞLARDAN HAYÂ

Hayâ duygusunun üçüncü boyutu ise insanlardan ve bütün yaratılmışlardan hayâ etmektir. Allah’ın hayâ sahibi olduğunu, ayıp ve kusurları örttüğünü, hayâ ve örtünmeyi sevdiğini bildiren Hz. Peygamber, insanın önce kendi mahremine; gizli ve özel hâllerine, aile hayatına saygı duyması gerektiğini, onları başkalarının göreceği ve duyacağı şekilde ifşa etmemesini; aynı şekilde başkalarının ayıp ve kusurlarını da örtmesi gerektiğini bizlere öğütlemektedir.

SINIRLAR ORTADAN KALKTI

Dinî ve manevi değerlerin giderek yozlaştığı günümüz toplumlarında iffet ve hayâ gibi erdemler önemini yitirdi, bir eksiklik ve utanç sebebi gibi algılanır hale geldi. Buna mukabil edebe aykırı söz ve davranışlarda bulunmak, üstelik bunları aleni olarak yapmak, bazı çevreler tarafından cesaretin, öz güvenin ve özgürlüğün bir göstergesi olarak kabul edilmeye başladı. Özellikle sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle mahremiyet ihlalleri arttı, özel hayatlar bir film gibi gözler önüne serilmeye başladı. Sınırlar neredeyse ortadan kalktı. Oysa Allah insanı eşref-i mahlukat olarak yaratmış, fıtraten güzel hasletlerle donatmış ve koyduğu ilkeler doğrultusunda bu fıtratı korumasını ve geliştirmesini ondan talep etmiştir.

TAKVA ELBİSESİNE BÜRÜNELİM

Bizler de dinimizin belirlediği sınırlara uyarak günahlardan titizlikle kaçınalım. Ahlâki yozlaşmaya sebep olacak en küçük bir yanlışa bile fırsat vermeyelim. Takva elbisesine bürünüp hayâ ve iffeti kuşanalım. Bu can, bu mal ve bu bedenin bizlere emanet olarak verildiğini ve bu nimetlerden hesaba çekileceğimizi aklımızdan çıkarmayalım. Dünyanın aldatıcı renklerine, geçici heveslerine kanmayalım. Vahyin yolundan giden, imanın gereğini yerine getiren bir müminin izzet sahibi olacağını, hevâ ve hevesinin peşinden koşanların ise zillete düşeceğini asla unutmayalım.



#İslam ve İnsan
#Aktüel
#Din
3 ay önce